Bir tarihçi olmadığım için Selçuklu Türklerinin dine ve İslamiyet’e bakışını derinliğine bilemiyorum.

İslamiyet’e saygılarından şüphe etmiyorum ancak İslami hayatın biz Türklere özel ve hayli geniş olduğunu düşünenlerdenim.

Bu yargıya varmamın sebebi Selçukluda da Osmanlıda da üst seviyedeki yöneticilerin İslam dışı unsurlarla evlenerek Türk ırkına genetik miras bırakmalarındandır derim.

Edebiyat ve tarih arşivleri bu konularda sayısız belge sunmakla birlikte ben kişisel görüşlerimi ünlü Gürcü Yazar Dato Turaşvili’nin  Gürcü Hatun kitabını inceledikten sonra daha da pekiştirdim.

Bu kitap İslamiyet’in Türklerin özel yaşantısında belirleyici olmadığının ispatı niteliğinde.

Dato Turaşvili’nin  kitabı, Selçuklu Türkleri-Gürcistan ilişkilerini kültürel ve sosyal anlamda belgeleyen bir kitap olması yanında edebi değeri hayli yüksek bir yapıt. Kendisiyle bir yıl önce tesadüfen İstanbul’da tanıştığım yazarla, tarafıma hediye ettiğinde kitabını henüz okumadığım için derinlikli bir sohbet yapamadım. Gürcü halkının ekonomik sorunlarından, fakirliğinden bahseden yazarla kitabı üzerine konuşamamanın çok büyük kayıp olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.  

Tarihçiler, Dandanakan Savaşı olarak bilinen Selçuklular ile Gazneliler arasında cereyan eden savaşın kazananı olan büyük Türk Sultanı Tuğrul Bey’in, Büyük Selçuklu Devletinin kurulması ve genişletilmesinde en önemli kişilerden birisi olduğunu yazar. Tuğrul Bey’in İslam Halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı kontrolünde bulunduran Buveyhoğulları’nı yenerek Abbasi hükümdarlarına alan açtığı bir yerde Arap İslam’ına karşı sadakatini gösteren bir imparator olduğu da bilinmekte (1055).

Abbasilere sadakati tescilli Tuğrul Bey, Hıristiyan dünyaya karşı verdiği mücadelede de başarılı olmuş; 18 Eylül 1048’de Erzurum Pasinler ovasında Bizans-Gürcü Hıristiyan birleşik ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını İslam’a ve Türklere aralayan ilk hükümdar olarak tarihe geçmiş.    

Gelelim Gürcü Hatun kitabına. Tuğrul Bey’in oğlu Muhammed bin Davud Gürcü kraliçesi (kralı) Rusudan ile evlenmiştir. Evlilik için birçok adayı olmasına rağmen Gürcü halkının ve Rusudan’ın Tuğrul Bey’in oğlunu damat seçmesi elbette ki bir tesadüf değildir. Muhammed bin Davud’un Rusudan’a olan aşkının büyüklüğü değerlerinin ötesine geçmiş, 1223 yılında Hıristiyan geleneklerine göre Rusudan’la evlenmiştir.

Bu evlilikten  Tamar isminde bir kız ve sonra Davit isminde bir erkek çocuk dünyaya gelmiştir. Kitaba göre Rusudan hırslı, acımasız bir kadın olup evlilikten iki yıl kadar sonra açıklanmayan sebeplerle Muhammed bin Davud’u Tiflis’te bir hapishaneye attırmıştır.

İşte bu evlilikten doğan kız evladı Tamar bizim tarihimize Gürcü Hatun diye geçen, halk dilinde güzellik ve Gürcülüğü eş anlamlı kullandıracak kadar iddialı bir kadındır ve ikinci Gürcü gelin olarak II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in karısı olmuştur.

Bu evliliğin organizasyonu da Gürcü Kralı Ana Rusudan tarafından titizlikle yapılmıştır.

