Son Dakika



Eşyasız git-gel on adım. Duvara dayalı iki metrelik kitaplığın gözlerinde ve damında birikmiş iki bine yakın kitap, bir giysi dolabı, pek oturmadığım bir koltuk, mezarım saydığım bir yatak, televizyon sehpası üzerinde hiç açmadığım ince belli bir televizyon... Eee, bize ne kaldı? 

Bir de pencere, hiçbir yere bakmayan sürgülü bir pencere. Aslında bakıyor. Sıvası çatlak bir duvara bakıyor. Aydınlığa bakan bir oda benim odam, bir parça aydınlık görmese de.  

Bizimkiyle birlikte üç apartmanın sesi birikir bu aydınlıkta. Bu insanları sokakta görsem tanımam. Tanıyabilmem için konuşmaları gerekir. Örneğin, bir kadın var. Hiçbir yere bakmayan odamın bakabilmeyi belki de çok isteyeceği çocuk parkına seslenip durdu yıllarca. Belki on yıl, özellikle yaz akşamları kızını, hadi artık eve gel diye çağırdı durdu. Parka seslenmiyor artık. Kızı büyüdü. Geçen, erkek arkadaşını aldı eve. Bira içtiler. Çocuk içtikçe küfür etmeye başladı. Şişeyi de aşağı salladı. Sinirlendim. Kızdım, tehdit ettim, sesleri kesildi. Kız özür diledi. Erkek arkadaşına kızdı. İki saat kadar sonra annesi geldi. Bu evin hali ne böyle diye söylenmeye başladı. Bir daha arkadaşların gelmeyecek diye kesip attı.

Yerden üç kat yüksekteki odamın beni en rahatsız eden yanı, beni rahatsız eden insanları görmemi sağlayamaması. Kime küfür ettiğini bilmeden küfür etmek hiç de doyurucu olmuyor.

Az önce köpeğine bağırıp küfür eden delikanlı sıktı canımı. Köpekten çıkan acıklı sesler sabrımı taşırdı. Sanırım köpeğe vuruyordu. Ne oluyor orada? İşkence mi yapıyorsun köpeğe? Polis mi çağıralım yani? Delikanlı altta kalmadı: Sana ne oluyor? Sen kimsin?

Gel de şimdi kendini tanıt. Sahi kimim ben? Neden 25 yıldır bu odada yaşıyorum? Neden hiçbir şeyi göremiyorum? Neden, kulaklarımın kendilerini ince ince salması gereken saatlerde kulaklarım gözlerimin yapması gerekenleri kendine görev ediniyor? Neden başka bir yaşamım olmadı? Ve neden yüzünü göremediğim bu delikanlı ile köpeği arasındaki tartışmaya katılmaya zorunlu hissediyorum kendimi?

Camı sürdüm sinirle. Varsın havasız kalsın oda. Mezarıma uzandım. Gözlerim kitaplarımda gezindi. Bu kör odada on binlerce yaşam, on binlerce zaman dilimi yatmaktaydı aslında. Bir o kadarı da salondaydı. Elime bir kitap alayım derken üst kattaki oğlan kafasını kapılara vurmaya başladı. Bu ana oğulun kavgaları da ilginçtir. Yaklaşık yarım saat sürer. Ben bunları yazarken onlar halen birbirlerini öldürüp duruyor. İşin diğer acıklı yanı, benim bu ana oğulu da tanımam için seslerini duymam gerek. 

Erdinç Gültekin
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)