Kızılbaşların güzelim yurtlarından koparak Horasan'a, Azerbaycan'a, Kafkasya'ya, Şiraz'a, susuz ve verimsiz bölgelere gitmesinin nedeni neydi?

Haydar oğlu İsmail’i gerçekten de İmam Mehdi olarak görüp de mi yurtlarını böyle terk ettiler? Haydar'ın oğlu İsmail İsmail, onu müezzin olarak gördü ve vatanını terk etti mi?

Bir halkın ülkesini öz topraklarını terk etmesi bu kadar kolay mı? Böyle açıklamak mantıklı mı?   

Bir halkın topluca yer değişiminin sosyolojisi incelenmezse, bilimsel bilgi elde etmek mümkün olabilir mi?

Neden kızılbaşlar Anadolu'yu terk edip Horasan'ın, Kafkasya'nın, Şiraz'ın, Azerbaycan'ın en verimsiz iklimlerine yerleştiler?

Bunun ne faydası vardı?

O dönemde  yaşama yerlerini değiştirmekte kızılbaş halkı ne fayda görüyordu?

Bir toplum nasıl olur da daha sevimsiz, daha verimsiz yaşam yurtlarını tercih eder?

Bu temayül akla karşı değil mi?

Bu soru üzerine ciddi düşünmek gerekir. Orta Asya'nın kurak çöllerinden Anadolu'nun bozkırlarına yerleşen Türkler halen verimli toprak bulamamışlar mıydı? Ekonomik kaynakları hayvancılık olan Türkler için Anadolu'nun bozkırları da belki uygun mekan değildi; çünkü su kıtlığı vardı.

Sert iklim koşulları ve Türklerin Orta Asya'dan bilinç altılarında getirdikleri agresif yaşam koşulları onlarda uygun yaşam yerleri arama duygusunu mutlaka kurtarıcı bir karizmatik lider erkekliğine uyma hissi ile özdeşleştirmişti.

İsmail isminde sahtekâr bir mehdi onların bu inancını sömürmeyi başardı. Bu inanç da zaten sömürülmeye çok yatkın. Böylece Anadolu'nun bozkırlarında köklü ekonomik, sosyal, tarımsal, kültürel deneyimleri ve anıları, vatanlaşan toprağa bağlılıkları olmayan Alevîler önce kızılbaş oldular.

Kızılbaş nedir? Kızılbaş Şah İsmail'in dedelerinin birinin Farsça olan adıdır. Safevi kaynakları onun Kürt olduğunu bildirmektedirler. Şah İsmail'in dedelerinin birinin adı olan "Zerrinkülah",  "Elkürdi Elsencaninin oğlu Zerrinkülah" olmuş! 
(1)

Alevilerin Farsçaları olmadığı için "zerrin külah" sözünü Safevi soyu Türkçeye "kızılbaş" olarak tercüme etmiş. "Altın baş" kelimesi "zerrin külah" kelimesinin tam olarak Türkçe karşılığıdır.

Anadolu'nun yoksun ve yoksul susuz çöllerinde yaşayan Türkler böyle kızılbaşlaşdılar. Bir yandan da Osmanlı'nın ezici baskıları, ağır vergileri, Türkleri aşağılamaları ve zulmü onların gününü zindan etmişti.

Böylece klimatolojik ve siyasi olarak birkaç faktör el ele vererek kızılbaşlaşan Alevilerin yurtlarını terk ederek belirsiz bir hedefe, uydurulmuş Safevi yalanına doğru topluca hareket etmelerine yol açmıştı.

Kızılbaşlaşan Türkler, 300 yıl boyunca Fars ırkçılığının amaçları yolunda gereksiz eşya gibi kullanıldılar. Farslar Safevîliği kurup Sasaniyyeti dirilttikten sonra kızılbaş Türklerin kentlere girmelerine bile izin verilmedi.

Şahsevenleşdirilen Kızılbaşlar, Horasan'ın, Şiraz'ın, Kafkasların, Azerbaycan'ın susuz çöllerinde kültürel ilişkiler dışında sert göçebe hayatlarına devam ettiler. Şehir hayatına alışmış Bayındır Türklerini yok edip kendileri de zerre-zerre sızan su kaynakları çevresinde köyleştiler. Küçük köyler. Böylece Sefevizade  Türkler Fars ırkçılığının amaçları uğruna savaşıp ölmek için insan üreten fabrika haline getirildiler. Okulu, kitabı, kalemi, şehri, mülkü, kültürel yaşamı olmayan göçebe Türkler Fars ırkçılığı merkezli İrani kimliklerin tesisi için, canlı makineler olarak kullanıldılar. Sadece canlı makina.

Safevi karanlıklara gömülerek insani kimliğini, aklını, dilini kaybetmiş kendi başına dövüp, zincir vuran, molla-feodal kölesi olan, tarih dışı bu canlı makina sürülerini Nadir Şah, Avşar tarihin içine sevk etmeye çalıştı. Sasani kimliği nostalgiyası üzerine oluşdurulan "Ebubekire, Ömer'e, Ayişeye lanet" diyerek gömüldükleri karanlıktan dışarı çıkmak istemeyen kızılbaşlaşan Türkleri Nadir Şah terbiye etmeye çalıştı.
Nadir Şah, büyük Türk kimliği ve geniş Türk ülkeleri içinde kızılbaşlık felaketini tarihten silmek istemişti. Ruhlarını Safeviyyet iblisi çalmış bu kitleyi Nadir Şah tarihi bir millet yapabileceğini sandı.

Fakat bu bugün de kolay değil. 300 yıllık Safevi zulmeti bu Türklerin gözlerini karanlığa alıştırmış, ışıktan korkar hale getirmiş.

GÜNTAY GENCALP'İN TİMETÜRK'DEKİ YAZISININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ


 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)