Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri Üzerine / Serdar Şahinkaya
“KAPANIŞ”
Başlık ironik bulunabilir. Bir bakıma öyledir de. Çünkü adeta bir devir (her açıdan) kapanmış, kapatılmıştır. Kapanan devir, büyük bir malzeme hareketine; yani sanayileşmeye dayanan üretimin yarattığı heyecanın, tüm ülkede ve farklı sosyal katmanlarda paylaşıldığı zamanlardır.
İşte o zamanlarda paylaşılan toplumsal heyecanın kimi ateşleyicilerine dair anlatılar, TMMOB tarafından 2004 yılından bu yana beş cilt halinde yayınlanmıştır. Elinizdeki cilt ise, altıncısı ve şimdilik, sonuncusudur.
Bu yayınların yaratıcı önderi, emektar yazarı ve koordinatörü Sayın Mahmut Kiper, öykülerin bu düzende sonuncu cildinin yayınlanacağını ve benim de bu son yayında bir değerlendirme yazısı yazmamı istediğinde, her türlü sıkışıklığıma rağmen, büyük sevinçle kabul ettim.
Bu beş ciltlik, “Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri”’nin bazı monografilerini önceden okumuştum. Fakat, bu yazıyı yazmak için beş cildi, yani 61 öyküyü, tam 1145 sayfayı yeniden okudum.
“Ne iyi ettim” dedim -kendi kendime- okuyunca. Ne çok bilmediğim husus varmış, ne kadar çok şey öğrendim ve adeta tazelendim.
Ve bir kere daha TMMOB’a, Sayın Kiper’e, emeği geçen tüm yazarlara, o öykülerin yaratıcı kişilerine, kurumlarına hayranlık duydum. Saygılarımı sundum. Buradan da teşekkür ediyorum. O öykülerin yaratıcılarının büyük bir bölümü bugün aramızda değil ne yazık ki. Kurumların da çoğu yok.
Çünkü, o kurumların çoğu “babalar gibi satıldı”!
Ve 1923 Cumhuriyeti ile birlikte yaratılan “üretime dayanan toplumsal özgüven” de yok artık.
Efendim,
Bu yazı, üç eksende kurgulanmıştır. Birinci eksen; öykülere ilişkin kısa hatırlatmalardır. İkinci eksen ise, başarı öykülerine eşlik eden iktisadi ortamın ana çizgilerini büyüme hızı açısından ele almaktadır. Üçüncü eksen de bu öykülere benzer yeni öykülerin günümüzde neden yazılamayacağına dair bir anlamda, yazı başlığına da doğrudan atıf yapılabilecek “kapanış” a ilişkin bir değini ve bir anlamda sonuç özelliğini taşıyacaktır.
-I-
Öykülere İlişkin Kısa Hatırlatmalar
2004 yılı, TMMOB’nin 50. kuruluş yılıdır. Yarım asırlık birikimin simgesi olan “Mühendislik Mimarlık Öyküleri” Projesi o yıl kararlaştırılır. Ve ilk ürün, yani birinci cilt, 2004 yılının Mayıs ayında yayınlanır. Dönemin TMMOB Başkanı, Kaya Güvenç’tir. Yayın koordinatörü de Mahmut Kiper.
Aslında bu öyküler, bir anlamda bilimle toplumun buluşturulmasına tanıklık eden öykülerdir.
Birinci kitapta yer alan ilkyazı; 1957’de, bir büyük usta Kemal Saatçioğlu ile yapılan söyleşidir: “60 Yıllık Mühendisle Konuştum”. Söyleşiyi Aydın Nisari gerçekleştirmiş.
İkinci yazı Mahmut Kiper’in kaleminden; “Fabrikalar Kuran Fabrika Kardemir ve Türkiye Cumhuriyeti Demir-Çelik Öyküsü”. Üçüncü yazının başlığı ise, “İlk Feneri Yakanlar”; yazarı da, bu dizinin çalışkan kalemlerinden Nadir Avşaroğlu.
Baki Remzi Suiçmez, “Yeşil Çay Yaprağından Demli Çay Bardağına: Bir Başarı Öyküsü” başlıklı yazısı ile her saatte içtiğimiz çayın hikâyesini anlatıyor ilk kitapta.
Takip eden iki yazı, Türkiye’nin hüzünlü sanayileşme öykülerinden biri olan Devrim Otomobiline ait. İlki, İsmet Özkan’ın hazırladığı; “Devrim Otomobili Raporu” diğeri de Aydın Engin’in “23 İnançlı İnsanın 129 Günlük Serüveni”.
İlhan Tekeli Hoca’nın, “Türkiye’nin Yaşadığı Hızlı Kentleşmenin Öyküsünü Kurmanın Seçeneklerinden Biri” başlık yazısını, “Celalettin Uzer ile Söyleşi” takip ediyor.
Cumhuriyetimizin bir başka iddialı sanayileşme hamlelerinden biri de 1926 yılında başlayan Uçak Fabrikalarıdır. Bu fabrikaların sonlarına dair hikâyeler de oldukça hüzünlüdür. İşte bu öyküyü M. Bahattin Adıgüzel, “Uçak Fabrikaları Nasıl Kapatıldı?” başlığıyla etraflıca anlatıyor.
Bu satırların yazıldığı (Mart 2014) günlerde üç yıldır süren derin tahribatı nihayetlendiren mahkeme kararı geldi: Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ)’nin ana planının yürürlüğü durduruldu. Ama hukukun çiğnendiği çok etkili bir çevrimden geçiyoruz ülke olarak. Umarım, AOÇ’deki tahribatı yaratanlardan hesap sorulur ve her şeye rağmen, AOÇ yine eski ağaçlı günlerine döner. İşte Reşat Ünal da bu birinci kitapta, “Atatürk Orman Çiftliği”nin kuruluşuna tanıklık etmemizi sağlıyor.
Birinci kitabın son beş makalesi ise:
Şevki Vanlı, “Bir Rüzgâra Karşı Toplu Konut Öyküsü”; Burhan Oğuz, “Cumhuriyetin İlk Dönemlerinde Yüksek Mühendis Mektebi ve Dökümcülük Anılarım”; Dr. Fikret Yücel, “PTT Arla ve Teletaş’ın Öyküsü”; Doç. Dr. Sadrettin Alpan, “MTA’lı Yıllarım”; ve son yazı da “A. Raşit Gençer ile Söyleşi”.
***
Mühendislik Mimarlık Öykülerinin ikinci kitabının önsözü bu defa TMMOB’un dönem başkanı Mehmet Soğancı tarafından kaleme alınmış. Sunuş yine dizinin editörü Mahmut Kiper’e ait.
Kitabın basıldığı dönemde yukarıda da değindiğim gibi ülkenin huyu değişmiştir artık. Oysa TMMOB’un yıllardır kararlılıkla savunduğu “üreterek büyüyen ve paylaşarak gelişen bir Türkiye” özlemi dipdiridir. Bu özlem, huy değiştirmiş ülke için de aslında bir zorunluluktur.
Bunun için zengin ilham kaynaklarımız vardır, geçmişimizdedir.
Artık olmayanlar, yani Cumhuriyeti yeşerten işletmeler ve o işletmelerin üretim kültürü önemlidir. Geçmişin izleri bu perspektifte sürüldükçe, yaratılan ve yaşatılan ulusal sevinç, mutluluk, kıvanç ve inanç elle tutulur hale gelmekte, yani somutlaşmaktadır. İsmet İnönü, katılabildiği tesis açılış törenlerinde şu ibareyi sıkça kullanmaktadır: “Kurtuluş hareketinin en inandırıcı delili”.
Bu izlerin sürüldüğü on üç öykü, ikinci kitapta yer almıştır. Hadi gelin o öykülere ve yazarlarına kısaca bir göz atalım:
Ekrem Murat Zaman’ın, “Kömüre Giden Demiryolu” yazısı, kitaptaki ilk öyküdür. Mahmut Kiper üstadımız ikinci kapsamlı araştırmanın yazarıdır: “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank”.
Sümerbank, Cumhuriyetin 1930’lar sanayileşmesinin adeta harekât merkezidir ve Türkiye’yi dokuyan tezgâh olarak da isimlendirilir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, fırsat buldukça bu tesislerin açılışlarında bulunmakta ve sanayileşme heyecanının yaratılmasına da katkıda bulunmaktadır. Merinos Fabrikasının açılışında şöyle der; “Bu çok kıymetli fabrika milli sevinci artıracaktır”.
Nermin Fenmen, “ Refik Fenmen: Mühendisliği ve Eğitimciliği Örnek Bir Fen Adamı”nı kaleme alırken, İbrahim Günaydın da, “Beyaz Şekerin Acılaşan Öyküsü”nü anlatır.
Beşinci öykü, Dr. Baha Kuban tarafından hazırlanan bir sektör monografisi: “Cumhuriyetin Kuruluşundan Bir Mühendislik Öyküsü: Cam Sanayii”. Mustafa Atmaca ise, “İzzettin Silier ile Odalarımız ve Biz” başlıklı söyleşiyi hazırlamıştır.
Baki Remzi Suiçmez, “Sevinç – Hüzün Sarmalında Bir TOPRAKSU Öyküsü” nü anlatıyor. Bu öykünün ardından birçok ders dolu “F. Behçet Yücel İle Yüksek Gerilimli Yıllar” söyleşisi gelmektedir.
Dokuzuncu yazı da bir söyleşidir; “Aydın Köksal: Bilişime ve Bilişim Dilinin Türkçeleşmesine Adanan Bir Yaşam”. Dr. Erdenur Karakaş ise, ülkenin kritik bir dönemeçte kurduğu, kritik bir sanayi tesisinin “Seydişehir Alüminyum”un öyküsünü anlatmaktadır.
Son üç yazının ilki, yine ilginç bir söyleşi. Prof. Dr. Nuri Saryal ile yapılmış: “Bir AR-GE Öyküsü: ORDOT Projesi”. Bir sivil mimarlık örneği yapı, on ikinci öyküdür. Perihan Kiper tarafından hazırlanmış: “Bir Döneme Tanıklık İstanbul-Hilton Otelinin Kuruluş Öyküsü”.
İkinci kitabın son yazısı da Çetin Ünalan’ın “Türk Yüksek Mimarlar Derneği” başlığını taşıyan araştırmasıdır.
***
Yıl 2008’e geldiğinde Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri’nin üçüncü kitabı çıkar. Editör yine Mahmut Kiper’dir. Sayın Kiper’in çalışkanlığı, özverisi ve nezaketi olmasa sanıyorum, bu eserlerin yayınlanması oldukça güçleşebilirdi.
Geçmişine sahip, geleceğine duyarlı, yüreği barıştan, özgürlükten, emekten yana çarpanların çatı örgütü TMMOB’un dönem Başkanı Mehmet Soğancı yine ilginç ve çarpıcı on bir öykülük üçüncü kitabın önsözünü kaleme almıştır.
Üçüncü kitabın sürükleyici aktörü üç ayrı araştırma ile Nadir Avşaroğlu’dur. Avşaroğlu’nun bu kitap için hazırladığı öyküler sırasıyla; “Bir Demiryolu Neferi: Behiç Erkin”; “Ulusal Havacılık Tarihimizin Ta Kendisi Vecihi Hürkuş (Tayyare Makine Mühendisi)” ve sonuncusu da “Tekstil Mühendisliğinin Üniversitesi Bursa Merinos Dokuma Fabrikası”dır.
İkinci kitabın havacılık sektörü ile ilgili diğer öyküsü; “Cumhuriyet Dönemi Endüstri Mirası Havacılık Sanayi Yapıları”dır ve Bilge İmamoğlu tarafından hazırlanmıştır.
Bu cildin, ilginç ve az bilinen öykülerinden biri de Dr. Murat Koraltürk tarafından yazılmış olan; “Cumhuriyet Döneminde İnşa Edilen İlk Gemiler ve Ata Nutku” monografisidir.
Dr. Perihan Kiper, bir dönem yerel yönetimlerin proje finansmanında kamusal kaynaklı ihtisas bankasını konu ediyor araştırmasına: “Bir Cumhuriyet Dönemi Yapıtı İller Bankası”.
Diğer dört öykü de; Hakan Altınay; “İlk Robot”; Erol Köktürk, “Haritacı, Ekrem Ulusoy”; Ahmet Demirtaş, “ORKÖY”; Naci Yüngül, “Türk Mühendisliğinin Tarihçesi”dir.
Üçüncü kitabın en vurucu araştırmalarından birisi de son sırada yer alan Mahmut Kiper’in hazırladığı, “Paydossuz Bacalar, Paydossuz Yaşamlar ve Mühendisler, Mimarlar”dır. Kiper, araştırması ile üretime dayanan özgüveni bütünüyle gözler önüne seriyor ve bugün yön duygusunu kaybetmişler için adeta pusula görevini görüyor.
***
Dördüncü kitap Nisan 2010’da, yine Mehmet Soğancı’nın önsözü, Mahmut Kiper’in sunuşu ile yayınlanmıştır. Üreterek büyüyen ve paylaşarak gelişen bir Türkiye’yi yaratmak için özellikle gelecek kuşaklara bu başarı öykülerini aktarmak gerçekten de çok önemli bir görevdir.
Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri’nin dördüncü kitabı dâhil toplam 51 öykü yayınlanmış oluyor.
O öyküler de; Cumhuriyete can vermiş tesis ve kuruluşlar,
O öyküler de; umutlarla başlayan, büyük özverilerle gelişen, başarılarla yoluna devam edecek işletmelerin hazin sonları, bu başarıların isimsiz kahramanları, mühendisler, mimarlar. Birçoğu yok artık…
Dördüncü kitapta, yine birbirinden ilginç on iki öykü var. Bu öykülerin dördü de çalışkan yazar Nadir Avşaroğlu tarafından hazırlanmış: “‘Tarih’ Olmasın ‘Tarih’ Kalsın. Haydarpaşa Garı 100 Yaşında”; “Mühendisliğin, Mimarlığın En Önemli Simgeleridir: T Cetveli ve Hesap Makinesi”; “Madenlerde Çalıştırılan Son Katır” ve de “Gıdı Gıdı”.
Dizinin usta editörü Mahmut Kiper de dördüncü kitaba ayrıntılı üç makalesi ile katkı yapıyor. Kiper birinci yazısında, Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki sanayileşme hamlelerinin efsane ismi ve Türkiye’nin ilk metalürji mühendisini anlatıyor. “Paydossuz Bir Yaşam: Selahattin Şanbaşoğlu”. Selahattin Şanbaşoğlu’nun öyküsünü okurken, kendisinin ilginç bir sözü dikkatimi çekti. Not etmek istiyorum: “Türkiye, kendi zekâsını körelten bir memlekettir.”
Kiper’in ikinci makalesi, “Medeniyet Hamurunu Yoğuran Kuruluş: SEKA” başlığında. Son makalesi ise, “Cumhuriyetin Maden İşleme Mektebi”.
Canip Sevinç, “Türk Şeker Makine Fabrikalarının 85 Yıllık Tarihi” makalesi ile adeta fabrika yapan bir fabrikayı anlatmakta. Refik Üreyen’in makalesinin başlığı da, “Bir AR-GE Öyküsü”.
“ZİNGAL Şirketi, Zindan ve Çangal Ormanı ile Sanayileşme Girişimi Olarak Ayancık Kereste Fabrikası” nın yazarı Ahmet Demirtaş.
Dördüncü kitabın son iki öyküsü; Ekrem Murat Zaman, “Zonguldak Limanı” ile Halim Doğrusöz’ün “Yöneylem Araştırması Serüvenim: Bir Bilimsel Gelişimin Transferi Öyküsü”.
***
İki yıl sonra…
Beşinci kitap, Nisan 2012’de yayınlanır. Bu yayın da, yine Mahmut Kiper’in editörlüğünde gerçekleşir. Kolay bir iş değil. On yıllık bir süreç tamamlanmıştır. Ve bu yapıt ile birlikte öykü sayısı 61’e ulaşmıştır.
Evet, kritik önemde 61 öykü.
Kritik önemde, çünkü küreselleşmenin tasarımcıları, yarattıkları dünya düzenine biat edilmesi için “senin geçmişin yok, sadece geleceğin var ve bu gelecek de benim gösterdiğim gelecektir” yalanına inanmamızı istemektedirler.
Ve bu amaçla da ülkelerin tarihle bağlantısını yok etmek “asli işleri” olmaktadır.
Ve işte bu nedenle de yerli işbirlikçiler eliyle kente kimliğini veren tarihi binaları, meydanları, parkları yok ediliyor. Kentlinin kentiyle bütünleşmesinin, kendini ona ait hissetmesini sağlayan bağlar koparılıyor, doğa ile ilişkisi kesiliyor ve bunların yerine yaratılan yeni(!) geleceğe baş eğmesini, modern teknoloji karşısında kendini yenik hissetmesini sağlamak için birbirinin aynı koca koca ayna camlı, kromaj balkon taklitli devasa binalara insanlar hapsediliyor. Bütün yollar alış veriş merkezlerine (AVM) çıkıyor.
İşte bu nedenle, sanayi tarihimizin köşe taşlarındaki tüm izler de büyük bir hızla yok ediliyor.
Ve aynı nedenle, Cumhuriyetin hemen başında hem de elde avuçta bir şey yokken uçak fabrikalarımızda diğer ülkelere satılan uçaklar imal edildiği bilinsin istenmiyor.
Bu bağlamda, TMMOB’un bu Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri çok önemli. Bugün modern hayat diye yutturdukları hız kültürü ile bizi geçmişimize yabancılaştıranlar, artık gizlemek ya da perdelemek ihtiyacı bile duymadan sanayi tarihimizi oluşturan tüm değerleri hızla katlediyorlar.
Katledilen değerlerin bir kısmına ait beşinci kitapta yer alan öykülere sırasıyla göz atalım:
İlk öykü, Nadir Avşaroğlu’ndan; “Modern Jeolojinin Önderi: İhsan Ketin Hoca”. Başlığı “1923’ten 2011’e Türkiye’de Uçak İmalatı Tarihi” olan ikinci öykü İsmail Yılmaz tarafından hazırlanmış.
Üçüncü yazı, üç imzalı bir söyleşi ve hatırat aslında. Arzu Yıldız, İsmail Yavuz ve Mahmut Kiper; “ Türk Havacılık Tarihinin 100 Yıllık Seyir Defteri: Mehmet Kum”.
“Bir Zamanlar Ekonomalar Vardı..” başlıklı dördüncü öykünün yazarı Nadir Avşaroğlu.
Beş ve altıncı öyküler Mahmut Kiper tarafından hazırlanmış; “Cumhuriyet Demiryolu’nun Kuvvet Üssü: Eskişehir CER Atelyesi” ve “Ülkemizde Üretilen İlk Buharlı Lokomotifler Mehmetçik ve Efe”.
Aydın Eken, “Zamanın Başlangıcı Kartal Araba Vapuru İnşaatı” ve Burak Asiliskender; “Son Sümerbanklı” yazıları da kitabın yedi ve sekizinci öykülerini oluşturmaktadır.
Son iki öykü de;
Şanver İsmailoğlu; “Kılavuz Coli” ve yine Nadir Avşaroğlu; “Ereğli Kömür İşletmeleri Radyosu”. Evet, böylelikle ilk beş ciltteki 61 öyküye kısaca da olsa değindik. Sizin elinizdeki bu altıncı cilt ile öykü sayısı on dört daha artarak 75’e ulaşmış olacak.
Efendim, şimdi de bu öykülere eşlik eden zamanların iktisadına kuş bakışı ile bir göz atmaya ne dersiniz?
-II-
Öykülere Eşlik Eden İktisadi Ortamın Ana Çizgileri
Gazi Mustafa Kemal’in önderliğindeki Cumhuriyet kadrolarının, zaman zaman karşılaştıkları sorunlarla ilgili pratiğe ilişkin noktalarda, deneme – sınama yöntemiyle de olsa korumacılıktan ® planlamaya bir kestirim olarak değil de halkçılık bağlamında siyasi bir öngörü olarak gören bir devletçiliğe doğru stratejik bir tercih geliştirdikleri konusu dönemin bütünü incelendiğinde görülmektedir.
