Son Dakika



And Dağları ile Büyük Okyanus arasında kalan Güney Amerika ülkesi Şili’yi bize tanıtan iki önemli insan vardır.

İlki ozan Paplo Neruda… Dünya edebiyatının bu güçlü ismi 43 yıl önce aramızdan ayrıldı. Savaş karşıtı görüşleri ile başlayan barış mücadelesini ölümüne dek sürdürdü. Her yerde, her fırsatta, bıkmadan usanmadan insanı insan yapan değerlerden, barıştan söz etti. Oysa 1973 yılının Eylül ayında Şili halkı için uzun ve karanlık günler başlamıştı. Paplo Neruda için de öyle… Diktatör Pinoche ülkeye el koyacak, insanlara kan kusturacaktı.

Sosyalist düşünce ve inançları yüzünden 1948 yılında yurdundan ayrılan ve gel gitlerle geçen sürgün yaşamı, Allende ile sona eren Neruda için de yeni ve zor bir dönem başlamıştı. Isla Negra adasındaki evinde gözaltında geçen günlerinde çok sevdiği deniz ve kuşlarla avunmaya çalıştı. Hastalığı son dönemece geldiğinde Santiago’ya hastaneye götürüldü. Büyük şair 23 Eylül 1973’te burada, Santa Maria Kliniği’nde hayata gözlerini yumdu. Hemen ardından Isla Negra’daki evi talan edildi, eşyaları, değerli biblo ve tabloları yakıldı, kırılıp sokağa atıldı. Yaşamını denize adamış olan şair bu olanları hissetmiş olmalı ki, “Okyanusun İhtiyar Kadınları” adlı şiirinde şöyle seslendi:

“…Hem görürler, hem görmezler denizi,
bir şeyler çiziktirirler bastonlarıyla,
siler deniz yazdıkları ne varsa…”

Şili’nin ikinci önemli insanı, Paplo Neruda’nın yakın dostuydu; Salvador Allende… Demokratik bir seçimle Şili’ye başkan olmuş, askeri bir darbeyle devrilmiş ve savaşarak ölmeyi yeğlemişti. Yakın arkadaşı Paplo Neruda’dan 12 gün önce, 11 Eylül 1973’te… Allende, mallara el koyarak ve mülkü dağıtarak büyük sosyal farklılıklara karşı savaştı, 15 yaşından küçük çocuklara, hamile ve emziren annelere parasız günde yarım litre süt dağıttı.

En düşük gelirleri üçte iki oranında yükseltti, buna karşılık devlet memurlarının ücretlerine bir üst sınır koydu ama işçi sınıfının egemenliğinde bir cumhuriyet kurma amacını gerçekleştiremedi. Silahlı kuvvetlerin başkomutanlığına getirdiği General Augusto Pinochet, ülkedeki karışıklıktan yararlanarak Başkanlık Sarayı’na saldırdı, Allende’ye “teslim ol” çağrısı yaptı. Fakat o askerlere teslim olmayı reddetti ve intihar etti.

Ünlü sinema yönetmeni Costa Gavras, 1973’de Şili’de yaşananları 1982’de “Kayıp-Missing” adlı filmiyle beyaz perdeye aktardı. Film, gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamayan Amerikalı bir genç için verilen uğraşı konu alır. Genç adamın babası Amerikalı bir ilahiyat profesörüdür. Şili’de yaşadıkları ve gördükleri kısa sürede değer yargılarını değiştirir. Stadyumlara tıkılan, sokak ortasında kurşuna dizilen binlerce insan, yakılan kitaplar, sorgusuz götürülen ve bir daha haber alınamayan öğrenciler… Ve bu şiddete karşı çıkan bir avuç insanın önünde anneler…

Film başka çağrışımlar da getirir beraberinde. Cuntaya direnen Arjantinli anneler, Franco döneminde Plaza Mayor’da toplanan İspanyol anneler, Afrika’da yoksulluğun, ırkçılığın vurduğu anneler… Çocuklarını savaşa kurban veren Afgan anneler, Filistinli anneler, bizim Cumartesi Anneleri, geleceklerini Bingöl’de, Gölcük’te deprem yıkıntıları altına gömen anneler… Çocuğunu emzirirken Ege’nin karanlık sularında can veren anneler, Sur’da, Cizre’de çocuğunun ölü bedeni başında kan ağlayan anneler...

43 yıl önce Şili’de çocuklarından haber alamayan anneler, bugün gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında karşımıza çıkan annelerle aynı kaderi paylaşıyorlar. Annelerin yazgısı dünyanın dört bir yanında değişmiyor, hep aynı… Özdemir Asaf “Bir Kadın Gördüm” diyor,

“Bir kadın gördüm, onun doğurduğunu gördüm,

Uyuttuğunu gördüm,

Büyüttüğünü gördüm,

Yorulduğunu gördüm, üzüldüğünü gördüm…

Bir kadın gördüm…”

Evet, anneler adına Şili’den Arjantin’e İspanya’dan Afrika’ya, Afganistan’dan Filistin’e, Irak’tan Suriye’ye ve Türkiye’ye… Değişen bir şey yok. 

 

Selim Esen

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)