Son Dakika



İstanbul’a her gidişimde, o derin tarihi dokusunun bilicimde yarattığı yankılanmalar ve yüreğimi taşkınlıklara sürükleyen doğal güzellikler yanında, içimi sızlatan görüntülerle de karşılaştığımı söylemek zorundayım. 

Geçen yıl, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın sağ yanında yer alan, bücür mü bücür, sözde tanıtıcı levhanın, sanki okunmasın, okunamasın diye oraya iliştirildiği konusunu yazmıştım. Gerçekten de oksitlenmiş, kararmış bakır plaka üstüne oldukça küçük harflerle yazılmış levhayı sökmek (okumak) için eşimle büyük çaba harcamış, başaramamış; genç bir arkadaşın yardımıyla ancak ne söylenmek istendiğini anlayabilmiştik.  

Bu yıl, yine Taksim Meydanı’nda, şimdiye değin nasıl olup da görmediğim, bu nedenle kendimi suçladığım; giriş kapısının sağında, oldukça silik, “Büyükşehir Belediyesi Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi” yazan, tarihi mekândan söz etmek istiyorum. 

Yakın gelecekte, başına hangi çoraplar örülebileceğini düşünmekten korktuğumuz Taksim Cumhuriyet Meydanı’na olağanüstü bir anlam veriyor bu yapı. 

Görsel sanatlar için, sergi salonu (galeri) olarak kullanma düşüncesinin de o denli güzel ve anlamlı bir davranış olduğunu kabul etmek gerekir. 

Bunlar güzel de içinde yarım saatten fazla gezinip bir yarım saat de oturup gazete okumama karşın; günlerden cumartesi ve on adım ötesinde üst üste yürüyen binlerce genç, yaşlı, (işçi, öğrenci, memur, emekli, entelektüel) varken, ancak beş ya da altı kişinin girip sergiyi gezdiğini görmek içimi sızlatıyor. 

Bu bana çok ağır bir duyarsızlık gibi geliyor, düşündükçe yüzümün yandığını, kızardığını hissediyorum.

Bilgisayarının başında, girenden-çıkandan habersiz, ihtimal sanal iskambil oynayan görevliye sorup, ilgisizliğin nedenini öğrenmek istiyorum.

Birkaç adım ötede İstiklâl Caddesi boyunca, neredeyse 24 saat akan insan selinden kaç kişinin sıyrılıp, sergiyi izleme “özverisini” gösterebildiğini soruyorum ona.  

Bezgin görevli başını yavaşça çeviriyor, “Altmış kişiyi geçtiğini hatırlamıyorum” diyor. Süreçten bir yakınması yok genç memurumuzun. 

Nasıl bir işi olduğunu soranlara, “Çok rahatım, akşama kadar oturup bilgisayarımla oyun oynuyorum”, diye övündüğünü düşündüren bir memur tipi.

“Burası İstanbul’un merkezi, en seçkin semtlerinden biri hatta birincisi değil mi”, diye feryat etmem şaşırtıyor görevliyi.

“Girmiyorlar ne yapabiliriz beyefendi!”, diye hafifçe azarlıyor beni. Üstlerine iletebileceği öngörüsüyle aklımdan geçenleri söylüyorum memura:

“Giriş kapısının iki yanında ya da İstiklâl Caddesi’nden rahatça görülebilecek bir yerde; burada bir sergi salonu olduğu ışıklı bir levhayla duyurulursa, insanların görmezden gelmelerine olanak yoktur”, diyorum.

“Orasına benim aklım ermez, büyüklerimize akıl vermek yakışmaz bize, mümkün olsa yaparlardı herhalde”, diyor memur. 

O gün, dışarıda hava oldukça sıcaktı. Benim bu salonu keşfetmemin nedeni de İstanbul’un bunaltıcı havasıydı aslında. Oturacak bir yer bulamayınca çevreyi kolaçan ederken görmüştüm, “Büyükşehir Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi” levhasını. 

Sevinçle daldım içeri. Küçük, kemerli bölmelerden oluşan salon havalandırma aygıtıyla hayli serinletilmişti. 

Hem serinleyecek dinlenecek bir yer hem de sanat eserleri seyretme olanağı. 

O bunaltıcı sıcakta, insan başka ne isteyebilirdi ki?

İstanbullulara ve gezginlere ısrarla öneriyorum; Taksim Cumhuriyet Anıtını görüp ziyaret ettikten sonra, gerek güzel sanat eserleri izlemek, gerekse serinlemek amacıyla o salonu sık sık ziyaret etmelidirler. 

Varsıllıklarını artıracak bir mekândır sergi salonu.

Celal İlhan

http://www.sonkulis.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)