Modernizm ve köktendincilik / Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven
Modernizm kavramının tek başına ele alınamayacağını, onun Aydınlanma, kapitalizm, bilim gibi kavramlar bağlamında bir bütünün parçası olduğunu bilmemizde yarar var. Aslında bu kavramsal bütünün başını çeken kavram ise Aydınlanma düşüncesidir.
Son zamanlarda postmodernizmin ekmeğine yağ sürercesine modernizme karşı açılmış bir savaş var. Modernizmin bu topluma bir “dayatma” ile geldiğini, ama artık “kendi yolumuzu kendimizin çizme zamanının geldiği” düşüncesi, örneğin Ayasofya’nın cami yapılması gibi başka somut göstergelerle temellendirilmeye çalışılıyor. Her şeyin irdelenmeden yüzeysel ve politik-ideolojik değerlendirmelerle kamuoyuna sunulduğu şu günlerde işin aslını, yani gerçeği göstermek gerekiyor. İlkin yapılması gereken modernizm kavramının tek başına ele alınamayacağını, onun Aydınlanma, kapitalizm, bilim gibi kavramlar bağlamında bir bütünün parçası olduğunu bilmemizde yarar var. Aslında bu kavramsal bütünün başını çeken kavram ise Aydınlanma düşüncesidir. SERÜVEN BAŞLIYOR Felsefe tarihçilerinin birçoğu 18.yüzyıl Batı felsefesini “Aydınlanma Felsefesi” olarak nitelemişler, bunu yaparken 18. yüzyıldan on yüzyıl (1000 yıl) geride ne/neler olup bittiğini ister istemez hesaba katmışlardır. Çünkü düşünceler, fikirler, bakışlar ve görüşler zaman içinde birbirlerini etkileyerek ve besleyerek ortaya çıkarlar ve böylece tarih oluştururlar. Karşımızda dile kolay, hemen hemen 1000 yıl sürmüş bir Batı Ortaçağı var. Gerçekten de dile kolay gelen ve düşünmekte güçlük çektiğimiz bir zaman süresi bu. Demek ki bu zaman zarfında, o zamanı belirleyen düşünceler, fikirler, değerlendirme biçimleri var. Bu bakımdan denebilir ki Batı Ortaçağı, Filistin’den çıkarak büyük bölümü Anadolu üzerinden yol kat etmiş, Roma’ya ulaşmış; geçtiği bu yollarda izlerini bırakmış ve Avrupa’da kendisine köklü bir mekân bulmuş olan Hıristiyanlığın üzerine kurulmuş dinsel bir inanç sisteminin çağıdır. Öyle bir inanç sistemi ki, kendine özgü akıl yürütmeleri ve mantığıyla, kurduğu yabana atılamayacak düşünceler dünyası ve filozoflarıyla, ciltler dolusu kitaplarıyla insanların dünyaya, ilişkilere bakışlarını ve onların değerlilik anlayışlarını etkilemiş, birçok filozofa da kendi düşünce dünyaları için hareket noktaları vermiş, böylece de kendisine felsefe tarihinde ciddi bir yer edinmiştir. FARKINA VARIŞ İşte böyle yüzyıllar süren bir zaman dilimi içinde, Batı Ortaçağını belirleyen bakışın ve değerlilik anlayışlarının üzerinde 17. yüzyıla kadar ciddi bir düşünce üretiminin olduğu söylenebilir. Bu dönemde ne olup bittiğinin farkında olan filozoflardan birisi Descartes olmuştur. Ancak asıl ondan sonra D. Hume, J. Locke ve I. Kant üçlüsü insan aklının (“anlama yetisi”) yapısını merak ettiler ve bir dizi sorunun cevabını aradılar: İnsanın bilme ve anlama yetisi nasıl bir yapıya sahip ki bunca zamandır kendisini inanç üzerinde gerçekleştirdi? İnanç nedir ve insan aklında nasıl bir yere sahiptir? İnanç ve bilgi arasındaki fark nedir? Bu onların öylesine merak ettikleri bir konuydu ki, Kant “İnanca yer açmak için bilgiyi paranteze aldım” biçiminde dile getirilebilecek bir cümle bile sarf etmiş, inancın bilgisi ve insanın dünyasındaki yeri ve önemi üzerinde düşünmüştür. Bu çizgi oldukça ayrıntılıdır ve burada ve bu çerçevede söylenebilecek olan, aydınlanmaya gidecek olan yolun taşlarının böylece döşeniyor olmasıdır denebilir. İnsan aklı öyle bir yapıdadır ki, onun, bilgisel olarak yanıtlayamayacağı sorular vardır. Bu sorular akıldan silinip atılamaz, ama yanıtsız da bırakılamaz. İşte bilginin geriye çekildiği yerde inanç(lar) devreye girer. Dinsel inançlar da (“rasyonel teoloji”) böyledir. İnsan aklı bilginin nesnesinin olmadığı yerde kendi nesnesini kendi yaratır ve onun varlığına inanır. AYDINLANMA NEDİR? Kant, bu soruya bir yazısında uzun bir yanıt vermiştir. Aydınlanma aslında insan aklının aydınlanmasıdır. Aklın kendisine katlanarak ne yaptığı üzerinde düşünmesidir. Aklın “kendi suçuyla düştüğü bir ergin olmama durumundan” çıkmasıdır. İnsanın kendi aklını başkalarının buyruğuna vermeyip, kendi aklını kendisinin yönetmesidir. “Sapere Aude!” deyişi bunu ifade eder. Yani kendi aklını kendin kullan demektir. Aklını kullanmak ise, düşünüp taşınmak, kuşku duymak, doğru karşılaştırmalar yapmak ve eleştirel olmaktan geçer. Böylece, aklın bağımsızlığı insan yaşamında yeni bir döneme işaret etmiştir: Modernizm. Modernizm bilim alanında önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Çünkü kendi aklını kendisi kullanabilen insan ancak o zaman bilgisel araştırmalar yapabilir, bilime katkı sağlayabilir. İşte bize “dayatıldığı” söylenen şey budur. POSTMODERNİZME GELİNCE… Postmodernizm için modernizm bir dayatmadır. Çünkü postmodernizmin sloganı serbest bir deyişle söylersek “Her şey meşrudur (Everythink goes)” biçiminde dile getirilebilir. O halde ben kendi yolumu kendim belirleyebilir, inanç temelli bir toplumsal ilişkiler düzenine geri dönebilir, kendi Ortaçağımı kendim yaratabilirim. Köktendincilik (fundamentalizm) postmodernizmin “kankası” olarak bundan çok yararlanmıştır. Bu görünümün tamamlayıcısı kapitalist piyasa ilişkileri düzenidir. Bir yandan bilimsel bilgiyi bir kenara koyamayan, öte yandan eldeki serveti belirli bir azınlık için dev kentler inşa ederek söz konusu ilişkiler düzenini buralarda sürdüren kimi Arap ülkelerinde siyasal- toplumsal yapı ancak totaliterlik üzerinde kendisini var etmiş durumdadır. Her şey öylesine “meşru” ticari bir metaya dönmüştür ki, Kâbe’de Şeytana atılan taşların, tekrar toplanıp ufak torbacıklarda hacılara tekrar tekrar satılması, inancın piyasa ilişkilerinin elinde nasıl bir oyuncağa dönüştürüldüğüne bir örnek olarak verilebilir. Postmodernizm için dile getirilebilecek ve bizim için de öneme sahip düşüncelerden birisi “Her inanca saygı” düşüncesidir. Bu düşünce, kendilerini liberal-özgürlükçü ve bu arada da “solcu” sayan “aydınlar”ca köktendinci (fundamentalist) siyasal yönetime destek olarak ortaya çıkmış ve önceden tartıp biçip düşünülmediği için sonuçları bugün yaşanılan sancılı ve gerilimli toplumsal-kültürel ortamın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Prof. Dr. İsmail H. Demirdöven Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü Emekli Öğretim Üyesi
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR