Radyodan vazgeçebilir miyiz? / Selim Esen
Radyo yayınının ses dalgaları yoluyla dinleyiciye ulaşması demokrasi ile yakından ilişkilidir. Çünkü ses dalgaları da havanın içinde yol alır. Havanın kamu malı olması da radyoyu, demokratik bir araç kılar. Öte yandan, alıcısı ve vericisini kurmak da diğer kitle iletişim araçlarına oranla daha ucuz ...
Birçok ülkede radyonun ilk yıllarına bakıldığında eğitim ve bilgilendirme amacının temel işlev olduğu gözlenir. Radyo, çok gecikmeden ülkemize gelmesine karşın gerek maddi imkânsızlıklar gerekse yanlış politikalar sonucunda kendisinden beklenen fayda sağlanamaz. Bu anlamda Türkiye’de radyonun şirket dönemi olarak adlandırılan ilk on yılının Atatürk devrimlerinin topluma benimsetilmesi yönünde önemli bir işlevi yerine getirdiği de söylenemez. Radyonun etkin olarak işlevini İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra savaşın gidişatına ilişkin olarak yaptığı yayınlarda görülür. Bu durumun radyonun dünyadaki kullanımına paralel olarak geliştiği söylenebilir. O zamana kadar, eve eğlenceyi getiren bir müzik kutusu konumundaki radyonun dünyanın herhangi bir yerindeki olayı ya da yapılan bir konuşmayı anında dinleyiciye ulaştırabileceği fark edilir. Çok partili hayata geçişle birlikte, radyo konusu farklı bir boyut kazanır. Tek parti döneminde “hükümetin ağzı olma şerefini” taşıyan sihirli kutu 1950’de iktidarın el değiştirmesiyle “hükümetin borazanı” adını alır. 1927-1965 yılları arasında Türkiye’de yasal düzenlemesi en sık değiştirilen kuruluşlarımızın başında radyo gelir. Bu dönemde radyolarımız yönetim bakımından sürekli olarak çalkantılardan kurtulamaz, yöneticiler çok sık değişir. Radyoculuk bir türlü belli bir meslek düzeyine çıkamaz ve radyo yönetiminde görev alanlar bulundukları yeri daha yüksek görevlere geçebilmek için basamak olarak kullanır. Bu koşullarda uzun yıllar programcı yetiştirmeye de önem verilmez. Düz konuşma biçimindeki söz programları genellikle radyo dışındaki kişilere hazırlattırılır. Baskı rejiminin de işine geldiğinden yayınlarda daha çok müzik programlarına ağırlık verilir. Radyo yöneticileri de daha çok müzikçilerden seçilir. Haberlerde ise genellikle Anadolu Ajansı’nın uygun gördüğü olaylara değinilir. Radyo dinleyicisinin Türkiye içinden ve dışından haber alma özgürlüğü son derece sınırlıdır. Bir dönemde yasaklamalar dikkat çekiyor. Radyolarımızda Rus müziği, “kırmızı” sözcüğü, piyeslerde karıkoca öpüşmesi ve intihar, Yves Montand ve Sartre adının geçmesine izin verilmez. İstenmeyen konuların radyo yayınlarında her yer alışında salt “ihtar”la yetinilmez, işten atma ya da bir başka göreve atama gibi yollara da başvurulur. Radyolar üzerindeki bir başka baskı da hükümet tarafından, 27 Ocak 1951 tarihinde 548 Radyo Yazıları (1927-1967) Radyo Yazıları (1927-1967) 549 reklam yayınları başladıktan sonra görülüyor. Radyo yönetiminin başvuru kurallarına uymadığı için geri çevirdiği reklamların sahipleri hükümetle iyi ilişkilere girip hem reklamlarının yayınlanmasını, hem de reklamları için iyi yayın saatleri seçilmesini, radyo yöneticileri üzerinde kurulan baskılarla sağlıyorlar. Türkiye Radyolarında uzun yıllar konuya mesleksel açıdan bakacak programcı bulunmaması, programcı geçinenlerin de direnmemesi sonucunda ve o günlerin siyasal havası içinde, tek yorum saati olan “Radyo Gazetesi”nin özellikle 1959’a doğru korku ve şiddet yaratan ve muhalefete hiç yanıt hakkı tanımayan bir özelliğe bürünmesine yol açıyor. Aynı anlayışla, sözde Demokrat Parti’ye geçen vatandaşların adlarının 30 ya da 45 dakika süreyle okunduğu “Vatan Cephesi Saati” yaratılıyor. Ana haber bültenlerinin süresi 15 dakika ile sınırlandırılmış olmasına karşın, hükümet temsilcilerinin konuşmalarıyla 70, 80 dakikaya çıkarılıyor. Bu ve benzer siyasal yayınlar radyo yöneticilerinin bilgisi dışında, Başbakanlık’ta ya da Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde oluşturuluyor, radyo dışındaki konuşmacılar tarafından kamuoyuna duyuruluyor. Radyoculuğumuzun ilk gününden TRT’nin kurulduğu 1 Mayıs 1964 tarihine dek en sıkışık durumlarda, en az bütçeyle, en az sayıdaki eleman ve araç gereçlerle ve en çalkantılı dönemlerde yine de bir şeyler yapabilme ve çalışabilme alışkanlığını gözlüyoruz. Ama siyasal iktidarın baskıları bu dönemde de radyoların üzerinden eksik olmuyor. Radyoların bütçesi verilmiyor, örgüt içerden ve sinsice ele geçirilmeye çalışılıyor, personelin tazminat ücretleri hükümet tarafından ödenmiyor, kadrolar çıkarılmıyor, hesaplar dışardan denetlenmek isteniyor ve radyo programları ile ilgili pek çok soruşturma açılıyor. Fakat tüm bu engellemelere karşın radyo programcılığı ve anlayışı değişiyor, gelişiyor. Radyolarımızın sayısı, gücü ve yayın saatleri artıyor. Halka yakın programların hazırlanabilmesi ve yayınlanabilmesi sağlanıyor. Ne var ki, 12 Mart 1971’de yengi sahibi olan egemen güçler TRT’nin kendi çıkarları açısından yayın yapabilmesini sağlamak amacıyla TRT yönetiminin de katkısıyla özerkliği kaldırmayı başarıyorlar. 12 Eylül 1980 Türk radyo-televizyon yayıncılığına bir darbe daha vuruyor. 94 yıl sonra bugün, her bakımdan karanlık dönemlerin yaşandığı ülkemizde radyolarımızın ve televizyonlarımızın özgürce yayın yapabildiklerini görebilmenin beklentisi içinde oluyoruz. Peki, Bugünün TRT’si ne durumda diyecek olursanız, onu da aksakal gazeteci Rahmi Turan yanıtlasın: Halk aç kalıyor ama TRT’yi doyuruyor! Adı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu... Kısaca TRT diyoruz. Türk halkının kesesinden çıkan paralarla yaşıyor ama Türk halkına, doğru ve tarafsız haberler vermiyor, iktidar yandaşlığı yapıyor, Atatürk karşıtı abuk sabuk insanları programlara çıkarıyor, özetle Türk halkına faydalı olmadığı gibi zarar veriyor. Bu nedenle TRT’nin izlenme oranı, özel televizyonlara göre düşük! Haberlerine güvenen ve inananların sayısı da çok az! (…) TRT, izlemeyen milyonlarca aile de dâhil, herkesin elektrik faturalarına zorunlu olarak eklenen paralarla aldığı milyonları hiç hak etmiyor! Halkımız sayesinde çok büyük gelire sahip olan TRT, bu geliri babasının parası gibi savurduğu için zarardan da kurtulamıyor! TRT de 7500 personel çalışıyor ya da çalışır görünüyor, bunlara 581 milyon lira maaş ödeniyor. Özel kanallarda çalışan personelin sayısı bundan en az 10 kat daha az! Kadro yandaşlarla şiştikçe şişiyor ama ne gam, millet sağ olsun... Parayı çileli insanlarımız veriyor, halk aç kalıyor ama TRT’yi doyuruyor! Milyonlarca vatandaşımız TRT’yi izlese de izlemese de, evinde televizyon olsa da, olmasa da, her elektrik faturasında TRT payı (daha doğrusu TRT haracı) ödüyor!” (Rahmi Turan, “Vicdanları Rahat mı?” Tokmak 2, Sözcü, 26.01.2017, s.11). Ülkemizde radyo yayınlarının özlemli yanına değinecek olursak: Radyonun altın çağı, tek parti rejimi ve 1960 darbesine dek geçen süreye denk gelir. Radyo dinleyicisi geçmiş zaman öyküleri, radyo tiyatroları ve diğer anlatılarla bambaşka diyarlara yolculuğa çıkar. Radyo yüzlerini ya hiç görmediğiniz, ya da, ancak dergilerdeki fotoğraflarından tanıdığınız insanlarla dolup taşar. Bu insanlar sesleriyle küçük kutudan çıkıp gelirler. Radyo dinleyici için özeldir. “Bizim, benim” olarak nitelenir. Anten ve yıldırımsavar kurulumu, düğmenin çevrilmesi, lambanın ısınması ve yanması, istasyonu arayıp bulma, yayını dinlenme anı, radyonun ilk bozulması ve tamire gitmesi, radyoda ilk kez bir solisti, daha önce duymadığı bir şarkıyı duyma da buna dâhildir. Radyonun ilk günlerini yaşayanların aktardıkları, “radyoyla ilk karşılaşma anı”nın, tıpkı evlilik töreni, doğum, askerlik ya da okula ilk başlama anı kadar özel, öznel, kişisel ve değerli olduğunu ortaya koymaktadır. Kısaca Bugün Türkiye’de ulusal ve bölgesel, yaklaşık 960 FM, “Frekans Modülasyonu / çok net ses veren” radyo var. FM radyoların, TUİK’e göre dinlenme oranları günde ortalama 3 saat 10 dakikadır. Bu da gösteriyor ki, radyo 1927’den bu yana bir tek düğmenin açılıp kapanması ile bize dünyanın diğer birçok yerindeki bilgiyi taşıdı, hala da taşıyor. Açık veya kapalı her türlü mekânda dinlenilen bir aygıt olmuştu, hala da oluyor. Radyo satın alamayan, kahvehaneye de giremeyen ya da girmek istemeyen insanlar, kahvehanelerin önünde bekleşerek haberleri dinlediler, hala da dinliyorlar. Radyo da tıpkı sözlü tarih gibi, ses var olduğu sürece ve insanoğlu kendininkine benzer bir ses duymayı istediği sürece dönüşerek, değişerek, belki de, bambaşka bir kişiliğe bürünerek varlığını sürdürecektir. Selim Esen
Radyo Yazıları (1927-1967)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR