Son Dakika



Kaçabilen kaçıyor, kaçamayan teslim olmanın akla gelmedik gerekçelerini uyduruyor, yollarını buluyor. Buna çok üzülüyorum. Ancak ilginçtir, siyasal iktidara karşıt görünümlü kişiler ile kuruluşların kimileriyse, sözüm ona “muhalefet söylemiyle” yurttaşlarımızın bu yönelimine çanak tutuyor. İşte buna hiç katlanamıyorum.

Evet ülkemizde yaşam, başta işgücünü kiralamaktan başka umarı olmayan sınıf ve katmanları ol-mak üzere yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu için iyiden iyi çekilmezleşti, umutlar tümüyle tükendi tükeniyor. Yine çoğunluk, bir bakıma bu durumun da etkisiyle gözünün önünde olup biten insan haklarına aykırı uygulamaları henüz iliğinde kemiğinde duyumsayabilecek durumda değil. Her türlü araçla “yapacak bir şey yok” sözlerinde somutlaşan kaderci ideolojiyle donatılmış durumda. Böyle giderse şimdilerde yaşadıklarımız için “bu daha başlangıç…” demek daha doğru olacak sanırım. Bunlarda büyük ölçüde sorumluluğu olan kişi yandaşlarının sataştığı bir siyasal parti önderine açık açık ne demişti, anımsayalım; çok çabuk unutuyoruz çünkü:* 
“Bu daha bir. Daha neler olacak neler. Daha dur bakalım bunlar iyi günler.”

Daha neyi nasıl söylesin?

85-90 milyonluk nüfusuyla, doğal ve tarihsel inanılmaz varsıllığıyla; akıl almaz acılı dönemleriyle, yanı sıra, eksiğiyle “fazlasıyla”, “yanlışıyla” “doğrusuyla” yüz yıllık bir Cumhuriyet göz göre göre çök-türülüyor. Böyleyken giderek daha da çeşitlenip yaygınlaşan aymazlıklara karşın direnmeye çabala-yan bir avuç yurtsever; onlar da alabildiğine dağınık… Saygıdeğer Korkut Boratav’ın ülkemizin eko-nomik durumuyla ilgili “çürüme” nitelemesini toplumu kapsayacak biçimde genişletsem abartmış mı olurum acaba? İzninizle daha ileri giderek şunu da soracağım: Söz konusu “çürüme” toplumun hangi kesimlerinde görece daha yaygın acaba; sözgelimi, yalnızca adı çıkmış siyasetçiler arasında mı? Peki, “ben merkezciliğin” bataklığında kıvranan aydınımsılara ne demeli? Bilemiyorum.

KAÇMAK BİR HAK OLAMAZ?

Düşünüyorum düşünüyorum da hiçbir haklı gerekçe bulamıyorum. Hekimler başta olmak üzere önce sağlık çalışanları -neden önce acaba?-, sonra da mühendisler mimarlar ve “değişim değeri yüksek” (!) daha niceleri… Sesleri pek çıkmıyor, büyük bir olasılıkla kültür insanlarımız arasında da böylesi çabalar içinde olanlar vardır. Vardır ama toplumda hekimler denli “yüksek değişim değerine” (!) sahip olmadıkları için olsa gerek, seslerini duyuramıyorlar.  En çok da yurt dışına kaçma istek ve çabaları içindeki “henüz yeni yetme” döneminden gençlerin tutumu beni kaygılandırıyor ve üzüyor. Bu genç-ler, moda söylemle, “ne ara” bu duruma geldi? Ne denli saçma bir soru değil mi; “ne ara bu duruma gelmişlermiş”; özellikle son yirmi yıldır bu ülkede son derece örgütlü biçimde neler yapılıyor.?

Öte yandan siyasal iktidarın önderi, hekimler için “giderlerse gitsinleeer” dememiş miydi, oradan biliyorum: Çeşitli yaştan, meslekten yurttaşımızın ülkeden kaçma gerekçeleri siyasal iktidarı hiç mi hiç kaygılandırmıyor. Neden kaygılandırsın ki, kendisine “biat etmeyi” neredeyse kutsal bir görev sayanlar o denli çok ki; o bunların sayısını daha da artırmak için elinden geleni yapıyor… Oysa ül-keden kaçma istek ve çabaları için öne sürülen gerekçeler temelde gerektiğince kalkınmamış olma-nın sonuçları ve çok boyutlu.  İlginçtir, siyasal iktidarın gözü o denli kararmış ki, bir anlamda kendi “ayağına kurşun sıkmaktan” farksız bu gerçeği bile göremiyor; kim bilir, belki de görebiliyor ve önle-me çabasına girmiyor.

BU ‘GÖÇ’ DEĞİL, KAÇGUNLUKTUR!

Az önce ne söylemiştim; bir de yurttaşlarımızın kaçma yönelimini beslemekten başka bir anlamı olmayanlar var: Bunlar iki kümede toplanabilir: (i) Bilerek ya da bilmeyerek “kariyer fuarı”, “yurtdışı eğitim ve kariyer fuarı”  vb adlar altında “modern köle pazarlarının” tanıtımını bile yapıyorlar. Deve kuşlarına yakıştırılan tutumla adını vermeyeceğim emek tüccarı bir kuruluşun şu duyurusuna bakar mısınız:

“Amerika ve Avustralya’dan Türkiye’ye Cazip İş Olanakları:

“ABD ve Avustralya, turizm ve gastronomi başta olmak üzere hukuk, insan kaynakları, mimarlık, medya ve iletişim, öğretmenlik, işletme ve uluslararası ilişkiler alanlarında deneyimli kişileri ağırlamaya hazırlanıyor.”

Bu bağlamda 1963 yılında bağıtlanan ve şimdilerde yalnızca yurttaşlarımızın yararlanabildiği ünlü (!) “Avrupa Anlaşması Vizesi” uygulamasına dayanak olan Ankara Anlaşması’nı anımsayın; hani “İngiltere’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verdiği iş kurma izni vizesi olarak” da anılan anlaşmayı… 26 Eylül 2023 tarihli bir duyuruda şöyle bir çağrı yapılmıştı:

“Ankara Anlaşması Vizesi ile potansiyelinizi ortaya çıkarın ve Avrupa'da kolaylıkla çalışın.”

“Yeşil Kart Çekilişi, Amerikan vatandaşlığına giden biletinizdir!” vb söylemlerle “nitelikli” kaçgun adaylarına çağrı yapan “ABD Yeşil Kart” aracısı onlarca kuruluşunun benzer duyurularından birisi ise şöyle:

“Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınabilmeniz için gerekli olan tüm bu adımları atmanız için size yar-dımcı olabiliriz. Hayalleriniz gerçekleştirin."

Bu türden örnekler daha artırılabilir kuşkusuz; gerek var mı? Yoğun istem karşısında kapitalizm, de-yim yerindeyse “eli kolu bağlı biçimde oturacak değil ya”, bu duruma da uyum sağlayarak “modern emek pazarlarını” oluşturmuştur; “küreselleşmenin” önde gelen amaçlarından birisi de “işgücünün serbest dolaşımı” değil miydi? Bu noktada kentlerimizdeki “amele pazarları” ya da “amele kahveleri-ni” anımsayabiliriz...

Sermaye, “gelin gelin; kim olursanız olun gelin!” yaklaşımıyla oluşumunun ve birikiminin temel kaynağı olan işgücüne “kucak açıyor”; ama ufacık (!) bir koşulla: Nitelikli olmak! Ülkemizin, ailelelerin kısıtlı olanaklarıyla binbir güçlüklerle yetiştirilmiş nitelikli işgücünün giderek büyüyen bir kesimi de bu türden çağrıları yanıtsız bırakmıyor. Çoğunluğu, deyim yerindeyse “denize düşürülmüş ve yılana sarılmış” durumda çünkü; bu çok açık. Bu yönelim bir göç değildir; kaçgunluktur! Dolayısıyla “Göç ediyorlar” ise bu yönelimi “masumlaştırıcı”, daha da özendirici bir söylemdir.

Bu noktada aklıma ne geliyor, biliyor musunuz? 
-    Fakir Baykurt’un Duisburg Üçlemesi (Yüksek Fırınlar, Koca Ren, Yarım Ekmek; Literatür Ya-yıncılık, 2022), Gece Vardiyası (Remzi Kitapevi, 1982)
-    Bekir Yıldız’ın Alman Ekmeği (Cem Yayınevi,, 1975)
-    Yüksel Pazarkaya’nın Oturma İzni//Güz Rengi, (Cem Yayınevi, 2011)
-    Habib Bektaş’ın Erlangen şiirleri, (Derinlik Yayınevi, 1983)
-    Ergun Sönmez’in, Göçmen İşçi/Akademisyen Gönüllü Sürgün, Belge Yayınları
-    Ahmet Canbaba’nın Babam Göçmen İşçi (2006), Nuri Can’ın Göçmen İşçiler Ağıdı (2003)
vb yapıtlar. Bakalım şimdilerde yaşananlar böylesi yapıtlara konu olabilecek mi?

TESLİM OL, RAHAT YAŞA! ya da KURTULUŞ TESLİMİYETTE

Söz konusu durumu, “- N’apsınlar, çaresizlik !” olarak açıklamaya çabalayanlar var ki, bu benim hiç de katlanamadığım, “öğrenilmiş çaresizlik” vb başka bir tutum. Yılların savaşgan örgütlerinden TMMOB bile 21 Ekim 2023 tarihli ve “Boşuna Okumadık! Mesleğimiz, Ülkemiz ve Geleceğimiz İçin Buradayız!” üstbaşlıklı hüzün verici basın açıklamasında “Yeni mezun meslektaşlarımızın yüzde 40’ı işsiz. Birçok genç meslektaşımız, mesleki, maddi ve sosyal tatminsizlik nedeniyle geleceğini yurt dışında arıyor.”

Diye yakınmıyor mu? Tam bir çaresizlik ! Bence böylesi değerlendirmeler yapanlar, gerçekte, tesli-miyeti bilerek ya da bilmeden olağanlaştırıyorlar. Kim bilir, belki de herhangi bir nedenle kaçamama-nın çaresizliğiyle –“ezikliği” mi demeliydim acaba?- böyle bir değerlendirme yapıyorlar; bilemiyorum.

Öte yandan, gençlerin coşkulu kaçgunluk çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Büyük bir olasılıkla siz de benim gibi üzülüyorsunuzdur. Ancak ben bir adım daha atıp onların bu yönelimlerinin gerekti-ğince ciddiye alınmamasına “fena halde” kızıyorum.

Bence çok açık olan gerçeklik şu: 
-    Siyasal iktidarın bir anlamda ustalıkla oluşturduğu gündeme tam bir teslimiyet !
-    Yoğunlaşan ve yaygınlaşan sömürü yerine “yoksulluk”, “yoksunluk”, “yaşam pahalılığı”, hu-kuksuzluk, dinci ideolojinin egemenleştirilmesi vb olumsuzluklardan yakınmanın ötesine ge-çemeyen örgütsüz karşıtlık çabaları,
-    Önderciliğe indirgenmiş siyasal savaşımlar…
Doğal olarak da bu bağlamda aklıma “ülkemizdeki toplumbilimciler, ruhbilimciler, siyasetbilimciler ne yapıyor” vb sorular geliyor. Gerçekten de; ne yapıyorlar acaba, neden yurttaşlara doyurucu açıkla-malar, bu toplumsal ve siyasal çöküntüden nasıl çıkabileceğine ilişkin sorgulamalar yapmıyor? Peki ya böylesi yaşantıları da konu edinen ozanlarımızı, öykücülerimizi, romancılarımızı ortalıkta görüyor musunuz ? Bakın, Cumhuriyetimizin yeni yüzyılına girmesiin ne türden etkinliklerle “kutluyorlar”? Hiç de utanmıyorlar. “Bu dünyada yatacak yerleri yok” deyimi geliyor aklıma.

***

Marks her ne denli  “Hadi oradan, son sözler yeterince doğru söz söylememiş aptallar içindir.”
demiş olsa da ben “aptallığı” kabul edip “sonsöz” olarak birkaç soru soracağım yalnızca:
-    Kaçmak ülkemizi kültürel olarak da çölleştirmiyor mu?
-    Kaçırmak ve teslim almak da siyasal iktidarın bilinçli bir çabası mıdır? 
-    Kaçmak ya da teslim olmak kimin işine yarıyor?
-    Siyasal partisiyle, demokratik kitle örgütleriyle, yurtsever bireyleriyle karşıtlarının yaptıkları, yapmadıkları ve gerektiğince yapmaktan kaçınmaları siyasal iktidarın “ekmeğine yağ sürmü-yor mu”; bu da teslimiyetin bir başka biçimi değil mi?
-    Karşıt siyasal partiler ile demokratik kitle örgütlerinin söylemleri, dahası eylemleriyle kaçgun-luğu ve teslimiyeti özendirmiyor mu? 
-    Yazıncıların çoğunlukla bireyin daha çok umutsuzluğunu, giderek koyulaşan yalnızlığını öne çıkaran ürünleri toplumumuzda hiççiliğin –“nihilizmin”- yaygınlaşmasına katkıda bulunmuyor mu? 
Tam da bu noktada başka bir soru geldi aklıma: Çok naif bulmazsanız onu da sormuş olayım:
Tüm bu yaşadıklarımız, küçük kentsoylu -küçük burjuva- değerleri ile tutum ve davranışlarının yurttaşlarımız arasında hızla yaygınlaşmasıyla da açıklanabilir mi?
Söz sizin !

Yücel Çağlar
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)