Kitaba göre Tamar hayatı boyunca hiçbir zaman Hıristiyanlığın sembollerini yanından ayırmamıştır. Tamar’ın gelin kervanına çok sayıda Hıristiyan Gürcü papaz da eşlik etmiş ve bu Gürcü papazlar Anadolu’daki rahat yaşamı bırakarak ülkesine geri dönmemiş, Konya halkı arasında erimiştir.

Tamar’ın güzelliği kocası Gıyaseddin Keyhüsrev’i çılgın bir aşığa döndürmüş olacak ki Keyhüsrev onun Hıristiyan inancıyla yaşamasına ilk başlarda müdahil olmamış; hatta devlet işlerini ikinci plana atacak kadar kendisini Gürcü Hatun’a adamıştır.

Gürcü Hatun'un "sansasyonel" bir yaşamı olmalı ki evlenmek üzere Konya’ya gelirken kervana eşlik eden bir Hıristiyan aşığıyla devam eden aşk ilişkisi söylentileri Gıyaseddin Keyhüsrev’i yıkmış; bu ihanetin temelinde onun dinsel inancını suçlayarak onu İslamiyet’i kabule zorlamıştır.



Dirhem
Sivas, 638 H. (1240-1241). Güneşin Gürcü Hatun'u, Aslan'ın Sultan'ı temsil ettiği düşünülür.

Gıyaseddin Keyhüsrev’in öldürülmesiyle gelişen süreçte vezir Müineddin Süleyman Pervane tahta geçmiş ve Gürcü Hatun da geleneklere göre bu kez Muineddin Pervane’nin eşi olmuştur.

Muineddin Pervane’nin öldürülmesi sonrası Gürcü Hatun’un yaşamı hakkında farklı ifadeler olmakla birlikte en yaygın ifade hayatının kalan bölümünü Kapadokya bölgesindeki Hıristiyan Kiliselerinde geçirdiği şeklindedir.

Yani Gürcü Hatun hiçbir zaman samimi bir Müslüman olmamış ve Müslüman gelenekleriyle yaşamamıştır.

Kitabın en ilginç yanlarından birisi de Gürcü Hatun ile Hz. Mevlana arasındaki ilişki. Kimine göre manevi boyutta kalan bu ilişkiyi kimileri de daha ileri boyutta tanımlamakta. Kitapta tarihimiz yönünden hoş sürprizlerden birisi de bizlerin Nasreddin Hoca'nın da Gürcü Hatun’a olan derin aşkı. Hatta hocamızın insanları güldürerek kazandığı popülarite ile saraya daha doğrusu Gürcü Hatun’a yaklaşma isteğinden bahsedilmekte. (Meşhur “ye kürküm ye” fıkrasının Gürcü Hatunun düğününde yapılmış olduğu çıkarımı okuyan bana ait…)

Tarihçiler toplumların siyasi tarihini anlatırken kendi dinlerini diğer dinlerden ayrı bir noktada tuttuğunu biliriz. Ancak edebi "literatür"ün bu konularda çok daha gerçekçi ve çok daha doğru olduğu tartışmasız.

Günümüz İslamcılarının tarihteki yöneticilerimizin Hıristiyan kadınlarıyla evlendikten sonra onları İslam’a döndürerek bir nevi İslam’a hizmet boyutunda bir ilişki kurdukları ima etse de gerçek bu kitapta da ifade edildiği üzere farklı.

 Böyle olması da doğal; zira konu insan ve egemenlik olunca çoğunlukla dinler arka planda bir figür olarak durabiliyorlar.

Hz. Mevlana’nın Gürcü Sultanı ve aşklarını kabullenmesi ve kutsaması bir yana bu ilişkileri kutsayan Hz. Mevlana kimliğini yücelten Konya halkının ve Türklerin durumu da günümüzdeki algıdan ne kadar da farklı.

Günümüzün siyasal İslamcılarının özel yaşamındaki çalkantılar, savruluşlar da bir yerde siyasal İslam’ın Türklerin özel hayatını belirleyicilik noktasında iflas ettiğini göstermiyor mu?

Kitabı satın almak için tıklayınız...

 

Gülümser Heper
GERCEKEDEBİYAT.COM 
 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)