Edebiyatımızda ‘Alışkanlık’ ve ‘Etki’ türleri üzerine manifesto / Aydın Akyüz
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, 'İkinci Yüzyıl Türk Edebiyatı'nı yeni içerik, tema ve türleriyle mutlaka zenginleştirmeliyiz.
Edebiyatımızda yeni türlere, yeni formlara veya yeni içeriklere ihtiyaç olup olmadığı son yıllarda yazarlar ve şairler tarafından gündeme getirilerek üzerinde düşünülmüş, birtakım sorular sorulmuş ya da teklif edilmiştir. Şüphesiz cesaret edip dile getiren ve bunu yayımlayan da olmuştur. Ben buna ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Çünkü cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, 'İkinci Yüzyıl Türk Edebiyatı'nı yeni içerik, tema ve türleriyle mutlaka zenginleştirmeliyiz. Bu yeni yüzyılın edebiyatında yeni tür ve içeriklerle gençlerimizin ve sanatımızın ufkunu açmalıyız. Bu konuda benim tavsiyem “alışkanlık” ve “etki” başlıklarında olacak. Daha önce bu konuda yazan ve dile getiren var mı bilmiyorum. Varsa emeklerine saygı duyuyorum. Bu fikri sahiplenme gibi bir amacım ve niyetim de yok. Meselemiz “ikinci yüzyıl cumhuriyet edebiyatı” mıza yeni türler ve içerikler kazandırmaktır. Bulunduğumuz yüzyılda kitlesel bir düzlemde yer almaktayız. Sanalla gerçeğin iç içe girdiği hatta ayırt edilemediği, üreten yönünde farklı yapıların da devreye girdiği bir dönem bu. Üstelik edebiyat ve sanat yapıcıları da herhangi bir akıma bağlı kalmadan ya da türlerin birbirine geçtiği, birbirinden ayırt edilemediği metinler ve eserler icra etme safhasına geçtiler. Dünya sanatçıları ve sanatseverleri için de sınırlar kalkmış durumda. İnternet sayesinde bütün coğrafyaların ürettikleri eserler artık ulaşılabilir durumda. Modernizm ve postmodernizm kavramları da bu bağlamda aşınmış durumda. Sanat, bilimsel gelişmelerden bağımsız ilerleyeli çok oldu. Hatta sanat da bilim de gelişen yeniliklerin gerisine düştü. Açıklama görevi görür oldular sanki. Köylü, kentli, dünya insanı; dijital, somut, soyut kavramları da artık birbirine karışmış durumda ve alıcısına yetemez durumda. Ütopik ve distopik bir yaşama doğru evriliyoruz. Hayal edilenin de ötesinde gerçekleşmesi mümkün kavramların içinde yaşıyoruz. Ne üretilse zamansız kalıyor bu ortamda. Hızlı bir tüketim süreci bu. Sürekli yeninin denendiği bir süreç. Böyle bir ortamda anlam olgusu da devreden çıkıyor. Anlatmadan, anlaşılmayı beklemeden sanat ürünleri yaratılmışlık ve görünmüş olmakla yetiniyor. Analiz etmeden, üzerinde eleştiri yapmadan, sorunlar ve sonuçlar ortaya koyamadan bir bakıyoruz çoktan sönmüş, işi bitmiş ve başka bir şekil ve surette yenisi ortaya konmuş. Dijital çağın okuryazarlığını öğrenemeden böylesine yeni gelişmeler birbirini takip ediyor. Biz ise henüz okuduğumuzu anlama seviyesinde kaldık. Eğitim sistemimiz bunun üstüne eğilmek zorunda kaldı. Yeni beceriler edinemeden mevcut becerilerimizi kaybetmeye yüz tuttuk. Toplumsal ve bireysel, buna bağlı olarak psikolojik ve kültürel sorunlarımızı halledemeden en temel sorunlarımız olduğu ortaya çıktı. Dönüp onları halledemeden de yeni dünyanın kapısını aralayamıyoruz. Dünya, form ötesi gelişmelerle ilgilenirken, yeni düşünceler ve eğilimler üreterek ayak uydurmaya çalışırken bizim yolumuz daha da uzuyor. Bu sefer de ileriye gidemediğimiz için komplekse kapılıp eskiye dönmeye ya da elimizdekini çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Bu durumda da her kavram ve yöntem birbirine karışıyor. Dünyayla koşut ilerleyemiyoruz madem, hiç olmazsa bildiklerimizi sağlamlaştırıp bu yüzyıla kadarki birikimlerimizle başardığımız kendi gelişimimizi korumalı ve bunu ileriye taşımalıyız. Bizi geliştirenleri iyi anlamalı ve her kesimin anlayabileceği ve önlerini açabileceği analizler yapmalıyız. Maalesef bazı art niyetli çevreler, bu yüzyılımıza kadar iyi kötü bir kimliğe bürüdüğümüz ve adına “Türk edebiyatı” dediğimiz kimliği, çıkarları uğruna değiştirmek derdinde ve “Türkçe edebiyat” söylemine girişmekteler. Herhalde bunu çok kimlikli toplumsal yapımıza dayanarak söylemekteler. Oysa zaten biz yüzyıllardır böyleydik. Her dönemde ticaret ve göç rotalarının güzergahında; merkezindeydik. Şimdi de aynıyız. Edebiyatımızda her türden etnik yapıda ve dini düşüncede insanlar fikirlerini dile getirebilmişlerdir. Kendi dillerinde yazmalarına da bir engel koyulmamış. Fakat bu coğrafyada üretilen eserlerde dil olarak Türkçe ön plana çıkmış. Çünkü halkın dili Türkçedir. Tanzimattan itibaren baktığımızda Türk olmayan etnik unsurlar da Türkçe yazmışlardır. Çok ilginçtir, farklı alfabeyle yazsa bile Türkçe yazan da olmuş. Üstelik bu dil köksüz bir dil de değildir. Binlerce yıllık geçmişi olan bir dildir. Bundan kimse gocunmamalıdır. Sadece bizde değil birçok ülkede Türkçe yazılmaktadır. Kazak Türkçesi, Uygur Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi gibi. Pekâlâ bunlar mensubu bulundukları halkların edebiyatıdır. Dışardan biz bunları isimlendirirken “Kazak, Özbek, Uygur, Azeri edebiyatı” diyeceğiz elbette. Öte yandan “Türkiye Türkçesi edebiyatı” isimlendirmesini önerenler de oldu. Bu kısmen doğru bir isimlendirme olmuştur. Fakat bu isimlendirme edebiyatımızın mensubu olmayanlar için kullanılabilir. Yabancı bir ülkede de dilimizde bir eser yazılıyorsa ona da o ülkedekiler ya da Türkçe yazanlar elbette “Türkçe edebiyat” isimlendirmesini kullanacaklardır. Bizim ülkemizdeki tartışma ise bana göre farklı dil ve etnik yapıların üretimlerini bağımsız bir edebiyat haline getirmek olmalıdır ki “Türk edebiyatı” söyleminden rahatsız olmaktalar. Bu söylemi ısrarla sürdürmeleri edebiyatımızdaki diğer dil ve lehçelerde üretilen eserleri de kimliksizleştirmektedir. Örneğin ben şiirlerimi Türkçe yazıyorum ama İngilizce yazma gibi bir düşüncem de var. Ben böyle bir eser yazdığımda bu muhakkaktır ki Türk edebiyatı ürünü olacaktır. Çünkü bu ülkede üretilen her sanat eseri veya her edebi eser hangi dilde yaratılmış olursa olsun Türk milletinin eseridir. Bu meseleyi azınlık veya etnik bir grubun söylemi olmaktan kurtarmalıyız. Elde ettiğimiz değerleri savunmalıyız. Çünkü “Türk edebiyatı” yazarları ve şairleri, bağımsız olarak diğer ülke edebiyatlarının karşısında diliyle, geçmişiyle, külliyatıyla iddiasını sürdürmekte devam etmek istiyorsa, yeni nobeller kazanmaya devam etmek istiyorsa, bütün etnik kimlikleriyle bu çatı altında üretimlerini sürdürmelidir. Bu tartışmayı burada bırakıp yukarıda bahsettiğim konudan devam etmek istiyorum. Sevdiğim şairlerin ve yazarların alışkanlıklarını hep merak etmişimdir ve hala da ediyorum. Yazarların eserlerine konu seçme biçimlerini ve karakterlerini oluşturma süreçlerini, şairlerin şiirine başlarken uyguladıkları rutinler, yazmadan evvel uyguladıkları totemler, fikir üretirken edindikleri yaklaşım tarzları, kelimelere yükledikleri anlamları hangi ruh haliyle ortaya koydukları gibi rutinlerini/sıradanlıklarını, alışılagelmiş yazı süreçlerini hatta rutin dışılıklarını hep merak etmişimdir. Kimi şair ve yazarların ilham perilerini yakalamak için girmedikleri hal kalmamış. Yatakta yazan, sayılara takılı olan, gecenin bir yarısında ya da sabahın köründe kalkıp yazan, renk ve ses ahengi arayan, belirlediği günlerde yazan, kendini odaya kilitleyen, spor yapmadan yazamayan, bir şeyler yiyip içmeden duramayan, yazım sürecinde kimseyle konuşmayan, daktilo ya da not almadan yazamayan, soğuk suda yıkanan, seyahat ederken yazan, takıntılı olan, sevdiği eşyasını yanında tutmadan duramayan olmuş. Kimisi eserlerini başkasına yazdırmış. Kimisi ayakta yazmış, kimisi çıplak yazmış. Kimisi de süre tutarak yazmış. Kimisi otel odalarında yazmış kimisi de değişik kıyafetler giyerek yazmış. Bu alışkanlıkları öğrenebileceğim ya da okuyabileceğim bir eser bulmakta zorlandım hep. Sevdiğim bir yazarın ya da şairin merak ettiğim alışkanlıklarını kendi ağzından okuyabileceğim bir eser genelde bulamadım. Ya söyleşilerinden edinebildiğimi edindim ya da denemelerinde değindikleri kadarına yetindim ya da başkalarının yazdığı eleştiri ve biyografilerinden yararlandım. Sonra fark ettim ki edebiyatta merak edilen salt bu özellikleri ve rutinleri yazabilecek bir tür veya içerik yok. Eleştiri, inceleme, otobiyografi ve biyografi türleri var ama yazılan kişinin veya eserin her yönünden ya da bilinen yönlerinden bahsedilen türler bunlar. Deneme, anı ve seyahat yazıları da aynı şekilde böyleler. Ben okur olarak sadece alışkanlıkları merak ediyorum ve böyle bir eser bulamıyorum. Biz edebiyatta hep alışkanlıkları edinmeye, öğrenmeye çalıştık ama edinilen, yaşanan veya tüketilen alışkanlıkları sanatçıların kendi kalemlerinden okuyamadık veyahut bunları yazamadık. Kendim de yazmadım. Oturdum, yazmaya başladım alışkanlıklarımı. Bittiğinde de yayımlayacağım. Nedir alışkanlığa giren hareketler: İtiyat, rutin, meleke, huy, temayül, odaklanma, motivasyon, irade, tasarım, iç güdü, takıntı vb. arzular ve tetikleyici fikirler. Bunların hepsi de sanatçıların eserini oluşturmada önemli birer etkendir. Alışkanlık ediniminin edebi davranışlarda olumlu veya olumsuz etkiler bıraktığı, fikir üretme ve yazma anına müdahale ettiği gün gibi ortadadır. Birçok disiplinde bu davranış tekrarı tutumu varken edebiyatımızda olmaması ve etki etmemesi mümkün değildir. Şimdi ben edebiyat emekçilerine soruyorum neden salt bu türde veya içerikte bir eser yazılmasın? Alışkanlık neden bir tür olmasın. Konu, içerik, tema veya tür olup olmaması fark etmez. Sonuçta böyle bir edinim ve tecrübe edebiyatımıza gereklidir. Bunu düşünmeye, bu konunun alışkanlığında olmaya davet ediyorum. Bunun gibi başka bir konu daha var: Biz hep edebiyatı etkileyen olay ve akımları konuşuyoruz. Hep bunlar eleştiri ve inceleme biçiminde oluyor. Pek tabii sadece “etki” türünde araştırma yapılamaz mı diye de düşünüyorum. Araştırmanın bir konusu da şair ve yazarın üzerindeki etkiler ve etkiledikleri hakkında “etki” üzerine olabilir pekâlâ. Bunlar yapılıyor, evet. Ama tür olarak ele alınmıyor. Özellikle yazarlar ve şairler kendi etkilendiklerini ve hatta kendi etkilerini yazmıyorlar. Kendi sanatının etkilerini yazmıyorlar ya da yazan az. Pek tabii bu etkiler çok uzun yıllar sonra görülebilecektir; fakat daha hayattayken otorite olan edebiyatçılarımız var. Bu ediplerimiz kendi edebiyatını nasıl inşa ettiğini böyle tür ve içeriklerle kayıt altına alabilir. Hep araştırmacılar, eleştirmenler sanatçının eserleri üzerinden tahminde bulunuyor. Kendi yazmışsa bir dergiden konuşmuşsa bir söyleşiden, panelden, röportajdan hareketle yazıyor. Bu etkilerin sistematik bir biçimde ele alınması gerekir. Bu türde eserler yazılıp eserin üzerine de türü “etki” diye belirtilmelidir. Ataol Behramoğlu, Murathan Mungan ya da İsmet Özel mesela, çıkıp da niye edebiyata olan etkilerini, etkilediklerini ve etkilendiklerini yazmasın. Sezai Karakoç yazsaydı mesela o muhteşem düşünce yazılarının yanında, edebiyat yazılarının yanında etkiledikleri hakkında bir kitap ya da etkilendikleri edebi, felsefi, dini ve siyasi kişi ve düşünceleri ve akımları yazsaydı da biz şimdi zevkle okusaydık fena mı olurdu? Daha çok makale yazılır, daha çok kitap basılırdı. Kütüphanelerde “etki” başlığıyla bölüm açılır ve daha çok raf dolardı. Hep yazarın hayatından yola çıkılarak yapılıyor bu iş. Şu siyasi sebeple hapse girmiş, şu partiye ve topluluğa katılmış, yurtdışında şu yazarla ve düşünürle konuşmuş, şuralara seyahatler düzenlemiş vb. gibi. Artık tahminden öteye gitmemiz lazım. “Etki” türünde, yazar/şair kendisi de yazabilir. Şu kitabım şu yazardan ve akımdan etkilenerek yazıldı, şu şiirim şu düşünürden veya şu olaydan ilham alarak yazıldı şeklinde etkilendiği kişi, olay ve konuları yazabilir. Benim “etkiler” başlığını atarak bu türde eser yazma düşüncem hayata geçecek. Bu fikri de edebiyat dünyasına sunuyorum. Onları da davet ediyorum. Kullanılabilirliğini bir tartışsınlar. “Alışkanlık” türüne tekrar gelirsek, ben böyle bir tür olmadığını biliyorum. Yok diye de iddia etmiyorum. Örneğin büyük yazarların ya da büyük bilim adamlarının 10 gizli alışkanlığı diye internette yazılar görebiliyoruz. Falanca şair kahve tutkunuymuş, falanca yazar sarhoş gezermiş, efendime söyleyeyim falanca düşünür kadınsız duramazmış ya da ne bileyim falanca bilim adamının gizli tarikat alışkanlıkları varmış gibi olayları biz hep başkalarından duyuyoruz. Birilerinin o kişinin hatıralarından veyahut yakınlarından araştırıp incelemesi sonucu bu bilgilere ulaşıyoruz. Neden kendileri yazmasınlar efendim. Böyle salt alışkanlıklar üzerine bir yazı türü yazılırsa biz de o kişi hakkında bir fikre sahip olur, örnek alır, kişisel gelişimimizi bile sağlayabiliriz. Bu fikri, edebiyat dünyasına sunuyorum. Bunu bence tartışmalılar. Cumhuriyetimizin 100. yılında artık, yeni fikirler üretmeliyiz. Kimileri çıkıp haklı olarak buna adet der, gelenek der, kültür der ve belki medeniyet der. Bunlar zaten yazılıyor der. Bu fikirlerime akademik veya edebi bir alt yapı, kuram veya temel bulamamış olabilirim ama bu konuda sizi ikna ve teşvik edebilirim: “Alışkanlık/lar” üzerinden devam etmek istiyorum. Biz hep sağlık üzerine veyahut kişisel gelişim üzerine yazanlardan mı birtakım alışkanlıklar dinleyip okuyacağız. Falanca sporda başarılı olmak için edinmemiz gereken alışkanlıkları öğrenebiliyorken ya da falanca kişinin üniversite sınavında nasıl başarılı olduğunu duyabiliyorken, ezberlenmiş robotik mecburi rutinlerini ticari olarak satın alabiliyorken neden bizim edebiyatçılarımız ya da sanatçılarımız kendi alışkanlıklarını yazmasınlar. Bu nasıl olur, meselesi değil. Bunları yazanlar var: Roman nasıl yazılır, şiir nedir, öykü unsurları nelerdir gibi kitaplar zaten piyasada bol sayıda var. Benim bahsettiğim yazarın kendi yazım süreci. Salt edebi alışkanlıklar ve edebi paylaşımlar. Belki çılgınlıklar ve delilikler. Neden türleştirip edebiyatımızda yazılıp çizilmesin, anlatılmasın. Örneğin bunları Refik Durbaş “Şiirin Gizli Tarihi” kitabında anlattı. Edebiyatçılarımızla olan anılarını paylaştı. Onların alışkanlıklarını, nasıl yazdıklarını anlattı. Buna benzer eserler çoğalmalıdır. Bugünün yazar ve şairleri özellikle bu alışkanlıklarını yazmalıdır. Gençlerimiz bunları öğrenmelilerdir. Birilerinin yıllar sonra anılarından öğrenmemeliyiz. Bir şair ya da yazarın sanatını anlatırken bu alışkanlıkları dikkate alınmazsa ve bunlar bilinmezse nasıl tanıtabiliriz ki biz o kişiyi. Okulda öğrencilerimize edebiyat kültürünü kazandırmak için, bilgisini edindirmek için ne anlatacağız? Ki bunlardır eski şairlerimizin sohbet masalarında konuştukları. Bugün yazarlarımız konferanslarında, kitabını hangi fikir üzerine yazdığını, hangi alışkanlıklarla buraya geldiklerini anlatmıyorlar mı? Sergilere gittiğimiz zaman eserleri görüyoruz. Adam güzel resimler yapmış. Bravo, ne güzel. Peki, bu adamın bu resmi yaparken ki rutinleri önemli değil midir? Ben oraya öğrenci götürdüğüm zaman o ressamı nasıl örnek alacak veya aynı yanlışları nasıl tekrarlamamasını öğrenecek? Bunlar önemli. Nasıl yazılacak deniliyorsa bu alışkanlıklar, deneme biçiminde de yazılabilir. Ne bileyim belirli ölçütler de çizilebilir. Deriz ki bu; denemeden ve hatıradan farklıdır, deriz veyahut sadece içerik açısından bir tür, deriz. Bu içerik, kişisel ya da duygusal paylaşım; deneme, anı, gezi ve öykü türleriyle yazılabilir, deriz. Örneğin bu, anı türünün alanına girer, farklı bir tür olarak ele almaya gerek yok, deriz. Anı türünün alt kolu, deriz. Bu konu hakkında yazılmaya başlandığında bunlar, zaten kendiliğinden oluşur. Örneğin; işin sonunda bu adam ne saçmalıyor, öyle şey mi olur da diyebilir. Fikir efendim, zarar gelmez konuşup tartışmaktan. Ben, edebiyat kamuoyuna bu “alışkanlıklar” konusu ile “etkiler” konusunu sunuyorum. Ulaşabildiğim mecralarda da anlatmaya çalışacağım. Araştırmalarıma da devam ediyorum. Akademik olarak da mutlaka bu araştırılıyordur veya çoktan birileri tez bile yazmış olabilir. Varsa böyle bir şey yararlanırız. Edebiyat türü yelpazemizde, kitaba bakınca ön yüzünde türü “alışkanlıklar” ya da “etkiler” diye yazması hiç de fena olmayacaktır; çünkü alanı genişletiyoruz. Yeniyi denemek ve üretmek zorundayız. Alışkanlık yazımı, edebiyatta bir tür olacaksa eğer; yazar tüm alışkanlığın yönlerini yazmalıdır. Bu tür, anıdan/hatıradan, günlükten, fıkradan, makaleden, gezi/seyahat yazılarından ve özellikle deneme türünden farklı olmalıdır. Zira onlarda yaşam ve duygu tecrübeleri paylaşımı vardır. Bu türde ise sadece alışkanlıkları veya alışmadıkları/alışamadıkları vardır. Evet, sonuçta bir şeyi yapmamak da alışkanlıktır. Şöyle bir karşılaştırmak istiyorum diğer türlerle: Anı türünde yazar, hayatının belli bir kesimini anlatır. Herhangi bir sınırı da yoktur. Alışkanlık türünde ise sadece alışkanlıklarını yazacaktır. Yazılış amaçları farklı olacaktır. Üstelik sadece yaşanmış da olmayacaktır. Olmaya da devam edecektir. Bunun olumlu yanları olmakla birlikte olumsuz yanlarını da yazabilecektir. Günlük türündeki gibi günü gününe not tutulmasına ya da belirli bir tarihi takip etme gibi bir şartı da olmayacaktır. Anı türünde olduğu gibi hayatının son zamanlarında yazmasına da gerek yoktur. Sonunda başarılı olmak da şart değildir. Birisi çıkıp bu alışkanlıklarım yüzünden mahvoldum, battım, diyebilir. Öteki de bunların sayesinde adam oldum, diyebilir. Deneme türüyle karşılaştırdığımızda, deneme herhangi bir konuda yazılabilirken burada, konu bellidir. Konu, kişinin alışkanlıklarıdır. Bu alışkanlıklar, edinilmiş de olabilir edinilmeyi bekliyor ya da planlanıyor da olabilir. Burada, kesin hükümlere varmak söz konusu da olabilir denemeden farklı olarak. Bu alışkanlığım beni felakete sürükledi, diyebilir. Olumlu tesir etti, de diyebilir. Örneğin Montaigne, La Boetie ölünce inzivaya çekilmiş ve denemelerini yazmaya başlamıştır. Burada, alışkanlığın yitirilmesi olumlu bir sonuca yol açmıştır. Pek tabii, alışkanlıklar yazılırken sohbet, fıkra, eleştiri, itiraf, hesaplaşma gibi farklı türlerden yararlanarak farklı üsluplar kullanılabilir. Ama asla diğer türlerin içinde kaynamaz ve yok olmaz. Alt tür olarak kullanılırsa hikâyeleştirilebilir ya da romanlaştırılabilir. Bu, deneme ya da günübirlik yazı değildir. İddialarını kanıtlamak isterse bunu, kaynak ve istatistik kullanarak tecrübe ettiği şekilde paylaşabilir; ama hep aynı konu üzerinde yazma şartıyla tabii. Şiir şeklinde de yazılabilir. Deneme türünün konusu olarak da yazılabilir. Kısa veya uzun yazılar olabilir. Gazete köşelerinde tavsiye olarak yer alabilir. Bu bir alt tür olarak kullanılırsa içerik biçiminde kullanılır. Örneğin biyografik bir romanın içeriği, konusu olabilir. Otobiyografisini yazan bu içerik üzerine yazabilir. Deneme yazacaksa sadece alışkanlıklarıyla ilgili denemeler yazabilir. Anı yazacaksa bu içeriği kullanıp konu yaparak yazabilir. Eğer bir üst tür olarak kullanılacaksa çatıyı, sadece alışkanlıkları üzerine kurgulayıp oluşturur. Örneğin edebi alışkanlıklar yazılacaksa yazım süreci, yazmadan önce rutin olarak neler yapar, ilhan gelince ne yapar; geceleri yazma alışkanlığı, müziksiz yazamama alışkanlığı gibi veya yaptığı rutin okumaları yazarak bu türde bir eser meydana getirebilir. Bunu edebiyatçıların yanında sporcular, doktorlar, kişisel gelişimciler, mesleğini anlatmak isteyen bir imam, bir akademisyen pekâlâ yazabilir. Fakat bizim istediğimiz, yazar ve şairlerin kendisini kendi yapan rutinleridir. Bu, onu araştıracak ve örnek alacak kişiler; eserlerini inceleyecek eleştirmenler ve inceleme yazarları için birer done olacaktır. Akıcı ve şiirsel bir dille yazıldığında geniş kesimlerce; özellikle edebiyata ilgi duyan gençlerimizce beğenilip okunacaktır. Akademi için de done ve kaynak olacağı için sahiplenilecektir. Ben yazın dünyamıza bu iki türü sunuyorum. Eserlerinin üstüne tür olarak bu türleri yazdırmalarını teklif ediyorum. Yayınevlerine de bu anlamda çağrımdır. Özellikle akademi dünyası ve araştırmacılar için paha biçilemez eserler olacaktır. Aydın AkyüzTÜRK EDEBİYATI ‘TÜRKÇE’ EDEBİYAT!
YAZAR ve ŞAİRLER ETKİLENDİKLERİNİ NİÇİN YAZMIYOR
YAZAR ve ALIŞKANLIK
ANI ve ALIŞKANLIK
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR