Son Dakika



Hasan Hüseyin Korkmazgil, yaşamöyküsüne, Kavel’de, ‘Alacakaranlıkta Kimlik’ şiirinde ‘Allahın bol, yoksulluğun kol gezdiği’ Gürün’de doğduğunu anlatmayla başlar. Baba sözcüğü onun için ‘gurbet’tir, ana ise ‘ağıt yakar’ durmaksızın.

Korkmazgil 1927’de Sivas’ın Gürün İlçesinde, Nalbant Mamooğulları ailesinin sağ kalmayı başarabilen dört erkek, dört kız çocuktan üçüncüsü, kendinden önce ölen üç kardeşten yaşayan ilkiydi. Babası Şükrü Efendi’nin kimsesiz büyümüşlüğü belki de çok çocukluluğu açıklamaya yeterlidir. Çocuklarına devredebileceği tek mirası, başta yoksulluk olmak üzere Ulusal Bağımsızlık Savaşı’na katılmış olması, Atatürk’e, cumhuriyete olan bağlılığı ve onurla taşıdığı İstiklal Madalyası’ydı. Annesi Gülşan Hanım da baba evinde tanıştığı yoksulluğu koca evinde sürdüren ev kadınıydı, türkülerle ağlar, kafası karıştı mı oynar.

Çok çocuklu yoksul bir ailede olmak, yoksulluğu eşit olarak paylaşmak anlamına gelir. Herkes payına düştüğü kadarını yaşar. Aile o denli yoksuldur ki, anne çocuklarının karnını doyurmak için onlara söğüt yaprağından yemek yapar. Önce, üç yıllık Kurultay İlkokuluna, ardından beş yıllık Cumhuriyet İlkokulu’na gider. Korkmazgil müzik, şiir ve resim yeteneğini keman çalan öğretmeni İzzet Öz’e öykünerek kazanır.

Daktilo ile tanışması, babasının Ziraat Bankası’na hademe olarak geçmesiyle, kendisinin de ayak işlerini görmek, temizliğe yardım etmek üzere bankaya babasının yanına gelmesi ile olur. Daktilo ile yazmayı bankada öğrenir. Temizlik işlerine yardım ederken, diğer yandan bankanın yazışmalarını, yanı sıra kredi almak için bankaya başvuran köylülerin işlemlerini yapar, imza yerine kullanılmak üzere onlara mühür kazır. Bir süre sonra bankanın muhasebe işlemlerine yardım etmeye başlar. Şiirlerindeki kırık satırlı özgür koşuklu şiir yazmayı da bankaya gelen Ülkü dergisinde görür. Dergide, Kamuran Bozkır adlı ozan şiirlerini bu yöntemle yazmaktadır, Korkmazgil, etkilendiği bu yazım biçimini şiirlerine taşıyacaktır.

Yine bu dönemde Osmanlıca ve Arapçanın biçimselliğinden etkilenerek bu iki dille yazılmış kitapları okumaya ve anlamaya çalışır. Bu iki yazı biçeminin simgesel nitelikleri onu o denli etkiler ki, kendine özgü simgesel bir abece yaratır. Ne var ki bu özel dil yaratma tutkusu 1951’de başına dert olacak, sosyalist kimliği ile bütünselleştirilerek şifre ile yazıştığı suçlamalarını göğüslemek zorunda kalacaktır.

BIÇKIN ve ÂŞIK

1942’de yaz tatilini geçirmek için Gürün’e gelen bir arkadaşı ile Sivas’ta yapılan Devlet Parasız Yatılı Sınavını kazanarak, ortaokulu okumak üzere Niğde’ye gider. Okul kitaplığını yönetme görevi ona verilence, okuma açlığını okul kitaplığında giderir.

Voltaire ve Dickens kitaplarıyla tanışır, onları elinden düşürmez. Dil öğrenmeye merakı onu kendiliğinden Fransızca kitaplar okuyacak düzeye getirir. Halkevinde, Cumhuriyet İlkokulundaki öğretmeni İzzet Öz gibi çalmak için keman dersi alır. 1945’te ortaokulu birincilikle bitirir. Gürün’e gelip Ziraat Bankası’nda ‘geçici tahsildar’ olarak görev alır. Adana Erkek Lisesi’ni yine parasız yatılı olarak kazanır. Adana onu ırgat pazarları, pamuk işçileri, dokuma fabrikaları, yoksulların yaşadığı teneke mahalleleri ile karşılar. Sıklıklı âşık olur, sürekli şiir üretir, şekerkamışı bıçaklama ve bıçak atma yarışlarına katılır, silah taşımaya başlar. Toplumsal, politik, felsefi kitaplar okuyarak bilincini geliştirir. Lisedeki arkadaşları ile Hacı Emmi, Şafak, Espoir -Umut- adını verdikleri duvar gazetesini çıkarır. Gülmeceye yatkın olduğunu anlar ve gülmece yazıları/öykülere de yazmaya başlar. 1948’de Adana Lisesi’ni de ‘pekiyi’ ile bitirir. Yeniden Gürün’e döner.

Başının ilk derde gireceği, ‘Allahın bol, yoksulluğun kol gezdiği’ Gürün’de 30 Ağustos Zafer kutlamalarının yalnızca törensel olduğunu görünce, dayanamayıp kürsüye atlar ve ‘Bu ülkeyi dinsel, göksel varlıkların değil, Anadolu insanının kurtardığını’ anlatan bir konuşma yapar. Törenden sonra tutuklanır.

Üniversitede tıp okumayı istese de koşulları uygun düşmez, siyasal bilgiler okumak ister ancak kayıtların bittiğinden kayıt yaptıramaz. Bunun üzerine Çapa Eğitim Enstitüsü’ne gider. Enstitünün Yüksek Öğretmen Okulu’na dönüştürülmesi üzerine eğitimini Ankara’ya Gazi Eğitim Enstitüsünde devam eder.

1950’de Zeki Büyüktanır’la birlikte handan bozma bir binanın avlusunda tiyatro gösterileri yapar. Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirir. Maraş’ın Afşin Ortaokuluna Türkçe ve Müzik Öğretmeni olarak atanır, Göksun İlçesine sürgün gönderilir. 15 Mart 1951’de Göksun’da bir gece evi basılır ve tutuklanır. Faşizmin ünlü 141-142. maddeleri ile suçlanır. Bu tutuklanma sırasında ‘İhtiyar Karanlık’ ve ‘Olgunlaşan Ağrı’ adını verdiği şiir dosyalarına polis tarafından el konulur ve kendisine geri verilmez, dosyalar yiter. Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Hasan Hüseyin Korkmazgil’i suçlu bulur ve ona yedi ay on beş gün ağır hapis cezası verir, kamu haklarından yoksun bırakır.

Elbistan hapishanesinden Nevşehir Cezaevine götürülür. Burada işkence görür, kaçabileceği savıyla öldürülerek ortadan kaldırılmak istenilir. Aziz Nesin ve Adnan Cemgil’le Nevşehir Cezaevi’nde tanışır. Nâzım’ın birçok yeteneği yazına kazandırdığı gibi, Aziz Nesin de aynı şeyi yapar, Korkmazgil’in gülmece öykülerini Akbaba gibi dergilere gönderilmesinde yardımcı olur. 1960’da Zübük adlı dergisinde ona öykü, taşlama, fıkra yazma olanağı tanır. Hasan Hüseyin’e ‘Korkmazgil’ takma adını veren de Aziz Nesin’dir.

KÖPRÜ ALTINDA BİR YAŞAM

Tahliye olduğunda, çocukluğundaki yoksulluk yeniden onu bulur. İşsizdir ve siyasal geçmişi peşindedir, iş bulamaz. Asker kaçağı olarak aranır, farklı askeri hapishanelerde yatar, Sivas’ta birliğinde katırların temizliğine bakar. Orada İbrahim Balaban ile tanışır.

Terhis olunca İstanbul’a gider ve yine işsizlik yakasını bırakmaz. Otele verecek parası olmayınca köprü altlarında yatmaya başlar. Karakalemle resim yaparak para kazanmaya çalışır. Gürün’e döndüğünde arzuhalcilik, tabelacılık, dava vekilliği yapar. Karikatür, Taş karikatür ve Akbaba dergilerinde mizah yazıları yazar. 1959’da Dost dergisinde ilk şiiri olarak ‘Ağustos’ yayımlanır.

1960’da İstanbul’dan tiksinip, ekmeğini Ankara’da arar. Salim Şengil ve Sunullah Arısoy ile dost olur, Arısoy ona Akis dergisinde düzeltmenlik işini bulur. ‘Hiroşima’ adını verdiği şiir dosyası Düşün Yayınevinde çıkan yangında yanar. Kavel kitabının ismini Şekibe ve Halit Çelenk vermiştir. Kitabı Ataç Yayınları sahibi Şükran Kurdakul yayımlar.

Artık şair ve gülmece yazarı olarak yeni bir dönem açılmıştır önünde. 11 Haziran 1964’te Azime Karabulut ile evlenir. ‘Kızılırmak’ 141. maddeden toplatılır, hapis cezasına çarptırılır. Yargıtay kararı bozar, aklanır. Forum dergisi ile devam eden yayım yaşamı inişli çıkışlı Yenigün Gazetesinden yaş haddiyle emekli olana kadar devam eder. Kitapları ödüller kazanır. Dış geziler yapar. TİP’e üyedir, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Sosyalist Kültür Derneği kurucu üyeliği, Basın-İş Sendikası yöneticiliği yapar. Türk Dil Kurumu üyeliği için yaptığı başvuru yeterli oy alamadığı için geri çevrilir. Önce annesini, ardından babasını yitirir.

22 Şubat 1983’te düşerek beyin kanaması, tedavi sonrası mide kanaması geçirir, nefes alması zorlaşır. Ankara Tıp Fakültesi Nöroşirurji servisinde üç ay yoğun bakımda ve bir yıl evinde komada kalır.

26 Şubat 1984’de yaşamını yitirir. ‘Alacakaranlıkta Kimlik’te şunları da söyleyecektir: “Mutlu günlerin dışında/ekmek kavgası içinde doğdum/tutsak sabahlar yaşadım masmavi özlemlere/kandım/artmadı bulgur/kavak yapraklarında sakız gibi güneşler/ve yitik bereketler ardında çırılçıplak/ düşlerle savrulup gitti çalınmış/çocukluğum.”

Kavgaların en acımasızı ekmek kavgasıdır.

Bir ömür verilir bir dilim ekmeğe…

Geleceğe…

Halit Payza
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)