— Celal, önce seni kutlamak istiyorum. Ben de kendimce bundan sevinç duydum. Sana duygularını sormam, bu çok beylik bir soru mu olurdu?

Genellikle ödüllerle ilgili çok söz edilir ve spekülasyon yapılır. Hiç sanmıyorum ki ödül alıp da sevinmeyen birisi olsun, Bu çok insanca bir duygu. Sartre bile Nobel ödülünü reddetmişti, ama yine de ödüllendirildiğine sevinmiştir.

Bu ödülle ilgili olarak özel olarak şunu söyleyebilirim. Bir kere ödülün Azra Erhat'ın adını taşıması çok onurlandırıcı. Böyle ilk kez verilen bir ödülü A. Kadir gibi bir ustayla almak ayrıca çok sevindirici, Bu ödülün çok önemli bir özelliği de olduğunu düşünüyorum. Anımsadığım kadarıyla çeviri dalında ödül, ilk kez, özel uğraş alanı çeviri olan bir kuruluş tarafından veriliyor. Şimdiye dek verilen çeviri ödüllerinden ayrılan bir yanı da var,

— Bu tür çok kitap var. Bunu seçmenin özel bir nedeni var mı?

Bu kitabın çevrilmesinin öyküsü on yıl önceye dayanıyor. Daha O zamanlar bunu yapmayı düşünmüştüm. Cevat Çapan 1970'lerde George Thomson'u bize tanıtmıştı. Bu yazarı ilk Marksizm ve Şiir'le tanıdık, George Thomson'un en önemi özelliği, tarih öncesi toplumlarının geçmişlerine ve özellikle de Türk toplumunun yakından ilgilendiren Ege'nin en eski çağlarına tarihsel maddeci bir açıdan bakmasıdır, Bu konuda çok zengin ve değerli kitaplar var. Ama sistemli bir dünya görüşüyle insanlığın geçmişine yaklaşan bu kitap bana çok çekici geldi. Hatta bölüm bölüm çevirmem o yıllardan başlar. Tam olarak çeviriyi bitirebilmem bazı olanaksızlıklar sonucu ancak şimdi gerçekleşebildi.

— Çeviride hangi güçlüklerle karşılaştın? Özellikle terminoloji açısından sorunların oldu mu?

Aslında bu kitabın önemli bir özelliği, arkeoloji kitabı gibi görünmesine karşın —bu, Thomson'un kitabında savunduğu önemli savlardan biri— birçok bilim dalının verilerinden yararlanarak ortaya çıkan bir kitap olması. Dolayısıyla tarih öncesi Ege'yi çevirirken birçok bilim dalının terimleriyle boğuşmak zorunda kaldım. Özellikle Etnoloji ve Arkeoloji bilimlerinin terimleri Türkçede insana epey güçlük çıkarabiliyor, Örneğin Thomson bu kitapta ilkel toplumların gelişmesini incelerken Batı'daki modelleri alıyor ve Batı'daki terminolojiyi kullanıyor. Somut bir örnek verirsek klan, fratri, tribü sözcüklerini Türkçeleştırmek olanaksız. Çünkü Türk ilkel toplumlarına baktığımızda oymak, boy gibi terimler görülebilıyor, ama bunlar tam anlamıyla Batı'dakileri karşılamıyordu. Bu önemli sorunlardan biriydi.

— Bu sorunu nasıl çözümledin?

Batı'da kullanılanları aynen bıraktım. Çünkü Türkçeleştirmek olanaksızdı, yanlış yapılabilirdi. Bunun dışında şunu mutlaka belirtmek gerekir ki eğer daha önce Azra Erhat, Halikarnas Balıkçısı ve Eyüboğlu'nun Ege toplumuyla ilgili çalışmaları, çevirileri ve Müntekim Ökmen'in Heredot Tarihi çevirisi olmasaydı bu kitabın çevrilmesi de mümkün olmazdı. Özellikle terminoloji açısından TDK'nun yayımladığı Sedat Veyis Örnek'in Budunbilim Terimleri Sözlüğü ve öteki terimler sözlüklerinin büyük yararı oldu.

— Adnan Cemgil, senden, kitabı çeviren değil, yazan diye sözetmiş, Buna katılıyor musun?

Bence Adnan Cemgil, kitabın rahat okunabilirliği ve çeviri kokmamasın açısından böyle söylüyor, bir yanlış anlama olmasını istemem. Ama çevirmenin çevirdiği yazarın üslubunu elinden geldiğince aktarması gerekiyor. Tabii türündeki kitaplar için daha da geçerli. Çevirmen bir yazarı ele aldığı zaman onun üslubunun yanısıra kişiliğini içinde yaşadığı toplumsal koşulları, tarihsel dönemi bir an bile gözden kaçırmadan çeviriyi yapmak zorundadır. Eğer bir değişiklik olacaksa, o değişikliği olabildiğince yabancı dilden Türkçeye aktarmanın zorunlu kıldığı değişikliklerle sınırlı tutmak gerekir. Yani çevirmen bir yerde bukalemun gibi olmalı. Bukalemunla insanın yaşadığı çevrenin değişkenliğini bir tutarsak, çevirmen her çevirdiği yazarla birlikte değişmek onun ortamını ve üslubunu yansıtmak zorundadır. Ama belki de burada bukalemun yerine Promethus da denebilir çevirmene. Bence çevirmen kişiliksiz olduğu ölçüde, kişiliklidir ve başarılıdır. Örneğin D.H. Lawrence; Türkçeye çeviriyorsunuz. Bir İngilizce deyimin yerine 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldum’ gibi tümüyle yerel bir deyim kullanılırsa gerçekten 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olunur. Kanımca çevirmen böyle çok yerel deyimler yerine, hiç olmazsa yerel olmayan deyimlerle yetinmek ve duyarlı olmak zorunda,

Benim, çeviride öğretmenim diyebileceğim özellikle iki kişi var. Cevat Çapan ve Memet Fuat. Çeviriyi Memet Fuat'ın yönettiği Yeni Dergi'de öğrendim. Çünkü Yeni Dergi bir anlamda okuldu. Memet Fuat'ın bu dergide benimsediği ve bize de benimsettiği çeviri anlayışı, bir yazarı kendi kimliğinden ve kendi ulusallığından koparmadan Türkçeleştirme anlayışıydı; çevrildiği dilin ulusallığına büründüren çeviri anlayışına karşıydı. Bu anlayışı hâlâ benimsiyorum ve elimden geldiğince uygulamaya çalışıyorum.

— Kitabı çevirmeden önce nasıl bir hazırlık çalışması yaptın?

Hemen hemen o dönemle ilgili Türkçede yazılmış ve çevrilmiş kitapları okudum ve terimler açısından gerekli sözlükleri topladım. Çeviri sırasında bu doğal olarak bir kolaylık sağladı.

— Tarihe kaşı özel bir ilgin var mıdır?

Bu konuda Ege'nin geçmiş uygarlıklarının birikimine, o uygarlıkların kür türel temeli üzerinde yükselen insan duyarlığına kendimi çok yakın hissediyorum. Bunda belki de baba tarafından Midillili olmamın payı vardır.

— Teşekkür ederim Celal. Başarılarının sürmesini dilerim.

 Ülkü Demirtepe
(Yazko Somut — 16 Eylül 1983)

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)