Kafka'nın cevabı / Roland Barthes
Fransız 'felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni', yapısalcılığın babası Roland Barthes'in bu -kitap tanıtımını aşıp- yeni şeyler söyleyen yazısı, edebiyatta 'gerçek', 'gerçekçilik' üzerine sözü olanların okuyup düşünmeleri gereken aslında bir 'güncel' yazı.
Bir çağ kapandı: bağımlı edebiyat çağı. Sartre romanı sona erdi. Sosyalist roman yoksunluk içinde. Bir siyaset tiyatrosu kurulamadı. Bütün bunlar geri çekilen dalgalar gibi. Benzeri olmayan ve son derece dayanıklı bir nesne bırakıyor dalgalar çekildikleri yerde: edebiyat. Daha şimdiden, ters yönde yükselen dalgalar örtmeye başladı bile onu. Açıktan açığa bağımsızlığı ummuyor bu yeni akım. Aşk hikâyesine dönülüyor, düşüncelere karşı savaş açılıyor, "iyi yazmak" her şeyin üstünde tutuluyor ve dünyanın anlamlarına yan çiziliyor. Romantizmle özgür esinin elele verdiği yeni bir sanat ahlâkı şiirin tehlikelerine göğüs geriyor ve zekâyı korumaya yöneliyor . Acaba edebiyatımız siyasal gerçekçilikle sanat için sanat anlayışı, bağımlılık ahlâkıyla estetik arılık, bulanık uzlaşmayla duruluk arasında boyuna gidip gelmeye mi mahkûm? Kendi başına kaldı mı yoksul, kendinden başka bir şeye bulaştı mı karışık olmak mı kaderi? Bu dünyada doğru dürüst bir yer bulunamaz mı ona? Bu soruya kesin bir cevap verildi nihayet. Marthe Robert'in “Kafka”sı getirdi bu cevabı. Kafka mı cevap veriyor bize? Evet, Kafka. Çünkü Marthe Robert’inkinden daha titiz bir yorumlama pek düşünülemez. Ama bir noktayı da unutmamak gerek: Kafka başka şey, Kafkacılık başka şeydir. Kafkacılık yirmi yıldır Camus’dan dan Ionescoya kadar birbirine hiç benzemeyen akımları besliyor. Çağdaş dünyadaki bürokratik terörü mü betimlemek söz konusu? Hemen gelsin “Duruşma”, gelsin “Şato”, gelsin “Ceza Kolonisi”. Nesnelerin insanı dört bir yandan kuşatmasına karşı bireyciliğin dileklerini mi açıklamak gerekiyor? O zaman da gelsin “Değişim”! Hem gerçekçi, hem nesnel Kafka’nın eseri. Onun için de herkese elverişli. Ama kimseye cevap vermiyor aslında pek soru yönelten de yok ona. Öyle ya Kafka’nın temalarından yararlanmak ona soru yöneltmek anlamına gelmez ki! Marthe Robert'in de çok iyi belirttiği gibi yalnızlık, yolunu şaşırmışlık, arayış, saçmayla iç içe yaşayış, kısacası Kafka dünyasının bütün büyük temaları başka birçok yazarda da yok mu? Var elbette. Gerçekte Kafka’nın cevabı ona en az soru yöneltmiş olana, sanatçıya yöneltilmiştir. Marthe Robert bize: “Kafka’nın anlamı tekniğindedir” diyor. Hem Kafka hem de bütün edebiyatımız üstüne çok yeni bir söz bu. Görünüşte iddialı değil Marthe Robert’in yorumu: güzel bir vülgarizasyon dizisinde yayımlanmış bir kitap daha eklenmiş oluyor Kafka üstüne yazılmış bunca kitaba. Ama gerçekte son derece derin, yepyeni bir deneme. Bir zekâ ile bir soru arasındaki uygunluğun ürünü olan çok değerli düşüncelerle doyuruyor bizi. Belki şaşacaksınız ama şu bir gerçek ki edebi teknik üstüne hemen hemen hiçbir şey yok elimizde. Bir yazar, sanatı üstüne kafa yorduğunda (az rastlanır ya buna; yazarların çoğu nefret eder böyle bir çabadan) dünyayı nasıl kavradığını, onunla ne gibi ilişkiler kurduğunu, insanı nasıl gördüğünü bize anlatmak için yapar bunu. Oysa edebiyat nedeni ve ereği olmayan bir araçtır yalnız. Edebiyatı da tanımlayan nitelik de budur şüphesiz. Elbette edebiyat kurumunun sosyolojik