Son Dakika



«Hem bu kadar ince eler, sık dokur ayrıntı inceliği, hem bu kadar akıcı ve aydınlık bir anlatı, hem böylesine entelektüel, hem bu kadar halkçı ve popüler olmanın sırrını yakalamış bir yazar.»

Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Haldun Taner'in Yalıda Sabah adlı kitabının arka sayfasında yer alan bu paragraf Alman dergisi Wahrheit'in Taner'e ilişkin görüşlerini aktarıyor.

Haldun Taner, Türk hikayesini ulusal sınırların dışına taşıran, Türk hikayesine ince mizahı ve ironiyi getiren bir hikayeci, bir oyun yazarı, bir köşe yazarı... Taner'in bugüne dek aldığı ödüllerin sayısı «New York Herald Tribune Hikaye Ödülü», «Bordighera Mizah Festivali Hikaye Ödülü» ile birlikte onu bulmuş. Bir bölümü basılmış, bir bölümü ise henüz basılmamış 65 eserin sahibi Haldun Taner ödül töreninden sonra yaptığımız görüşmede sorularımızı şöyle yanıtladı:

-Sayın Taner, çok ödüllü bir yazar olarak ödülün sanata ve sanatçıya olan katkılarını anlatır mısınız?

Her ödül gençlere bir yüreklendirme, tanınmış yazarlara da bir onay etkisi yapar. Saygıdeğer bir jüri tarafından yeteneğinizin onaylanması moralinizi yükseltir. Çabanızın boşa gitmediğini, farkınıza varıldığını anlarsınız. Yazar takımı şu lafı dünyada bundan başka ne bekler ki? Çoğu kimseye ödül bir doping etkisi, yapar. Hiç unutmam, Türk Dil Kurumu'nun Tiyatro ödülünü kazandığım gün hocam Muhsin Ertuğrul «Hemen şimdi masa başına geç, bu hızla yeni piyesine başla. Bak kalemin nasıl kayacak» demişti. Ödüllerin bir yararı da kazanan eser üzerinde okuyucu kitlesinin dikkatini çekmesinde görülür. Tabii bu yarar yayıncıların da yüzünü güldürür.

-Sedat Simavi Ödülü'nün önemi nedir sizce?

Sedat Simavi Beyi genç kuşaklar sade Hürriyet'in yaratıcısı olarak bilirler. Oysa üstat bizzat sanatçı idi. 'Tiyatro piyesleri ve senaryolar, romanla yazmış birçok dergiler çıkartmıştı. Yedigün bunların içinde adeta bir akademi gibiydi. Orada Hüseyin Cahit, İbrahim Alaattin, Nurullah Ataç, Aka Gündüz, Neşet Nuri, Peyami Safa, Nizamettin Nazif, Vala Nurettin, Muhsin Ertuğrul, devrin ünlü kimseleri yazarlardı. Bundan 40 yıl kadar önce Bir hikayemi çekine çekine, reddedilir diye de takma ad ile bu dergiye gönderme cesaretini göstermiştim. Bir ay sonra hikayem çok güzel bir desenle çıkmıştı. Sevincimi tahmin edersiniz. Sedat Simavi Bey bir gün beni çağırttı ve “Hikayenizi beğendim” dedi. Yüzü gülmüyor ve bana bakmadan konuşuyordu. «Başka hikayeler de yazarsanız basarım. Muhasebeye uğrayın, telif ücretinizi alın» dedi. Basıldığı yeteri kadar büyük bir nimet değilmiş gibi, bir de telif ücreti alacağımı hiç düşünmemiştim. O gün aldığım o beş lira beni en çok sevindiren ödül oldu. Öyle ki geçen yıl «Die Zeit» dergisinin «Şeytan Tüyü» adlı hikâyem için bana ödediği 1100 mark rekor ücret bunun yanında solda sıfır kaldı. Şimdi de mesleğimin ilerlemiş döneminde edebiyat jürisinin bana layık gördüğü bu saygın ödül beni yazarlıkta ilk yüreklendiren Sedat Simavi'nin adını taşıyor. Bu mutlu bir rastlantı.

-Sayın Taner, niye roman değil de hikaye?

Hikaye romandan çok başka bir yaklaşım ve tutum gerektirir. Ben hikayeyi romandan çok daha zor ve zor olduğu kadar da mükemmel bir tür olarak kabul ediyorum. Romanda insan yayılabilir, ama hikayede anlatılmak isteneni derli toplu bir yoğunlukta anlatmak gerekir. Aynı zamanda hikâye de roman kadar derin olabilir. Kısalığı, az kişi ve az olayla yetinişi hayatı yoğun olarak yansıtmadığını göstermez. Bilakis aynı yoğunluk hikâyede de vardır.

-Hikayeciliğiniz yanı sıra oyun yazamazlığınız da var. Bir seçim yapmak zorunda kalsaydınız hangisini yeğlerdiniz?

Piyes kolektif bir çalışmadır. Siz metni yazarsınız. Buna rejisör, aktör, dekoratör, ışıkçı, müzikçi kendi katkılarını da getirirler. Bu, adamına göre bazen çok iyi, bazen de kötü sonuçlar verebilir. Oysa hikâyede tek sorumlu sizsiniz. Senarist, rejisör, kameraman hep sizsiniz. Hikâye sizin kişiliğinizin rengin daha çok taşır. Üstelik tiyatroyu çok kişi seyreder. Piyes yazarken büyük kitlelerin algılamasını da hesaba katmak zorundasınız. Öyküde böyle bir kaygı yoktur. Öykü sızın dalga uzunluğunuzdaki insanlara, dostlara yazdığınız mahrem bir mektuba benzer. Büyük kalabalıklardan çok küçük fakat anlayışlı bir okur grubuna seslenir.

-Şişhaneye Yağmur Yağıyor», «İznikli Leylek», «Memeli Hayvanlar, «Yalıda Sabah» gibi birçok öykünüzde hayvanlar ya ön planda ya da hikayenin baş kişisini oluşturuyor. Bunun nedeni var mı?

Olmaz olur mu? Bir değil, iki sebebi var. Hayvanlar ve bitkiler, dünyamızın kaçınılmaz parçaları. Çevremizin değişmez dekorları. Bu sebeple yaşam onlarsız yansıtılamaz. İkinci nedeni de şu: Hayvanlar ve bitkiler insanlardan daha sahih sağlam. Neyseler o'lar. Gıllıgışları, dalavereleri, iki yüzlülükleri yok. İkide bir hayvanlara, ağaçlara, doğaya yer vermek insanların bu saydığım niteliklerini vurguya da yarıyor.

-Türk  hikayeciliğinin bugünkü durumunu değerlendirir misiniz?

Öykücülüğümüz 1945-1950'lerde altın yıllarını yaşadı. Başta Sabahattin Ali, Orhan Kemal olmak üzere öykücüler o tarihte baş tacı edilirlerdi. Küçük Dergi’nin başlattığı edebiyat matineleri, şiirin yanında öykünün tadını büyük okur kitlelerine tattırdı. Hikaye kitapları da iyi satılır oldu. Sonra durgunluk geldi. Daha sonraki dönemde yetişenler içinde değerli, yetenekli öykücüler yetişmesine yetişti ama okuyucuda o eski heves ve istek azaldı, Bunun nedenlerini edebiyat dışı etkenlerde aramak gerek. Biz öykü yazdığımız zamanlar talep bakımından çok daha şanslı olmuştuk. Bugün genç öykücülerimiz okur kitlesinin duvarlaşmış pasifliğini de yıkmak zorundalar, Bereket Tüyap Kitap Fuarı, tüm türlere olduğu gibi öyküye de rağbeti arttıran bir sihirli değnek oldu.

-Uzun yıllar bu işle uğraşmış, birçok ödüle değer görülmüş bir hikayeci olarak iyi bir hikayenin nasıl olması gerektiğini söyler misiniz?

Hikayede önce bir atmosfer olmalı, bu en önemli öğedir. İyi bir hikaye yapaylıktan uzak olur. Hikayede soyuta kaçmayı da ben onaylamıyorum. Açık seçik olmalı hikaye. Açık seçiklik ve sadelik yazarın okura nezaket borcudur bence. Kısacası iyi bir hikaye soyutla somutun, gerçekle şiirin mutlu bir bileşimi olmalı. Yazarın yüreğinin sıcaklığını taşımalıdır. Hikaye yoğun bir yaşam tecrübesinin kağıda yansımasıdır çünkü.

Yurdagül Erkoca
(Cumhuriyet — 12 Aralık 1983)
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)