Kar / Liz Kasuto Sarda
Kars'a yapacağımız yolculuğu heyecanla bekliyordum. Geçen yaz sonunda kısa bir süre ziyaret ettiğim bu büyülü şehir kalbimi kazanmıştı.Onu bir kez daha karlarla kaplı haliyle görmeyi arzulamıştım. Özellikle de" Tren Yolculuğu" hep gerçekleştirmek istediğim bir olaydı benim için. Lise yıllarında, edebiyat dersi favorimdi, en çok “kara trenöykülerini” severdim. Zaman zaman o kasabalardaki hayatları merak eder,orada yaşadığımı hayal ederdim. Trenin gelip geçtiği, insanların basit, sade bir şekilde yaşadığı, büyük hırslardan heveslerden uzak diyarlar… Tren garının geçit bekçisinin kulübesindeki yanan odun sobasının üstünde fokurdayan çaydan bir bardak içmek isterdim... Onun hayallerini, beklentilerini sevdalarını dinlemek isterdim. Tren yolculuğu yapma fırsatı daha önce elime geçmemişti nedense. Nedendi tabii rastlantı değil, içimdeki sıkıntıyla boğulmuş, zincirlenmiş vagonların artık serbest kalmaya ihtiyacı vardı. Bu gerçek, soğuk ayazın yüzüme vurmasıydı sadece. Büyük şehrin kaosundan uzaklaşmak, bitmez tükenmez anlatılamaz güzellikler içeren doğanın "o kar tablosu" içinde dolaşmak... Zaman zaman orada olmak,bazende düşünce denizinin derinliklerine dalmak; zihnimi kurcalayan, beni rahatsız eden sorunları iteleyip bembeyaz karda dolaşmak, bata çıka... Tıpkı hayat tecrübelerimizde olduğu gibi… Hayata es vermek ve kaldığın yerden devam edebilmek, kendi kendinle kalıp sessizliğin içinde karın hışırtısını dinlemek, sükûnet ve huzur... Tren yolculuğunun en zevkli yanı, seni önceden tanımayan, geçmişini bilmeyen, ön yargıdan uzak, seni o an o halinle sevebilecek, dost olabilecek insanların sağladığı konfor. Bu sırada, içsel hesaplaşmaları durup düşünmeye, yeniden gözden geçirilmeye, çözmeye ya da çözmeden öylece bırakılmaya ihtiyacı var sanırım. Düğümler kimi zaman çok sıkı, kimsenin açmaya gücü yok; bazen de tekrar bağlanmaya gereksinim duyuyorlar, çok gevşemişler. Yaşamınıza, yaşamadıklarınıza başka bir camın gerisinden bakmak, başka birilerinin gözüyle kendinizi yeniden değerlendirebilmek… Sizin hayatınızın koşulları, olanaklarınız ve çevrenizle, bambaşka yaşam şartları güç ve acımasız bir coğrafyada mücadele veren, güçlü, akıllı, fedakar kadınlarla tanışmak, bir an onları anlamaya çalışırken onlardan biri olabilmek. Bu bitmez tükenmez gibi görünen beyaz dinginliğin içinde temiz bir nefes alabilmek, "Başı dumanlı" dağlara doğru içinden geldiği gibi haykırabilmek... Bir an karda izlerini takip ettiğimiz tilki olmak, ona yem olmaktan kaçan yabani bir tavşan olabilmek, göklerde süzülen kartal olmak, şahin olmak, bulutların içinde yuvarlanıp aşağıda bekleyenlere göz kırpmak... Yaşamlarımızda parıldayan günlerimiz var, ışıl ışıl parladığımız güneşin içimizi ısıttığı gökkuşağının renklendirdiği günler. Ancak her şeyin zıddının mevcut olduğu gerçeği de yadsınamaz… Gece karanlığında gelmesinden korktuğumuz kurtlarımız var; bir yerlerde, bizi koruması için zincirlediğimiz vahşi köpeklerimiz var. Savunuyoruz kendimizi sonuna kadar, korumaya alıyoruz, titrek benliklerimizin sağa sola savrulmaması için her şeyi yapmayı göze alıyoruz. Karların, ağaçların gövdelerinde, dallarında birikmesi gibi yüreğimize yağan kar taneleri öbekler oluşturuyor, bizde daha fazla birikmeden onları toplayıp boşaltıveriyoruz, fakat öyle zamanlar geliyor ki kürekler kifayetsiz kalıyor katılaşıp buzullaşan karları dökmeye... Yürekler de donuyor o zaman, hiçbir gücün kıramadığı buzdan yürekler… Karların örttüğü; bahar gelince doğayı şenlendirecek bin bir çiçek yüreğimizdeki karın altında kalmış, heyecanlarımız, ümitlerimiz, vazgeçtiğimiz ya da vazgeçtiğimizi zannettiklerimiz, tükenmişliklerimiz... Herkes belki de kendi güneşini bekliyor, karlarını eritmesini bekliyor. Bazen sevdakâr birileri olabiliyor bu beklenen; aşkın ta kendisi, bazen de sadakat ve güven... Belki de geleceğe dair küçük bir umut ışığı çakıveriyor kandilimizi, karanlık mutsuzluklarımızın hayal kırıklıklarımızın, üzüntülerimizin örttüğü, sisli tül perde aralanıveriyor. Kalabalıkların içinde sadece yaşayanların anlayabileceği, kar tanelerinin çığ gibi büyüyerek içimizi kapladığı o kocaman vefakâr yalnızlığımız… Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin deva olmadığı, hüzünle boyanmış kar taneleriyle dopdolu siyah yalnızlığımız… Zaman zaman sessiz çığlığı içimizdeki karların altında kalmış o minik saf çocuğun; damla damla eriyip giden zincirlere tutunmuş kar taneleri gibi içimize akıttığımız gözyaşlarımız, fırtınalarımız… Annesini babasını kaybetmiş, asla bulamayacak olan kederli çocuğun karların ateşinden yanan küçük elleri üşümüş ısınamıyor... Bir ses bir nefes belki de açacak kar kaplı camdan yürekleri, hüzün yolculukları bitecek elbet bir gün umarım yakındır bahar günleri… Liz Kasuto Sarda
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR