Telefonun ucundaki hocam: Zafer Gençaydın
Hocanın eleştiri yöntemi bile bir başkaydı. Ülkemizde eleştiri pek sevilmez, özeleştiri ise hemen hemen hiç yapılmaz. Bir kişiyi, eseri ya göklere çıkartırız, ya da yerin dibine sokarız, ortası yoktur. Hoca doğru bulduğu şeyleri söylerken, kendince yanlış bulduğu şeyleri söylemeyi, yapıcı olmayı da
20. 2. 2023 tarihinde ‘Uğur Mumcu’nun Cenazesi’ isimli öyküm Gerçek Edebiyat sitemizde yayımlanmıştı. Heyecanlı ve gururluydum. Heyecanlıydım, çünkü ilk kez bir öyküm yayımlanıyordu, gururluydum, çünkü 2014 yılından bu yana yakından takip ettiğim, bana göre ülkemizin en nitelikli edebiyat sitesinde bir eserim yayımlanmıştı. Öykü yayımlandıktan iki gün sonra, evde babam beni çağırarak telefonunu uzattı. Telefonun ucundaki davudi ses Zafer Gençaydın olduğunu söyledi. İsmini duymuştum, ressam ve hemşehrimiz olduğunu biliyordum. Ressam olduğunu bilmesem, operada bas bariton olduğunu düşünürdüm. Sesi kalın, gür ve etkileyiciydi. Öyküm ile ilgili yorumlarını iletmek için benimle konuşmak istemişti. Önce eleştirilerini dile getirdi: “‘Kor bir alev adeta yüzümü sarmış’ demişsin, kor ve alev aynı anlama gelir, ikisini bir arada kullanman bence doğru olmamış.” Belli ki hoca öyküyü sanatçı titizliğiyle incelemişti.
Zafer Gençaydın, tuval üzerine yağlıboya “Öyküde piknik olayını anlatmana bence gerek yoktu. Öykünün konusu ile bir ilgisi yok.” Hoca doğru söylüyordu. Öyküde konu, olay ile ilgisi olmayan şeylerin anlatılması pek tercih edilmez. Ama ben öykü kahramanının içindeki acıya rağmen, yaşamın devam ettiğini anlatmaya çalışmıştım. Sonraki söyledikleri gerçekten ders niteliğindeydi: “‘Duygularını çok rahat belirtmeyen birisi olduğum için, gözyaşlarımı genelde içime akıtıyordum’ yazmışsın. Sadece ‘gözyaşlarımı içime akıtıyordum’ desen, zaten okuyucu duygularını rahat belirtmeyen birisi olduğunu anlar. Sanatın her dalında, öyküde de her şey okuyucunun gözüne sokulmaz, açıklama yapılmaz, bazı şeyleri okuyucunun kendisinin anlaması beklenir. Sanat budur zaten, farklı şekilde anlatarak, okuyucunun kendince anlamasına bırakılır. Ben edebiyatçı değilim, ama bu edebiyatta da, resimde de aynıdır.” Hocanın söyledikleri ufkumu açmıştı. Sonrasında istisnasız her öykünün başına oturduğumda, her kelimeyi yazarken, hocanın bu dersini hatırlıyorum. Aynı düşünceyi ‘Anılarla Turan Erol’ isimli kitaptaki yazısında da belirtmişti: “Sanat, görüneni betimlemenin sığlığından kurtararak anlam kazandırabilmektir.”(1) Sonrasında da olumlu bulduğu şeyleri söylemeye başladı, kendimi okulda çok sevdiğiniz bir hocanın ağzından çıkan her sözcüğü can kulağıyla dinlemeye çalışan bir öğrenci gibi hissediyordum. ‘Ellerimizle konuşuyorduk’ sözünü çok beğendiğini, ayrıca Uğur Mumcu’nun cenazesini aşk öyküsüyle harmanlamamı da ustaca başardığımı belirtti. Büyük bir sanatçıdan, bir resim sanatı profesöründen bunları duymak gerçekten büyük bir gururdu benim için. Yine şu söyledikleri başka bir dersti: “Sanat yetenekten çok, çalışma, emek işidir. Çok çalışmayı gerektirir. Fazıl Hüsnü ‘şiir yazıyorum’ demezdi, ‘şiir çalışıyorum’ derdi. Ben de ‘resim çalışıyorum’ derim. Ben de deneme çalışırım bazen, ama o kadar titizlikle, uzun uzadıya düşünerek yazarım ki, bir deneme üzerinde haftalarca uğraşırım ve kolay kolay da bitiremem. Sen de öykü çalış, genel olarak öykün güzeldi, beğendim, yolun doğru bir yol, bu yolda devam et ve çok çalış.” Hocanın eleştiri yöntemi bile bir başkaydı. Ülkemizde eleştiri pek sevilmez, özeleştiri ise hemen hemen hiç yapılmaz. Bir kişiyi, eseri ya göklere çıkartırız, ya da yerin dibine sokarız, ortası yoktur. Hoca doğru bulduğu şeyleri söylerken, kendince yanlış bulduğu şeyleri söylemeyi, yapıcı olmayı da ihmal etmiyordu.
Bu kısa telefon konuşmamızda edebiyat serüvenim için çok yararlı dersler almıştım hocadan, o davudi sesiyle söyledikleri her öykü yazımımda kulaklarımdan gitmiyor. Konuşmamızın sonunda yine hemşehrimiz, yıllar önce yarım saat kadar da olsa sohbet etmek olanağı bulduğum büyük yazar Adnan Binyazar’dan bahsettik. Yazın kendisinin de memlekette olacağını söyleyerek, kendisi ve Binyazar ile beraber olmak için beni de memlekete davet etmişti. O bunları söylerken, kendimi on beş yaşımdan beri görmediğim, Elazığ’ın Ağın ilçesinde, gölün kenarında, bir yanımda Gençaydın, bir yanımda Binyazar ile hayal ettiğimi hatırlıyorum, ne büyük bir zenginlik olurdu. Bu hayalim gerçekleşemedi maalesef. ‘Yalnızlık ve Gürültü’ isimli öykü kitabıma ‘Uğur Mumcu’nun Cenazesi’’ öykümü de aldım. Öyküyü kitap için düzeltirken, öyküdeki piknik olayı hariç, Zafer Gençaydın hocamızın eleştirilerine göre ilgili yerleri düzelttim. Yani kitabımda hocamızın da emeği var. Hocamızın sonsuzluğa göçüşünü öğrendiğimde yakın zaman önce okuduğum ‘Anılarla Turan Erol’ kitabındaki yazısını tekrar okudum: “Her canlı gibi insanın da biyolojik bir ömrü vardır, sona erdiğinde de geride kalan yakınlarına kederler ve anılar bırakarak giderler. İnsanı toprağa vermek hep zor gelir bana. Can Yücel’e: yakın arkadaşındı, neden mezarlığa gitmedin diye sorduklarında, ‘en yakın arkadaşımı nasıl gömeyim lan?’ demiş. Ölüm yinelenmesi olanaksız yaşanmışlıklarını da birlikte götürülmesidir. Bıraktığı acı da, anıların ömrü de belleklerinde taşıyanların ömrü kadardır. Anı yazmak yaşanmışlıkları unutulmanın elinden kurtarmak, belleğe çağırmaktır.”(2) Benim Prof. Dr. Zafer Gençaydın ile yaşadığım kısacık bir telefon konuşması anısı, hiçbir zaman unutmayacağım bir sanat, edebiyat dersiydi. Cumhuriyetimizin ak saçlı büyük değeri bizlere keder bıraktı. Ama bana kısacık da olsa bir anı bıraktığı için kendimi şanslı hissediyorum. “Yaşamlarını kendi yarattıklarıyla dolduran sanatçılar iz bırakarak giderler; yapıtları onları unutulmaktan kurtarırsa da anıların yazılması; yazılmamışsa sonradan toplanması, ender yetişen kültür, sanat, bilim insanlarının, düşünürlerin, aydınlanmaya emek vermiş devrimcilerin birikimlerinden toplumun hız kazanabilmesi açısından önemlidir. Yoksa bıraktıkları boşluğun doldurulması olanaksızdır. Nasıl ki belleğini yitiren insanlar bunarlarsa, geçmişi unutan toplumlar da kolektif bilinçlerini yitirerek bunaklaşırlar.”(3) 3. 5. 2024 tarihinde sonsuzluğa göçen Cumhuriyetimizin yüz akı değerli sanatçı, ressam, düşünür ve yazar Zafer Gençaydın eserleriyle, bu ülkeye kattığı değerlerle hiç kuşkusuz iz bıraktı. Yukarıda hocamızdan alıntıladığım iki paragraf yakınlarına, sevenlerine bir görev yüklüyor. Kendisiyle ilgili anıların yazılması, bir kitap haline getirilmesi benim de dileğimdir, umarım gerçekleşir. Işıklar içinde yatsın. Anılarla Turan Erol, Bilim ve Sanat Yayınları, 1. Basım, Aralık 2023, Zafer Gençaydın’ın yazısı, s. 27, (3) aynı eser, s. 24 Hasan Murat Doğan
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR