Baba kusura bakma / Serkan Engin
Demirden bir sapan yapmıştın bana fabrikada, hani şöyle kauçuklu, meşinli afilli bir şey, ama ben hiç kuş vurmadım baba. Tuttum omuz omuza verdim haylaz serçelerle, kırlangıçlarla dost oldum, kumrulara imrendim, kargalarla birlikte hayata nanik yaptım, martılarla birlikte denize sevdalandım.
"Baba bana bağırma” diyen
Akgün Akova’ya ince selamlarımla… Baba kusura bakma. Senin istediğin
gibi sigortalı işi olan, senin tuttuğun takımı tutan, çok
çocuklu ve ilk erkek çocuğuna senin adını koyan, erke, güce,
makama, etikete, kariyere tapan biri olamadım. Tuttum insan olmaya
kalkıştım ben baba… Kusura bakma baba, senin gibi futbolu
sevemedim. Eski futbolcuydun oysa sen ve adımı eski, ünlü bir
futbolcudan esinlenip koymuştun hatta. Kendi tutmadığı takımı
tutanlara söven, onları döven, öldüren biri olamadım. Sosyal
aidiyet kaygısıyla bir futbol takımının başarısı üzerinden
kendimi tanımlamaya ihtiyaç duyacak kadar aciz olmadım.
Endüstriyel futbolun aktörleri servet içinde yüzerken, cebimdeki
üç kuruşu onları izleyeceğim diye harcayıp servetlerini finanse
etmedim. Futbol deyince aklıma hep Salazar geldi baba. Sen
tanımazsın ama Portekizli ve tüm dünyalı yoldaşlarım iyi
bilir. Ne demişti faşist it: “Portekiz’i üç şeyle yönettim:
Fado-Futbol-Fiesta”… Baba kusura bakma, senin istediğin
gibi subay olamadım. Beni beş sene zorla askeri okulda okutmuştun
baba ve değil şikâyet, sitem bile ettirmezdin çektiğim acılara.
İlk gençliğim acılar içinde geçti senin yüzünden. Beş sene
cehennemin cehennemini gördüm baba, insanın insana zulmünü,
askerliğin nasıl bireyleri tek tip ve kişiliksiz robotlar haline
getirmeye çalıştığını, ölmeye ve öldürmeye amade insanlık
dışı zavallılar yaptığını gördüm. Asla hiyerarşiye
uyamadım baba, emre amade olamadım, silah şirketlerinin çıkarları
ve birilerinin erk mücadelesine uşaklık etmek için ölmeye ve
öldürmeye hazır hale gelmedim. Tam beş sene boyunca üniformalı
bir sivildim ben baba. Hatta anti-militarist oldum sonra, bilinç
sıçramaları yaptıkça. “Eğer bir adam marşla uyum içinde
yürüyebiliyorsa o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca
bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla
bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa
sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz
şiddetten, aptalca yurtseverlikten tüm bunlardan nasıl da nefret
ediyorum.” diyen Einstein’ın bu sözünün altını kalbimle ve
bilincimle imzalıyorum baba. Demirden bir sapan yapmıştın bana
fabrikada, hani şöyle kauçuklu, meşinli afilli bir şey, ama ben
hiç kuş vurmadım baba. Tuttum omuz omuza verdim haylaz serçelerle,
kırlangıçlarla dost oldum, kumrulara imrendim, kargalarla birlikte
hayata nanik yaptım, martılarla birlikte denize sevdalandım. Fabrika demişken…Sen işçi
sınıfının yüz karasısın baba. Bana patron, amir yalakalığını
öğütlerdin hep hiç utanmadan. Ne emeğinin değerinin
farkındaydın ne sınıf bilinci edinmek için çabaladın. Korkak,
güce tapan, tavuk boku gibi kokmaz bulaşmaz bir lümpensin sen
baba, ömrünü bira ve futbolla heba eden. Doğuştan gelen aidiyetlerimle ne
övündüm ne yerindim baba. Çünkü benim seçimim değildi
hiçbiri. Sen Kürtleri aşağılardın hep annen Kürt olduğu halde
yarı yarıya. “Senin anan da Kürt” dediğimde bir seferinde,
utancını gizlemeye çalışan acınası gülümseyişini hiç
unutmadım baba. Ben ise kızıl bir Laz takasıyım baba Kürdistan
dağlarında yüzen. Çünkü ben aidiyet olarak proletaryayı seçtim
baba. Öyle babadan kalma devrimci olmadığımdan, uzun yıllar
kendimle ve hayatla çarpışarak edindiğim ve böylece çok sağlam
içselleştirdiğim ve sürekli sıçramalar yapmaya biriken
bilincimle. Aklıma gene gelmişken tekrar söyleyeyim: Sen ve senin
gibi işçiler proletaryanın yüz karasıdır baba. Baba kusura bakma seni ve senin
gibileri hiç sevemedim. Senin gibi olamadım kusura bakma, tuttum
İNSAN oldum baba. Serkan Engin
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR