Denizin kıyısında yürüyoruz. "Sen" diyor, "sen neler yapıyorsun?" diye soruyor eski şair, eski gazeteci, romancı büyüğümüz. Bundan daha korkutucu bir soru daha var; sen neler yapmayı tasarlıyorsun diye. Bir şey yapmamak değil, bir şey yapmayı tasarlamamak ya da tasarlayamamaktır insanı asıl küçülten. Ben bir şeyleri tasarlamayı bırakalı çok oldu ama nereden bilsin moruk; bakarsın bunu da sorar, gelecekten söz et der, diye korkuyorum. Şimdilik, şimdiki zamanda soruyor sorusunu ama gerçekte korktuğum soruyu sormadan önce, benim kem kümüm nedeniyle yeniden kendi tasarılarını anlatmayı sürdürüyor. İsveç'te sıkılmış, Stokholm sevimsiz geliyormuş artık, hiç arkadaşı kalmamış. Eh, 93 yaşına kadar yaşarsan tabi ki arkadaşın kalmaz diyeceğim ya neyse. İçimden, iyi de kaç yaşına kadar yaşamayı düşünüyorsun be adam diye soruyorum. Bunlar ölmez yahu. Gel şöyle oturalım dedim, yürümek istedi bu sıcakta baksana. 

O, anlatmayı sürdürüyor; Ankara'dan bir parça toprak almak, ziraat yapmak istiyormuş. Ayrıca kafasında bir roman, bir de senaryo konusu varmış. 

Pes yahu. Adam benden 50 yaş büyük. Bir şeyler uydurmam gerek geleceğe dair ama uydurma yeteneğimi de kaybetmişim sanırım. Ben de Afyon'dan biraz toprak alıp işlemeyi düşünüyorum, bir de uzun öykü yazasım var desem mi acaba? Yeniden soruyor denizden başını bana çevirip: "Eee sen neler yapıyorsun? Hep ben konuşuyorum." diyor. "Hocam, benim öykülerim var, okuyanlara göre bu öykülerin sanat değeri varmış lâkin pazar değeri yokmuş, bu pazar değeri nasıl kazanılır," diye soruyorum ömrümü uzatmak için. Göğe bakıp kahkahasını atıyor ihtiyar, sonra: "Ulan ben 93 yaşındayım, daha benim bir pazar değerim yok," diyor. Birbirimize bakıyoruz bir an, gülüyoruz. O göğe bakarak gülüyor ben yere bakarak gülüyorum. 

Erdinç Gültekin
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)