bir incelemesini yapabilirsiniz. Ama yazma eylemini "neden?" ya da "hangi amaçla?" gibi sorularla sınırlandıramazsınız. Örnek aldığı modeli de ne işe yarayacağını da bilmeden büyük bir titizlikle karışık bir alet yapan bir sanatkâra benzer yazar. Gerçi, “neden yazıyorum?” diye sormak “esinli” yazarların mutlu bilinçsizliğini aşarak ileri doğru bir adım atmak demektir. Ama umutsuz bir ilerlemedir bu, çünkü soru cevapsız kalacaktır. Gerçek neden olmaktan çok pratik bir kaçamak yolu olan istem (talep) ve başarı bir yana edebiyat eylemi nedensizdir, amaçsızdır. Çünkü her türlü yaptırımdan yoksundur. Kendini sunar dünyaya ama hiçbir eylem desteklemez, doğrulamaz onu. Kesinlikle geçişsiz bir eylemdir edebiyat. Hiçbir şeyi değiştirmez hiçbir şeye yaslanmaz. Ne olur şu halde? Edebiyat, tekniği içinde erir ve bir tarz olarak sürdürür varlığını; Eski ve kısır “niçin yazmalı” sorusunun yerine Marthe Robert’in “Kafka”sı yeni bir soru getiriyor: “Nasıl yazmalı?” Bu “nasıl”, “niçin?”e son veriyor. Çıkmaz aralanıveriyor birdenbire ve bir gerçek görünüyor. Bu gerçek, Kafka’nın yazı yazmak isteyenlere verdiği bu cevap şudur: edebiyat, varlığım tekniğine borçlu, başka bir şeye değil. Bu gerçeği semantik (anlambilim) terimleriyle ifade edersek şu sonuç çıkar ortaya: eserin özelliği sakladığı anlamlarda değil, bu anlamlara verilmiş biçimlerdedir. Kaynaklarla düşünceleri inceleyen eleştiriye elveda! Kafka’nın gerçeği Kafka dünyası değil, içinde yaşadığımız dünyanın göstergeleridir (signes): Kafkacılığa elveda! Böylece eser hiçbir zaman dünyanın gizemine verilen bir cevap değildir, edebiyat hiçbir zaman “dogmatik” değildir. Dünyayı ve onun efsanelerini taklit eden yazar anlamı bulunmayan göstergeleri aydınlatabilir yalnız. (Marthe Robert’in denemesinin bütün bir bölümünü taklit sorununa ayırmakta hakkı var: her büyük edebiyatın temel görevi budur çünkü.) Dünya her umum anlamı açık bir alandır, ama hiçbir zaman sonuçlanmaz anlamlandırma. Yazar için edebiyat, ölünceye kadar hayatın anlamını kavramadan yaşamaya başlamayacağım” diyen sözdür.
Ama “Edebiyat dünyaya yöneltilen sorudur” demek, ancak bir sorgulama tekniği atılırsa ortaya bir değer ifade edebilir. Çünkü bu sorgu, görünüşte savlı olan bir hikâye boyunca devam etmek zorundadır. Marthe Robert, birçok defalar söylendiği gibi, Kafka’nın hikâyesinin simgelerle örülü olmadığını, tamamen ayrı bir tekniğin, “anıştırma” (ima)nın ürünü olduğunu çok iyi gösteriyor. Simge kesin bir göstergedir, bir biçimle bir anlam arasında benzerlik (kısmî) bulunduğunu savunur, bir kesinliğe dayanır. Kafka’nın hikâyesinde yer alan kişilerle olayların simge değerleri olsa, pozitif bir felsefeye (umutsuz da olsa), evrensel bir İnsan’a bağlanmaları gerekirdi. Bir simgenin anlamı üstünde ayrılığa düşünmez, yoksa simge simge olmaktan çıkar. Oysa Kafka’nın hikayesi binbir yoruma açık ama hiçbir yorumu da kesinlikle doğrulamaz. Anıştırma tamamen ayrı bir şeydir Romandaki olayı bir başka şeye bağlar. Ama neye? Anıştırma çözücü bir güçtür, benzerliği belirtmesiyle çözmesi bir olur. K. bir mahkemenin kararıyla tutuklanmıştır: işte adaletin herkesçe bilinen bir yönü. Ama bir de öğreniriz ki bu mahkeme hiç bizim adaletimiz gibi almıyor suçları ele: benzerlik yok olmamıştır ama sonuna kadar da götürülmemiştir. Marthe Robert’in de çok iyi açıkladığı gibi burada her şey bir çeşit semantik büzülmeden doğuyor: K. kendini tutuklanmış hissediyor ve her şey gerçekten K. tutuklanmış gibi olup bitiyor (Duruşma)… Kafka eserini sistematik bir şekilde “sanki”leri kaldırarak kuruyor ve iç olay anıştırmanın dayanağı durumuna giriyor. Baştanbaşa bir anlam tekniği olan anıştırma görüldüğü gibi bütün dünyayı bağlıyor aslında: Çünkü tek bir insanla ortak bir dilin bağıntısını dile getiriyor. Bir sistem (bütün anti-entellektüalist akımların nefret ettiği bir şeydir bu) gelmiş geçmiş bütün edebiyatların en canlılarından birini yaratıyor. Örnek verelim: Marthe Robert’in de belirttiği gibi, günlük hayatta sık sık “bir köpek gibi”, “bir köpek hayatı”, (köpek herif) gibi sözler kullanılır. Hakarete uğrayan kimsenin gerçekten köpek olması için öznelliği anıştırma alanına kaydırarak benzerlik sağlayan terimi, hikâyesinin başlıca konusu yapmak yeter: bir köpek muamelesi yapılan adam bir köpektir. Kafka’nın tekniğinde şunu görüyoruz: önce dünyayla bir anlaşma, günlük dile boyun eğme, ama hemen arkasından, dünyanın sunduğu göstergelerin dolaysız anlamı önünde, çekimserlik, kuşku, korku. Kafka’yla dünya arasındaki ilişkilerin sürekli bir “evet, fakat…” ile düzenlendiğini çok iyi belirtiyor Marthe Robert. Başarıyı hesaba katmazsak, bütün modern edebiyat için de bunu söyleyebiliriz. (Bu yönüyle modern edebiyatı gerçekten Kafka kurmuştur). Çünkü modern edebiyat gerçekçi tasarıyla (dünyaya “evet”) ahlâk tasarısını (“fakat…”) birbiri içinde büyük bir başarıyla eritiyor. “Evet”i “hayır”dan ayıran yol göstergelerin bellisiz niteliği. Ve göstergeler bellisiz olduğundan edebiyat diye bir şey var. Kafka’nın tekniğine göre dünyanın anlamı açıklanamaz; sanatçının tek görevi var olabilecek anlamları araştırmaktır. Bunları tek tek ele alırsak birer yaIan olmaktan öteye gidemezler. Ama topu birden yazarın gerçeğidir. İşte Kafka’nın paradoksu: sanat gerçeğe bağlıdır, ama gerçek bölünemez olduğundan kendi kendini de tanıyamaz: gerçeği söylemek yalan söylemektir. Böylece, yazar gerçektir, ama konuştuğunda yalan söyler: bir eserin geçerliği estetik düzeyde bulmaz nedenini, ahlâk deneyi düzeyinde bulur ve yükümlenilen bir yalan niteliğine bürünür bu düzeyde. Daha doğrusu, Kafka’nın Kierkegaard’ı düzelterek dediği gibi: varlığın estetik zevkine ancak caka satmadan ve bir ahlak deneyi yoluyla varılabilir. Kafka’nın anıştırma sistemi, başka göstergeleri sorgulayan çok büyük bir gösterge gibi işliyor. Bir “gösteren” (signifiani) sistemi (edebiyata çok uzak bir örnek olan matematikler gibi) bir tek şey gerektirir, bu da kesinliktir. Estetik zorunluk da budur işte. Anıştırma sistemindeki her gevşeklik, her kaypaklık aykırı bir sonuç vererek simgeler çıkarır ortaya, edebiyatın sorgulama görevi savlı bir dile bırakır yerini. Roman yolunu arıyor bugün ve işte Kafka’nın bir cevabı daha yol gösteriyor ona: yazarı dünyaya bağımlayan bir yazının kesinliğidir, eninde sonunda. Burada söz konusu olan retorik kesinlik -yani “iyi yazmak”- değil yapı, strüktür kesinliğidir. Yazarı dünyaya bağımlı kılan da şu ya da bu yolda yaptığı bir seçme değil, doğrudan doğruya kaçışıdır. Dünya, olup bitmiş bir olgu değil: işte edebiyatın varoluş neden! Türkçesi : Berke Vardar Roland Barthes
(Yazı Nedir? Hil Yayın, Yayına Haz.: Enis Batur, İst. 1987. S. 73-78)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR