Şiirin değerini ne belirler? Banka yayınevlerinin dayattığı şiir ideolojisi / Kaan Eminoğlu
Dünyanın bütün elmasları Memleketimden İnsan Manzaraları gibi bir şaheser yaratmayı başarabilir mi?
Bir eşyanın değerini belirlemek için –genellikle– onun doğada bulunabilirliğinin ölçütüne göre hareket etmek zorunda kalıyoruz. Elma değerlidir çünkü oluşumu için binlerce yıl gerekli ve bu binlerce yılda oluşmuş madenin dünyadaki rezerv varlığı bir hayli az. Aynı şeyleri altın gibi yakut gibi safir gibi değerli madenler için de söyleyebiliriz. Peki değer biçme söz konusu olunca sanat eserini hangi noktaya koyacağız? Sanırım çağımız, sanatın değerini onun için para harcayan kapitalistlerin insafına bırakmış durumda. Duvara bantlanmış bir muzun dudak uçuklatan fiyatı ile gündeme gelmesi ise boşuna değil. Sanat eserinin nitelik niteliksizlik bandından çıkarılarak para ile uysallaştırılması bir yandan da kapitalistlerin kara paralarının aklanması gibi birçok unsurun devreye girmesi sanat olmayan sanat eserlerinin “değerli” hâle gelmesine neden olabiliyor. Elbette bu değer meselesi sanat eserinin “maddiyat” ile ölçülmeye çalıştığı bir rakamsal durumdan daha fazlası değil. Süleymaniye Camisi para ile satın alınamayacak bir değerdir. Dünyanın bütün elmasları Memleketimden İnsan Manzaraları gibi bir şaheser yaratmayı başarabilir mi? Peki bu pahalı manevi değeri yaratan estetik durumu nasıl açıklamak gerek? Yıllardır eleştirmenlerin peşine düştükleri soru da tam burada başlıyor. Bir eseri değerli ya da değersiz görmeye yarayacak olan nedir? Bir eseri diğerinden nasıl üstün tutar ya da geride görebiliriz? Çağımız "post-truth" anlayışının edebiyat eleştirisine sıçraması bu soruları işlevsiz bıraktı. Post-truth anlayışın kör dövüşü eleştirmenin ya da kitap tanıtımcısının görülmesi gerekene değil, kendi algısına ve metin ile o metni yaratan sanatçıdan bağımsız bir alana hapsoldu. Bunun için bugün birtakım liberal eleştirmenler eserlerinde Nâzım Hikmet’in, Attilâ İlhan’ın toplumcu olmadığını; toplumcu olmak için meselelere sınıfsal değil ırk ve mezhep odaklı bakmak gerektiğini (!) savunabilecek pozisyona gelmiş bulunmaktalar. (Not: Varlık dergisi Şubat 2019 sayısı Sabit Kemal Bayıldıran’ın Nâzım Hikmet ile ilgili yazısı post-truth eleştirinin nadide bir örneği olarak incelenebilir.) Bu soruyu sormak şiir için bir değer biçme arayışının göstergesi olsa da, sorulan sorudaki değer biçme amacı nicel olana değil, nitel olana kapı aralamaktadır. Amaç nitelik bakımından bir değer biçme ise bir şiirin değerini onun gerçeklikle kurduğu ilişki belirler demek en doğru yorum olacaktır. Üstelik bu duruma şahitlik edecek birçok argümana sahibiz. Geçmişten günümüze ulaşmış manevi değer bakımından üst düzey sayılan eserlerin ve o eserleri yaratan sanatçıların hepsine bakılabilir. Soruyu edebiyat alanına çekersek Yaşar Kemal büyük yazardır çünkü gerçeklikle kurduğu ilişki yüksektir, Nâzım Hikmet büyük şairdir çünkü Türk şiirini gerçeklik algısı en yüksek şairidir yorumları yapılabilir. Bu yorumlara –ciddiye alınabilecek olan– hiçbir edebiyat otoritesinden itiraz gelmeyecektir. Gerçeklik ölümsüzlüğün anahtarı olmasına rağmen bu anahtarın kullanılmaması için mücadele eden birçok mekanizma devrede. Örneğin kapitalist/banka yayınevleri... Bu yayınevleri yarı deneysel, yarı biçimci ve tam soyut şiirin daha değerli olduğu yönünde bir algı yaratarak edebiyat kamuoyuna kendi varlığını sorgulatmayacak "suni şiir"i kabul ettirmeyi başardı. Banka yayınevleri sistem yayınevi oldular. Bu anlayışın (sistemin) dışında yazan şair ve romancılar kapitalist yayın dairesi içerisinde kendisine yer bulamıyor. Sistemin dışına atılan kendilerini "gerçekçi", "sosyalist", "toplumcu", "demokrat", "kemalist" vs. olarak tanımlayan ve başka bir estetik anlayışına sahip sanatçılar görmezden geliniyor. "Resmen" kapitalist bankacı yayıncılık, kendi güdümünde yetiştirdiği akademisyen ve eleştirmenleri kendi varlığını ve bu varlığın yarattığı sosyoekonomik çelişkiyi sorgulatmayacak bir kültürel iktidar yaratmış durumda. Elbet kapitalist kültürel iktidara karşı direnen insanlar var. Bu direncin bayraktarlığını ise genç kuşak şairler ve yazarlar yapıyor. Gençlik dinamizmi, itaatçi anlayışı yok etmek için var gücüyle çalışıyor. Gerçekçi estetik tüm dayatmalara rağmen gücünü toparlayıp eski şaşalı günlerine dönme imkânı arıyor. 2010 Kuşağı şairlerinden Eray Sarıçam’ın gerçekçilik anlayışı da bu arayışın verimlerinden biri olarak göze çarpıyor. Eray Sarıçam ikinci kitabı olan Ömrüm Yettiğince Savaş’ta hayata, sanata, siyasete, geçmişe ve geleceğe ilişkin heyecanlarını dile getirmiş bir şair olarak karşımıza çıkıyor. Anlam açıklığı, telmihlerle fikri referanslarını ortaya koyması, ontolojik durumunu kendi bedeni üzerinden anlatarak neo-epik bir şiir anlayışına sahip olması onu 2010 Kuşağı’nın suya sabuna dokunan şairlerinden biri yapıyor. Açıktan yaptığı ithaflarının yanı sıra telmihlerle yaptığı ithafların fazlalığı gözden kaçamayan bir ayrıntı olarak duruyor. “Adımızın çağrılıp çağrılmadığı çağlarda…” diyerek Edip Cansever’e, “New Turkey”, “Kalp ile Tasdik”, “Nerede dedim taşınacak çarmıh/Nerede tökezlenecek o mübarek yol.” diyerek İsmet Özel’e, -“Ne çıkar biraz mübalağa san’atından ne çıkar-/Hem ben beni her gün çatık kaşlarıyla karşılayan/Dökülgen bir kadından bahsederken de/Mübalağa etmiyor muyum?” diyerek Orhan Veli’ye, “O kuşlar ki kanat çırpışları/Gereksiz kıldı taşınacak odunları” diyerek de Yunus Emre’ye selam göndermesi bile onun Türk şiirinin geçmiş birikimine sahip çıkma konusundaki kararlılığını gösteriyor. Örneğin Abdülkadir Budak, "Ben Hayatta En Çok Annemi Sevdim", Baki Ayhan T. "Ben Hayatta En Çok Kendimi Sevdim" şiiriyle Can Yücel’in "Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim" şiirine nazire yapmaları buna örnektir; iki şiir de nazire yaptıkları şiirin gölgesinde kalmamışlardır; başarılıdırlar. En az naziresi yapılan şiirler kadar başarılı olan bu şiirler bu özellikleriyle şairlerinin referans şiirleri hâline gelmiştir. Ancak aynı durumu Eray Sarıçam şiiri hakkında söylememiz pek de mümkün gözükmüyor: Örneğin: “Nerede dedim taşınacak çarmıh/ Nerede tökezlenecek o mübarek yol./ Bir savaşa girmeye hazır değilim, ne çare/ Kahramanlar gibi ölemeyeceğimin savaş meydanlarında…/ Işıklı yollar çok geride kaldı/ Sığındım, sonunu kestiremediğim yollara/ Bozdum yuvalarını kuşların!/ O kuşlar ki kanat çırpışları/ Gereksiz kıldı taşınacak odunları…”[1] dizeleri, güç bakımından “Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi/ taşınacak suyu göster, kırılacak odunu/ kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde/ bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin/ tütmesi gereken ocak nerede?” dizelerinin bir hayli altında kalıyor. Sarıçam’ın şiirinin bir başka karakteristik özelliği ise bedeni üzerinden dünyayı ve varoluşunu tanımlaması noktasında ortaya çıkıyor. Aslında bu durum güçlü bir egonun kendi kahramanlığını dünyanın kaderi ile bir birliktelik –varoluş ya da yok oluş noktasında– kurarak pekiştirmesinden kaynaklanıyor. Ancak bunu yaparken karamsarlıktan kurtulamıyor. Karamsar olmak etken gücü tüketip edilgenleşmenin ortaya çıkmasına neden oluyor: “Ne bir uçağım var uçuracak ne de bir gemiyi yüzdürecek gücüm/ Her seferinde bedenimden ayrılan bir şeyler…/ Yoksa ben çapkınlığı mıyım babamın, öyle kadersiz ve kararsız”[5] [1] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:17 [2] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:16 [3] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:21 [4] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:21 [5] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:25 [6] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa: 26 [7] Eray Sarıçam, Ömrüm Yettiğince Savaş, Ebabil Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2019, Sayfa:44 Kaan Eminoğlu
Değerin felsefi alanda bir karşılığının olması değer konusunda yaşanılan karışıklığı soru sorarak aşmamıza yarıyor. Herkes tarafından bilinen ama kolay kolay dile getirilemeyen bir gerçek vardır: Bir sanat eserinin maddi değerini de aşan bir manevi değeri varsa o manevi değer sanat eserini asırlar boyunca yaşatarak var olma sürecine katkıda bulunur. Bu yüzdendir ki Mona Lisa’nın değeri onun çağındaki maddi değerinin çok daha üstündedir.ŞİİRİN DEĞERİNİ NE BELİRLER?
BANKA YAYINEVLERİNİN EGEMEN ŞİİR İDEOLOJİSİ
DOSTLARA TAŞLAR: ERAY SARIÇAM ÖMRÜM YETTİĞİNCE SAVAŞ
Eray Sarıçam’ın dinî referansları sık sık kullandığı hurafeleri ise ironik bir anlatımla yerdiği kitabı dini ve ilmi olan arasında bir sentez kurarak millî değerlere bağlı cumhuriyetçi bir ideolojik yapının somutlaştırılması olarak değerlendirilebilir. Kitapta Cengizhan Genç’e, Vural Kaya’ya, Tugay Özdemir’e, Arif Damar’a ithaf ettiği şiirleri bulunan Sarıçam’ın bu tavrı genç şairlerde pek de bulunmayan vefa anlayışının korunduğunu göstermesi bakımından önemli bir veri olarak karşımıza çıkıyor.
Bana kalırsa –son tahlilde– imgesiz bir İsmet Özel şiiri yazıyor Eray Sarıçam. Ancak şiirindeki bu hâkim ve baskın İsmet Özel sesi özgünlüğünü yaralıyor onun. Sarıçam’ın bir başka şairin sesiyle kendi poetikasını buluşturmaya çalışması birçok yerde bir kan uyuşmazlığı yaratmış ve bu durum şiirinde doku hasarı oluşmasına sebep olmuş. Bir nazireninbaşarısı, başarıya ölçüt alınan şiirin başarısına ulaşıp ulaşamama noktasında ortaya çıkar.
Sarıçam’ın şiirinde bir başka eğilim ise poetikasını anlatma isteğini dizginleyememesinde ortaya çıkıyor. Bunu bir imkân olarak da bir zaaf olarak da değerlendirebiliriz. Sarıçam şiirindeki "persona", sürekli olarak poetikasını haykırmak istiyor, bunu da bir kapalı şiire karşı açık şiiri meşrulaştırma isteği yaratıyor diyebiliriz. “Ektiğim hiçbir çiçeğin imgesel değeri yoktu ya da sembolik”[2], “Biliyorsun, ben ömrümce kaçtım imgelerden”[3], “Hepsi hepsi ama hepsi bir halk şiiri gibi çırılçıplak.”[4]
Mısra-ı berceste denilebilecek kalitede birçok dizesi var Sarıçam’ın: “Sanki zamansızlıktır Allah’ım alnımdan damlayan ter”[6] onlardan bir tanesi. Geceyi hayale açılan bir kapı, gündüzü gerçekliğin tüm çıplaklığı addettiği ve bu iki anın birbirine diyalektik mahkûmiyetini ifade ettiği -kitaba da ismini veren- şiirindeki “Gecenin bereketinden gündüzün şerrine sığınıyorum”[7] dizesi kitaptaki en başarılı dize olarak karşımıza çıkıyor.
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR