Kendine İyi Bak Isparta: Zamanın ve kentin içinden yeşil-pembe hatıralar
Isparta’da, birkaç sene içinde yok olacaklarını, yerlerini yüksek katlı apartlara terk edeceklerini hissediyormuşçasına hüzünlü görünen ve sanki birbirlerine yaslanarak ancak ayakta kalıyor izlenimi veren yorgun, eski evlerle dolu. İskender ve Gazi Kemal Mahallelerini birbirine bağlayan iki sokağın ilkinin girişinde, hemen sağdaki evin duvarında “Sena Y.” imzasıyla ve sprey boyayla yazılan bir cümle var: “Kendine İyi Bak Isparta!” Sena kimdir, şu an nerededir, ince bir sitemi ve zamansız bir ayrılığı taşıdığını düşündüren bu sözü neden oraya yazma ihtiyacı hissetmiştir, bilinmez. Ama o dört kelime, ne mutlu Sena’ya ki altmışlı ve yetmişli yıllarda çocukluğunu, ilk gençliğini Isparta’da geçiren Tufan Teksoy’un, Elif Aydoğdu Oral’ın editörlüğünde anılarını anlattığı kitaba ad oldu. Mayıs ayında, Literatür Yayınları’nca okura sunulan ve “Yeşil Pembe Gönlüm Sende” alt başlığı taşıyan bu otobiyografik anlatı, gündelik hayat sosyolojisi parantezine alınabileceği gibi otoetnografik çalışmalar kapsamında da değerlendirilebilir. Zira Teksoy’un hatıraları, geçmişten günümüze tüm yönleri ile toplumsal değişimlerin de izini taşıyor ve anlatıcı ve editörün iki yıllık araştırmaları, okumaları ile tarihsel bir bağlamın içinde yeniden kuruluyor. Yazarın, eskiden Tekeli Çıkmazı diye bilinen, şu an ise 1307 numaralı sokak olarak işaretlenen yerde geçen çocukluğundan başlanarak, Isparta’daki günlük yaşam ritüellerinden sosyal hayata, sanatsal etkinliklerden politik yönelimlere, yeme içme alışkanlıklarından komşuluk, akrabalık ilişkilerine kadar geniş bir düzlemde kaleme alınan satırlar; kent kültürüne önemli değiniler içeriyor ve hem anısal hem de belgesel niteliklerle örülüyor. Teksoy’u bu çalışmaya itense oldukça özel bir yaşantıdan doğuyor: Teksoy, Isparta Ülkü İlkokulu’na devam ederken, çok sevdiğini sürekli dile getirdiği, Cumhuriyet’in fedakâr eğitimci kuşağına mensup öğretmeni Zehra Yürükoğlu, şehirden ayrılacağını açıklıyor ve öğrencilerinden kendisine birer mektup kaleme almalarını istiyor. O mektupları da Yürükoğlu’nun oğlu, annesinin ölümünden sonra, mektupların yazılmasından üzerinden kırk yıla yakın bir zamanın geçmişken, Tufan Teksoy’a iletiyor.
Aya Payana Kilisesi Teksoy’un çocuk saflığı ve gerçekliğiyle yazılmış bu mektupları okumasının ardından, kişisel yaşantılarından yola çıkarak Isparta’yı anlatan bir kitap yazma fikri zihninde beliriyor. Gazeteci Elif Aydoğdu Oral ile tanışmalarını takiben, onun editörlüğünü yapacağı bu kitabın çalışmalarına başlanıyor. Teksoy, belirttiğimiz üzere, çocukluk ve gençlik yaşantılarından yola çıkıyor ve bu sayede bir dönemi, kültürel izlerin peşinde resmediyor. Mahallesini, sokağını, arkadaşlarını anlatırken eski Isparta’yı önümüze seriyor. Kendisi bunu dile getirmiyor fakat aslında eski Isparta kadar eski Türkiye’yi, daha doğrucası eski Türkiye’nin Isparta’sını anlatıyor. Sporun, sanatın, kent mimarisinin, kültürün, eğitimin seksenli yıllardan bu yana piyasacı-muhafazakar paradigma ile yeniden tasarlandığı ülkemizde Teksoy’un anıları adeta iki yüzyıl öncesindenmiş düşüncesi yaratıyor. Bunlara vurgu yapılmıyor ama eleştirel akla sahip okurun bu çıkarımı yapması da zor olmuyor. Siyasetçilerin elinde oyuncak olmuş şehir futbol kulüpleri, eşe dosta bedavadan biraz pahalı olarak hediye edilen hazine arazileri, zevksizliğin ve rantçılığın yansıması olarak ortaya çıkan çarpık kentleşme, içi boşaltılmış ve kindar neslin teorik hamuru olarak görülen temel eğitim, liberal-muhafazakâr hegemonyayı tahkim etme aracı olarak görülen kültür ve sanat… Elbette yeni Türkiye’nin Isparta’sı da bu sürecin dışında kalmıyor. Güncel bir örnek… Teksoy’un, 1975’te Yılmaz Güney’in Arkadaş filmini izlediği, o yıllardan bu yana Isparta’da yaşayan herkesin muhakkak bir kez yolunun düştüğü, havasını soluduğu; bugüne dek binlerce filme, tiyatro oyununa, söyleşiye, panele ev sahipliği yapmış, ülkenin pek çok değerli sanatçısının günlüğünde, hatıratında adı geçen Kültür Sineması, yakın bir zamanda yıkılacak. Hem de alelade bir otopark için. Tehlikenin farkındaydık hep ama maalesef sesimiz, soluğumuz bu yamyamlığa engel olacak kadar çok çıkamıyor. (Konuya ilişkin bir imza kampanyası da bulunuyor.) Tabii eskisinden yenisine, Türkiye’de süreklilik arz eden şeyler de var. Tufan Teksoy’un, kitapta uzunca bahsettiği, aydın bir eğitimci olan babasının; mahallede laf söz olur diye evinde içki içmediği, arada bir mecburen Gül Baba adlı mekâna gittiğini, çok okumak istemesine rağmen memuriyetine zarar gelmesin diye Cumhuriyet gazetesi alamadığı anlatıyor. Bu da bu toprakların okuyan yazan, kafası çalışan insanlarının sürgit kaderi işte… Kitapta bahsedilen ve önemi bakımından anmamız gereken bir başka konu da Isparta kent mimarisinin teşkil edilme süreci. Elif Aydoğdu Oral, Tekeli Çıkmazı ve etrafındaki yapıların mimari arka planını araştırırken Nazilerin iktidarı nedeniyle ülkesinden ayrılmak durumunda kalan ve ülkemizde uzun süre görev yapan, Isparta ile birlikte Burdur, Tekirdağ, Kayseri ve Kütahya’nın da şehir plancısı olan Yahudi bilim adamı Gustav Olsner’e ve onun asistanı Kemal Ahmet Arû’ya ulaşıyor. Şöyle diyor Şalom gazetesindeki söyleşisinde Aydoğdu Oral: “Tüm bu kentlerde mimarı yapılanma planlanırken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’inin ve Cumhuriyet aydınlanmasının öncü yapılarını görürüz; halkevleri, hükümet konakları, istasyon binaları, garnizon binaları, liseler, geniş yollar ve heykeller ile kentin yeni yaşam biçimi de tariflenir.” Kitap vesilesi ile yine araştırmacılara pusula olacak temalardan biri de kentte yaşayan Rumların, Isparta tarihine, kültürüne olan katkıları. Kitapta gülcülük ve halıcılık gibi, bugün ağırlığı azalsa da, Ispartalıların önemli gelir kaynaklarından olan iki uğraşın başlamasında Rumların girişimlerinin olduğu hatırlatılıyor ki önemlidir. Cumhuriyet’in ilanını takiben yapılan mübadele ile Anadolu’nun yerleşik kültürüne çok önemli katkıları olan gayrimüslim azınlık bilindiği üzere bu topraklardan ayrıldı. Bu aslında ciddi bir kültürel kırılmadır. Kent yaşamını özümsemiş, modern hayata daha kolay uyum sağlama vasfı olan bu insanların varlıkları ile beraber, maalesef geride bıraktıkları evleri, sokakları, mabetleri de yok oldu.
Tekeli Çıkmazı Isparta’yı modern denilebilecek bir biçimde ilk kez anlatan, Cumhuriyet öncesi dönemde şehirde belediye reisliği, ayrıca Hürriyet devriminden sonra mebusluk yapan Böcüzade Süleyman Sami’dir. Isparta Tarihi adlı, torunu Suat Seren’in çabaları ile 1983’te yayımlanan ve günümüzde bulması oldukça zor olan bu eserinde yazar, Isparta’da on kilisenin varlığından söz eder. Ancak aradan sadece yüz sene geçmesine rağmen, bunlardan ancak ikisi, onlar da kaderine terk edilmiş olarak mevcuttur örneğin. İçinde Isparta geçen her kitap aslında tematik olarak çok geniş bir yüzeye yayılma olanaklarını yazara ve okura sunuyor. Süleyman Demirel, Said Nursi, Türkan Şoray, Fatoş Güney de kitapta kendine yer buluyor. Ama sanırım Teksoy’un en mutlu olarak anlattığı anılar, kişisel dünyasındaki küçük gelişmeler oluyor. İngiltere’de okuyan abisinin getirdiği plaklar, babasının dilediği kadar satın alma olanağı tanıdığını söylediği kitaplar, çocukluğunda arkadaşlarıyla trenle Eğirdir’e yaptığı kaçak yolculuklar… Kentler, insanların anılarına zemin oldukça, onlara değer kattıkça renkleniyor. Yeşil ve pembenin hâkim olduğu bu kitap da yoğunlukla Tufan Teksoy’un bireysel öyküsü olmakla birlikte, bir kuşağın anılarına, bir kuşağın Isparta’sına ışık tutuyor. Bu nedenle değerli ve okunası bir kitap Kendine İyi Bak Isparta. Ispartalı değerli şair, yazar Hidayet Karakuş’un Sılam Isparta adlı (Heyamola Yayıncılık, 2009) kıymetli kitabının ardından, Elif Aydoğdu Oral’ın editörlüğünde Tufan Teksoy’un çalışması da Isparta’ya, belki haberleri dahi olmayacak ama Ispartalılara önemli bir armağan oluyor. Ve şimdi belki de anlatma sırası, bir sonraki kuşağa, seksenler ve doksanlarda Isparta’da çocuk, genç olanlara geliyor. Ne acı ki yıkılan Halil Hamid Paşa Kütüphanesi’nin tozlu masalarında yapılan dönem ödevleri, tren seferlerinin askıya alınmasının ardından atıl hale gelen gar binası etrafında, Ray Bar olarak kodlanan muhitte içilen biralar, 6 Mart Spor Salonu’nda sonu hep aksiyonlu biten ortaokul ve liseler arası spor müsabakaları, stadyumda yapılan ve kaçak, biletsiz girilen Pınar Aylin konserleri, Kültür Sineması’nda izlenen Zeki Demirkubuz filmleri… Kim bilir, belki bu anılar da bir gün beyaz sayfalara geçecek. Belki de yer ettiği zihinlerde kalıp imgeden öte bir şeye dönüşemeden silinip gidecek. Alper Erdik
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR