Hüseyin Haydar’ın yeni şiir kitabı İsyan Makamı matbaadan alındığı gün, çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu İstanbul halkı, İstiklal Caddesi’nde, bugün faşizan niteliğinin daha açık görülebildiği AKP diktatörlüğüne karşı İsyan halindeydi. 31 Mayıs’ta İstanbul Taksim’de başlayan isyan dalga dalga Türkiye’ye yayılırken, gece sabaha kadar AKP polisinin gaz mermilerine, asitli suyuna, çivili sopasına karşı Türkiye sokakları savunmadaydı.

 

21. Yüzyılın isyanı, eski isyanların en temel savaşım aracını, sokak barikatlarını keşfediyordu. Şairin İsyan Makamı ile halkın isyan makamı birlikte doğuyordu.

 

Hüseyin Haydar’ın şiirinin temel özelliği alabildiğine güncel olmasıdır. İsyan Makamı  ile,bu şiirin güncelliği, hayatın bir adım daha önüne geçiyordu denebilir. Şairin yaratım süreci, toplumun yaratım sürecini önceliyordu; şair, isyan başlamadan şiirini ortaya koyuyordu.

 

İsyanın somut nedeni, buna vesilesi demek daha yerinde olur, Taksim Gezi’deki ağaçları, beton yığını içindeki kamusal bir vahayı korumak için direnişe geçenlerin, kurdukları çadırlarda daha sabaha uyanmadan polis saldırısına uğramalarıydı. Gün boyu bu zulmü kabul etmeyen birkaç yüz kişinin inatçı direnişi, akşam saatlerinde bütün İstanbul’un patlamasına dönüştü ve bütün ülkeye yayıldı. Bilim ve Gelecek dergisinin Temmuz sayısında “büyük patlama” adını verdiği, bu patlama,bir ay boyunca bütün Türkiye’yi sarstı, sarsmaya devam ediyor, öyle anlaşılıyor ki, daha da güçlenerek sürecek…Direniş için çadır açmak birkaç yıldır Türkiye’nin gerçeğiydi. Dünyada da örnekleri olmakla birlikte, bizdeki çadır eylemlerinin bazıları tarihsel ölçüde görkemli izler bıraktılar. 2009-2010, Aralık-Mart’ta, Ankara’nın göbeğinde, 70 gündenfazla, kışın en soğuk ve yağmurlu günlerinde birkaç sokağa yayılan Tekel çadırları bunlardan en önemlisiydi. Bir başkası ise, karşıdevrimin Silivri hapishanesinde tutsak ettiği gazetecileri, yazarları, subayları, devrimci aydınları savunmak için, tam karşısında açılan, yakında ikinci kuruluş yılını kutlayacak Silivri Çadırıydı.

 

Hüseyin Haydar, güncel gerçeğin içinde, direniş için açılan bu çadırların tarihsel anlamını gördü ve Gezi’de, bir başka çadır sahrasında uç veren isyanın şiirini, aylar önce, “Kıyamet Çadırları”nda yazdı. Zamana ve mekâna yayılmış çadırların birikimini bütünlüklü kavrayabildiği için, daha yaşanmadan, çadırlı Gezi’deki “diriliş meydanına” dönüşümü şiirleştirebildi. Bu dirilişin sarsıntısı içinde,“İsyan Makamı” da isyana kalkışmış okurla buluştu.

 

Çadırlar dizilmiş çadırlar!

Naylondan, bezden, muşambadan,

İpleri azap, direkleri acıdan…

Çadırlar kurulmuş diriliş meydanına,

Kıyamet çadırlarıdır bunlar.

Girin haykırın, çıkın haykırın!

 

Bu dizelerle başlayan Kıyamet Çadırları, Silivri, Tekel ile sürüyor, burada kalmıyor, karda kışta donan bebelerin sığındığı “deprem çadırlarını”, AVM inşaatında, bir gece birkaç dakikada yanıp giden işçilerin kaldığı şantiye çadırlarını, daha önemlisi karşıdevrimin “çadır mahkemesi”ni de şiire alıyor ve aralarındaki kopmaz ilişkiyi görünür kılıyor. Bu “azap ve acı” üreticisi düzenin yıkıldığı bir kıyamet sahnesinde bir araya getiriyor. Devrimin şiirini, yaşananın, güncelin içinden giderek yazıyor. Bu anlamda Hüseyin Haydar’ın şiiri tektir ve yeni bir şiirdir. Günümüzde Hüseyin Haydar ölçüsünde topluma, toplumsal mücadeleye ve devrime yoğunlaşmış eser veren çok az şair bulabiliyoruz.

 

Ey gökyüzü, iyi kalpli yaratıcı

Adanmış olana, “yükün ağır” denir mi?

Kartala ne kadar ağırsa kanatları,

Yüküm ağır değil o kadar, gel gör ki

Aşk bekler, düş bekler, beklemez devrim.

 

Hüseyin Haydar şiirinde bütün dizeler, bu “devrim beklemez” sorumluluğu ekseninde dizilirler. Şairin zaman zaman öğreticiliğe düşmesi, alışılmış şiirsel söyleyiş ve duyarlıklara boş vermesi ve doğrudan öykülemeye ve konuşmaya girişmesi, devrim zorunluluğunun bu birincil niteliğinin gereklerine bağlansa yeridir. Bu gereklilik her sözü, her katkıyı şiire koşmaya izin verirken, alışılmış, kanıksanmış, mırıltılı şiirsel duyarlıklara yer kalmaz. Hüseyin Haydar şiirinin günümüzdeki aşamasında, yalnızca düş ya da aşk değil, şiirin mücadele, devrim ve toplumsallığa açılmayan bütün kapıları bir süre kapalı kalacaktır.

 

Hüseyin Haydar’ın şiirinde değişik kaynaklardan alınmış biçim örnekleri, ses tonları, şiir harmanları vardır; bunlardan hiçbir kişisel komplekse düşmeden, göğsünü gere gere yararlanır. Bütün bu şiirsel kalıtın bireşiminde güncel ve alabildiğine çağdaş bir içerik yüklüdür. Biçimsel yapısıyla, uyak düzeniyle, bir Yunus Emre ya da Köroğlu şiirini okuduğumuzu düşünürken, günümüzün sınıf çatışmalarının sesiyle karşılaşırız. Toplumsal açıdan hayati bir mücadelenin insanlığın bugününü ve geleceğini belirlediği koşullarda, şiirin varlık nedeni bu savaşımdaki işlevidir. Hüseyin Haydar’a göre, şiir, eğer bu işlevi yerine getirecekse, insanlığın bütün birikimlerinden, bu şiirin yazıldığı dili oluşturan Türklerin bütün tarihsel değer ve imgelerinden yararlanmak gerekir. Kimilerinin tüylerini ürpertecek tarihsel simgeler ve imgeler, Hüseyin Haydar şiirinin en doğal hammaddesidir. Yalnızca Türk mitolojisi ve tarihi değil, Doğu Tabletleri'nde, doğrudan içeriği de belirleyecek biçimde, Doğu mitolojisi ve kültür değerleri, kucaklayıcı anlamda bu şiirin yapısında harmanlanmıştır. Eski ve yeniyi, uzak ve yakını, açık ve kapalıyı, net ve belirsizi uç noktada buluşturan bir şiirdir bu. Zenginliği de ve varsa eksikliği de bu yanında gizlidir.

 

İsyan Makamı , Hüseyin Haydar’ın şimdiye kadar yayımlanan bütün kitaplarında olduğu gibi bir “Adanış” şiiriyle başlar. Kitaplaşma geleneğinde çoğunlukla, bir dosta,bir ustaya, bir sevgiliye adanan eseri, Hüseyin Haydar’ın, şiirlerin nesnesini oluşturan, bir bakıma, asıl yaratıcıları olan tarihten ve toplumdan öne çıkan insanlara, sınıflara, topluluklara adadığını görürüz. Her kitabının başında yer alan bu “Adanış” şiirleri, aynı zamanda kitabın konusuna, temasına ve genel anlamına da bir giriş niteliğindedir. İsyan Makamı’nın “Adanış VII” şiiri de, tarihte bu makama şair kişilikleriyle korkusuzca erişmiş ustaları anar ve şair, onlara benzer biçimde canını hiçe sayarak savaşımcı bir şiiri yazmayı diler. Şiir, kendini toplumsallığa adamış şairin, bunun getirdiği ağır yükü taşıyacak bir güç için “Ey Gökyüzü!” seslenişiyle bir yakarış biçimindedir. Her şey, sonraya ertelenebilirken“beklemez devrim” saptaması buradadır.

 

Hüseyin Haydar, kendi şiir anlayışını, yazmak istediğini, bunun için yakarışını ortaya koyduktan sonra, bugünün koşullarında başka şairleri de bu ortak kavgaya ve sorumluluğa davet eder. Adanış’la birlikte, şiir ve şairin görevi de ilk şiirlerde sorgulanır. Şairlere şiirle getirilen bir eleştiri okuruz. Özellikle bu şiirler, halk şiirimizin büyük ustaları Yunus Emre ve Köroğlu’nun söyleyişini ve sesini duyururlar. Şair, klasik bir şiir biçimini güncel ve çağdaş bir içeriğe ustalıkla içselleştirir. Aynı zamanda adanmış şairler geleneğinin biçim ve ses düzleminde de yeniden yankılanması, isyan makamının şair cephesinden daha belirgin kılınmasına katkıda bulunur.

 

Elinizi çabuk tutun, dilinizi çabuk,

Dağıldı dağılacak halkın göğüs kafesi.

Abuk sabuk tükettiniz nefesinizi,

Bir sözünüz kaldı mı söyleyecek?

Kaldı diyorsanız, atılın ileri.

 

Hüseyin Haydar şiiri, güncelin şiiridir dedim, bir o kadar da tarihselin şiiridir. Bu şiirin estetik nesnesine bakış yöntemini en iyi ortaya koyan şiirlerden biri, “Emek Yoğun Hayat” başlıklı şiirdir. Şair, TYS’nin ortak bir sergi önerisi için Metin Yoksu’nun çektiği bir fotoğraftan yola çıkarak yazmıştır bu şiiri. Torna tezgâhında çalışan yaşlı bir işçiyi gösteren fotoğraftan, yirminci yüzyılın kısa Türkiye tarihine açılmıştır. İşçinin çocukluktan o güne yaşadıkları ile ülkenin o yıllarda geçirdiği değişim bu anın fotoğrafını şiirleştirirken ortaya konmuştur. Yalnızca dün ve bugün değil, yarın, insanın ve toplumun geleceği de görülmüştür bu fotoğrafta. Nefesini “abuk sabuk tüketen” bir şairin kahve falına dönüştüreceği bir fotoğrafı, bu kadar geniş boyutlu görebilmek, Hüseyin Haydar’ın ustalıkla geliştirdiği gerçekçi şiirimizin bir başarısıdır.

 

Gene böyle dal gibiydi bedeni,

Hafif bir kambur eklendi belki, kırk yılda,

Boyun eğmekten değil, içine eğilmekten.

 

Hüseyin Haydar, partili bir şairdir, şiirinde partili mücadelenin insanları ve imgeleri ağırlıklı bir yer tutar. İsyan Makamı nın, “Alnı Çobanyıldızlılar” bölümü, büyük ölçüde devrim mücadelesinin savaşçılarının portrelerinden oluşur. Şairin bu portrelerde ele aldığı kişinin özelliklerine, eylemine uyacak bir dil ve biçim geliştirdiğini görürüz. Yinelemeye düşmeden, kişilerin niteliklerine yakışan, değişik biçim ve ses düzenleri kurar. Hikmet Çiçek’in şiiri Fatih Hilmioğlu’nun şiirinden farklıdır. İlhan Erdost’un şiiri, 12 Eylül işkencesinde katledilen bu devrimciyi, katkılarıyla çizerken, işkencecinin emperyalist şebekenin üyesi olduğunu da gösterir. Her an devrim için düşünen bir imgelemde, toplumsal hareketin örgüt matematiği de hak ettiği yeri bulur. Bu yönüyle de Hüseyin Haydar, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Kemal Özer çizgisinde savaşımcı şairler geleneğinin günümüzdeki bir örneğidir. Haziran İsyanı’nın şiiri “yeni nesil devrimler”e uygun bir dille yazılmalıydı. Şair İstiklal Caddesi duvarlarına isyancıların yazdığı bir dizeyle işe başladı: “Devrim Download” ve yeni bir dille “göz kırpan devrim”e koşan gençler, “Türkiye’nin masaüstünü temizleyeceklerdi”. İsyanı isyanla aynı gün yayımlanan kitabına ad yapan Hüseyin Haydar’ın şu dizelerine güvenmekte yarar var:

 

Türkiye’nin üzerinde dolaşan fırtına,

İşbaşı yapacak yakında:

Doğuracak yüzyılın kollarına,

Doğuracak Avrasya’nın en güzel çocuğunu.

 

Sadık Albayrak

(Aydınlık Kitap)

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)