Ve işte yukarıda değinilen öykülerin nerede ise, tamamına yakını böyle bir ortamın ürünüdür.
Bu stratejik tercihin oturduğu zeminin bir ‘ideolojik paketi’ de vardır. “Akıl ve bilimi” miras olarak bırakmak başlı başına ideolojik bir pakettir. Paketin içinde akıl ve bilimle uygarlığın en ileri aşamalarına varan bir ülke ideali vardır. Bunun yanı sıra, özünde mali bağımsızlığın yattığı tam bağımsızlığın bir ülke için varlık ve yokluk demek olduğu düşüncesi ve buna uygun bir inşa politikası da vardır. Ve bu inşa politikası, halkın bütününün çıkarını gözetir.
Bir sürü iç ve dış baskı ve dirence karşın bir Aydınlamacı ve Jakoben olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu stratejik tercihin yaratıcısı ve yol gösterici önderidir.
Bu tercih sayesindedir ki, Cumhuriyet Türkiye’si:
- Üretim alanına (sanayi ağırlıklı) ,
- Dolaşım alanına (dış ticaret, borçlanma, finansal akımlar) ,
- Bölüşüm alanına,
- Fikir alanına,
sahip, yani ‘özgür ve bağımsız’ bir ülke olarak yaratılmıştır.
Ve işte o öyküler, böyle bir ülkede yaratılmıştır. ‘Üretim’ alanına, dış ticaret, borçlanma ve finansal akımlardan oluşan ‘dolaşım’ alanına, ‘bölüşüm’ alanına ve ‘fikir’ alanına sahip özgür ve bağımsız bir ülkenin; yani, o dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi gücünü, başarısını ortaya koyarak bir hakkı teslim etmenin zamanıdır.
Bu başarının iktisadi ölçüsü, milli gelirin büyüme hızlarıdır:
1924 – 2012 Türkiye Cumhuriyeti Dönemlere Göre İktisadi Büyüme
Dönemin Niteliği
Kapsanan
Yıllar
GSMH Yıllık
Ortalama Büyüme( %)
Cumhuriyetin 89 yılı
1923-2012
4,5
1. İlk 25 yıl
1924-1948
3,8
1a.Yeniden inşa ve devletçilik
1924-1939
6,6
1b. Savaş yılları ve sonrası
1940-1948
0,0
2. Öncesi, sonrasıyla DP
1949-1961
5,9
3. Karma, müdahaleci ekonomi
1962-1979
6,5
4. Neoliberalizmin aşamaları
1980-2011
4,0
4a. Kısmi liberalleşme
1980-1989
4,8
4b. Serbest sermaye hareketleri
1990-1997
4,4
4c. Kesintisiz IMF güdümü
1998-2012
3,8
Tablodaki bulgular yorum yapmaya gerektirmeyecek kadar açık olmasına rağmen birkaç noktayı vurgulamakta yarar vardır:
Cumhuriyet döneminin bütününe bakıldığında milli gelirin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4,5’tir. Yaklaşık seksen dokuz yıllık Cumhuriyetimizin milli gelirin büyümesi açısından en parlak yılları, ‘yeniden inşa ve devletçilik’ olarak adlandırabileceğimiz 1924 – 1939 dönemidir ve yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 6,9’dur.
Cumhuriyet dönemi içerisinde bu orana yakın büyüme hızına çok yaklaşan dönem; yeniden inşa ve devletçilik döneminde kurulan kamusal işletmeleri, fabrikaları, tesisleri yani bütünüyle Kamu İktisadi Teşebbüsleri(KİT)’ne ait kurulu kapasitelere dayalı iktisadi altyapıyı, ‘planlama’ anlayışıyla yeniden harekete geçirerek geliştiren ve ‘karma, müdahaleci ekonomi’ dönemi olan 1962 – 1979 yıllarını kapsayan dönemdir; yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 6,5’tir.
Başarı son derece açıktır.
Ve işte TMMOB’nin Mühendislik Mimarlık Öyküleri’ne konu işletmeler, fabrikalar, gemiler, lokomotifler, uçaklar, mühendisler ve mimarlar, binalar da hep o iki döneme aittir: Yeniden inşa ve devletçilik ve planlama temelinde karma, müdahaleci ekonomi dönemleri.
Büyüme hızları açısından düşük ve başarısız yıllar ise; başarı öykülerine konu cumhuriyetin iktisadi kazanımı olan ne varsa zaman içerisinde tedricen tasfiye ile başlayıp haraç – mezat satılmasına uzanan özelleştirme - piyasalaştırma dönemine ait olanlardır.
Bu dönemde, iktisadın asli öğeleri toplumsal sınıflar ve insanlar yok varsayılmış, ‘üretim ve bölüşüm’ meselesi unutturulmuş ve iktisat sadece ‘faiz – döviz – borsa’ üçgeninden ibaret bir alana sıkıştırılarak ‘arttı – azaldı – aynı kaldı’ ifadelerinden ibaret bir hal almıştır.
Aşağıda yer alan I. ve II. Sanayi Planlarına Göre Sınai Tesisler Haritası buraya kadar değinilmiş olan başarı öykülerini yaratan tesislerin coğrafyamıza dağılımına işaret eder bir anlamda:
- Haritaya bakınca ilk göze çarpan hususun, halkçı – devletçi ekonominin, demiryolları + sanayileşme = devletçilik denkleminin, aynı zamanda önemli ve de başarılı bir bölgesel gelişme stratejisi uygulanmış olduğunun altı çizilmelidir.
- I. ve II. Sanayi Planlarının, sadece sanayi planı olarak değil, belki daha geniş perspektiften bakarak birer ‘kalkınma planı’ olarak değerlendirilmesi, mekânsal boyutlarıyla birlikte ele alındığında abartılı bulunmamalıdır. 1930’larda sanayinin yurt sathına yaygınlaştırılmasında gözetilen bölgeler arası dengeye günümüzde ne kadar çok ihtiyaç hissedildiği yeterince açık değil midir?
- Yine haritaya yakından bakıldığında, tarifeli ‘yük ve yolcu’ taşıyan denizyolu seferlerinin de önemsenmesi ve farkında olunması gerekir. Hele günümüzde özellikle Karadeniz’in doldurularak otoyol yapıldığı düşünüldüğünde, 1930’larda Trabzon – İstanbul arasındaki seferlerin ne kadar önemli ve ‘iktisadi’ olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu noktada, ‘Artık, Sarp sınır kapısından, İstanbul’a gaz kesmeden gidilebiliyor, işte gelişme budur’ zihniyet ve söyleminin takdiri okuyucuya aittir.
- Aynı ‘yolcu ve yük’ taşıyan tarifeli seferlerin Marmara, Ege ve Akdeniz’de de geçerli olduğunu yine haritadan izlememiz mümkün. Her yıl, 1 Temmuz tarihinde kutlanan Kabotaj Bayramları törenlerinde ‘üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde…’ diye başlayan nutukları yazan ve atanlara hem bu haritaya bakmalarını, hem de Gazi Paşa’nın 1937’de TBMM’nin açış konuşmasındaki şu sözlerini okumalarını önermek gerekmektedir: “Ekonomik yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir. Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faaliyete getirmek için gerekli araçları sağlamak zorundayız (Alkışlar). Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe etmiyorum.”
Mühendislik ve Mimarlık Öykülerinin altın sayfalarının yazıldığı Cumhuriyet ekonomisinin inşa dönemine ait bir genel değerlendirme ile bu kısım sonuçlandırılmalıdır:
‘Korumacılık ve devletçiliğin harika sentezindeki, korumacı faktör, dünya krizine karşı doğru bir koruma mekanizması sağladı. Depresyonda, Türk ekonomisini emperyalist sistemden kısmen koparabildi. Öte yandan devletçi unsur Kemalist yönetime, dönemin tartışılan hedeflenen şartlarından kaynaklanan potansiyel fazla üzerinde iktisadi ve merkezi kontrolde bulunarak bu fazlanın sanayileşme için fon olarak kullanma olanağı verdi. Dolayısıyla Kemalist yönetim 1930’ların başlarındaki ortamın, sanayileşme için bir fırsat olduğunu doğru bir biçimde anlamıştı. Bu konuda, bir geçmişin olmaması onları acılı ve sert denemelere ve yanlışlara itti, ancak bu şekilde, kendi amaçlarına en etkin hizmeti verecek iktisat politikalarını bulmaya muktedir oldular. Kemalist Türkiye’nin bu alandaki deneyimi, ilk defa yirminci yüzyılda geri kalmış ve bağımlı bir ülkenin dış açıkları, kronik dış borçlar ve mali esareti olmadan, kendi kendine yeten bir sanayileşmeyi gerçekleştirmesinin, ütopik bir fantezi olmadığını gösterdi; başka bir deyişle, Kemalist deneyim ulusal kapitalist model içinde geri kalmışlık ve bağımlılığın üstesinden gelmenin önemli bir çabası olarak tanımlanabilir’.
Gerçekten de tanımlanabilir. Hem tanımlanabilir, hem de bugün için uygulanabilir. Ya da en azından o dönemin uygulamalarından günümüz için çok sayıda ders çıkarılabilir. Çıkarılmalıdır da… Girişte de sorduğum bir soruyu buraya kadar yazdıklarımla cevapladığımı umarak bir daha sorarak hatırlatmış olalım: Cumhuriyet treninin makas değiştirişi, basit bir iktisat politikası seçimi mi, yoksa bilinçli bir stratejik tercih miydi?
Evet, bilinçli bir stratejik tercihti… Rasih Nuri İleri’nin ‘büyük bir gerçekçi’ olarak değerlendirdiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu süreci, Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık’ın tabiriyle bir Erkân-ı Harp Subayı titizliğinde berrak bir stratejiyle kurgulamıştır.
I ve II. Sanayi Planlarına Göre Sınai Tesisler
-III-
Kapanış ya da Yeni Başarı Öyküleri Neden Yazılamaz
Önce, meseleye tarihsel perspektiften bir göz atalım. Aşağıdaki grafik, bugünlerde giderek derin tarihçilerin özel ilgisine mazhar olan 1930’lar Türkiye’si ile 2000’ler Türkiye’sine yakından bir bakalım. Aşağıdaki grafik, imalat sanayi katma değerinin milli gelir içindeki payını iki dönem itibariyle karşılaştırmamıza olanak sağlıyor:
İmalat Sanayi Katma Değeri / Milli Gelir (%)
Not: (1929 – 1930 dönemi için İmalat Sanayi Katma Değerinin, Gayri Safi Milli Hasıla’ya; 1998 – 2010 döneminde ise Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranıdır.
Birinci bölüm, esas olarak 1930’lu yılların bütününü, ikinci bölüm de 1998’den başlamak üzere 2000’li yılları kapsıyor. Eğri eğimlerinin yönleri, bana göre çarpıcı ve bir bakıma ülkemizdeki dönemler itibariyle sanayileşme heyecanının dozunu da göstermektedir.
Bilindiği üzere, merakların dünyası olarak da tanımlanabilecek sanayileşme meselesi, sadece iktisadi ya da sadece teknik bir mesele değildir. Sanayileşme, bir siyasi tercihtir de aynı zamanda. Özellikle 1930’lar Türkiye’sinde olduğu gibi.
1930’lar Türkiye’sinde imalat sanayi katma değerinin artış hızı yıllık ortalama yüzde 12’dir. Grafik son derece nettir. Bu parlak sanayileşme deneyimi imalat sanayi katma değerinin ulusal gelir içerisindeki payında meydana gelen gelişmelerden de görülebilir: 1929 yılında imalat sanayi katma değerinin ulusal gelir içindeki payı yüzde 8,4’tür. Halkçı-Devletçi ekonomi yönetiminin dönem sonunda ise, bu pay yüze 14,7’ye yükselmiştir. Bu başarının arkasında, korumacılık ve devletçiliğin harika sentezi yatmaktadır. Sentezdeki korumacı faktör, dünya krizine karşı, doğru bir koruma mekanizması sağladı. Depresyonda, Türk ekonomisini emperyalist sistemden kısmen koparabildi. Öte yandan devletçi unsur Kemalist yönetime, dönemin tartışılan hedeflenen şartlarından kaynaklanan potansiyel fazla üzerinde iktisadi ve merkezi kontrolde bulunarak bu fazlanın sanayileşme için fon olarak kullanma olanağı verdi. Dolayısıyla Kemalist yönetim, 1930’ların başlarındaki ortamın sanayileşme için bir fırsat olduğunu doğru bir biçimde anlamıştı. İşte bu kavrayış o başarı öykülerini yarattı.
1930’lar sonrası döneme, satırbaşlarıyla birkaç küçük hatırlatma ile değinmek istiyorum:
- 1940’ların sonuna doğru, Dünya Bankası’nın Thornburg Raporu: “İddialı ve yoğun sanayileşme politikalardan vazgeçin. Pastoral bir ülke olabilirsiniz.”
- 1960 İhtilali ® 1961 Anayasası ® DPT’nin kuruluşu ve yeniden planlı yıllar. İlk üç Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulanır. IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın stratejisi yazılmış, plan hazırlanmıştır. Hedef, ithal ikameci sanayileşmenin ikinci evresine geçerek, her türlü aktarma organları imalatının gerçekleştirilmesidir. Ancak, gündeme başka bir Dünya Raporu düşer. Türkiye yeniden sanayileşmeden vazgeçirilir.
- 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül Darbesi.
Grafiğin (II) nolu kısmının başlangıcı olan 1998 yılı, aynen 24 Ocak 1980 ya da Türkiye’nin sermaye hareketlerine tam serbestlik tanıdığı Ağustos 1989 tarihleri gibi, yakın iktisadî tarihimizde önemli bir dönemeçtir. 1998 yılında Türkiye artık IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü ve uluslararası finans ve derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminde ekonomik ve siyasal kurumlarını neoliberal koşullandırmaların biçimlendirmesini kabullenmiş ve uluslararası işbölümünde kendisine biçilen yeni rolü üstlenmiştir. Bu rolün ana özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
• Uluslararası ve yerli finans sermayesine sermaye hareketleri üzerine sınırsız serbestlik güvencesi sağlayarak, yüksek finansal getiri sunmak
• İşgücü piyasalarını kuralsızlaştırma ve esnekleştirme yöntemiyle ucuz işgücü deposu hâline dönüştürerek, katma değeri düşük teknolojilerde uzmanlaşmak ve sanayiini uluslararası şirketlerin taşeronu olarak geliştirmek
• Üretimde ithal girdi kullanma ve ithal mal tüketme eğiliminin kuvvetlenmesine izin vererek, finansmanı esas itibariyle spekülatif sermaye tarafından sağlanan bir ucuz ithalat cennetine dönüşmek
• Kamu hizmetlerini ticarîleştirerek vatandaşları ‘müşteriye’, kamu hizmeti üreten kurumları ‘ticarî işletmeye’ dönüştürmek; kamu iktisadî kuruluşlarını yerli ve uluslararası özel sermaye şirketlerine doğrudan yabancı sermaye cezbetmek uğruna yok pahasına satmak
• Etkin ve demokratik yönetim, ‘iyi yönetişim’ söylemleriyle, aslında tüm toplumu ilgilendiren stratejik, ekonomik ve siyasî kararların alınmasını ve uygulanmasını demokratik denetim mekanizmalarının dışına çıkarırken, devletin neoliberal anlayışa uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmasında toplumun desteğini sağlamaya çalışmak.
Görüldüğü gibi bu uygulamalar Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına yönelik açık bir tehdit oluşturmakta ve emeği ile geçinen geniş halk kesimlerinin kazanılmış haklarını geriletmektedir. Özetle, 1998 sonrası IMF Yakın İzleme Anlaşmasını izleyen süreçte yapılanlar, ülkemizin hedeflerini ve kaynaklarını kendisinin belirlediği bağımsız, görece eşitlikçi ve sosyal dayanışmacı bir kalkınma stratejisi uygulayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. Grafiğin (II) kısmı yani 1998 – 2012 dönemindeki imalat sanayi katma değerinin ulusal gelir içindeki payının gelişim yönü de yukarıda yapılan değerlendirmeyi teyit eder mahiyettedir. 1998 yılında yüzde 23,9 düzeylerinde iken bu pay dramatik bir biçimde 2012 yılında yüzde 15,2’ye gerilemiş durumdadır. Eğilimin seyri için bir tespit yapalım: hatırlatalım: Ülkenin imalat sanayi tabanının süreç içerisinde eridiğinin de bir başka göstergesidir. İşte bu nedenle de yeni başarı öyküleri yazılamamaktadır.
Çünkü
Planlama, bilgi ve aklın kadere egemenliği olarak tanımlanırsa -ki, öyledir- Türkiye, 1980 sonrasında ikincisini tercih etmiştir. Bu tercihin getirdiği durum, konu ile ilgili hemen her kesimi esas olarak mutsuz kılmış, ancak bu mutsuzluktan kurtulmak için gayret göstermek yerine mevcut hâl optimum kabul edilerek / zannedilerek uyum gösterilmiştir. Nazım’ın dizelerindeki gibi; “(..) Koyun gibisin kardeşim, / gocuklu celep kaldırınca sopasını / sürüye katılıverirsin hemen / ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. (..)”
Üretmeden tüketmek doğal olarak ithalatçılığı körüklemiş -ceteris paribus- ve bu körüğün bastığı duman eşliğinde lojistik, perakendecilik, AVM’cilik, gayrimenkulcülük parlayan yıldız sektörler olmuş ve bu bağlamda göğü delen plazaların 1453’lü reklamları 7/24 ekranları kaplamıştır.
Bu eğilimi besleyen “zehirli dil” adeta ana akım iktisadı ve onu besleyen tüm dalları da sarmıştır. Araştırma gündemleri de bu dilden etkilenmiş, insansız ve sınıfsız eğri ve denklemler dünyası artışlar-azalışlar-aynı kalışlarlardan ibaret “iktisat” metinleri etrafı örümcek ağı gibi sarmıştır.
Ancak; akan suda iki kere yıkanılmaz sözü eskidir. Eskiyi birebir yaşayabilmenin olanaksızlığını insan unutursa, bu sözü hatırlamalıdır. Ama, eskinin ciddi birikimi, onu silme çabalarıyla yüzleşip yeni birikimleri filizlendirir. İnsan bunu da unutmamalıdır.
Hadi gelin başlığa geri dönelim
Başlıktaki “kapanış” akla önce artık sanayileşmenin ve Cumhuriyetin kuruluş ve 1960 sonrası dönemde izlediği sanayileşme politikalarının bittiğini ve o dönemin kapandığını çağrıştırsa da belki de “kapanan” bize 1980’den beri dünyanın küreselleştiğini, “bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler”den başka iktisat anlayışı kalmadığını ve bu ideolojik bir tercihken buna karşı çıkmanın ideolojik bir tavır olduğunu söyleyen borsa-faiz-döviz iktisadının; bir başka söyleyişle “inşaat ya resullallah” diyen, üretmeyen al-satçı iktisat anlayışının “kapanış”ıdır…
Bu “kapanış” için umutlu olmamızı sağlayan bu ve önceki yayınlarda TMMOB’nin aktardığı deneyim ve heyecandır…
Ne mutlu o heyecanı yitirmeyen ve gelecek kuşaklara aktarmaktan bıkmayanlara…
Hepsinin beynine, kalemine, emeğine sağlık…
Kaynakça
Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) (2006); IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 1998-2008: Farklı Hükûmetler, Tek Siyaset, Haziran 2006. http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/ (Erişim Tarihi: 10 Ocak 2012). Bahse konu çalışma 2007 yılında Yordam Kitap: 13 olarak aynı isimle yayınlanmıştır.
Korkut Boratav (2008), Türkiye İktisat Tarihi 1908–2007, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 12. Baskı.
Nazif Ekzen (2009), Türkiye Kısa İktisat Tarihi 1946’dan 2008'e, ODTÜ Yayıncılık, Temmuz. Ankara.
Bilsay Kuruç (2010). “Bir Planının Anatomi Politiği: Dördüncü Plan’ın Hazırlanışı ve Sonu” Attilâ Sönmez’e Armağan, Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü (1960 – 1980) ed. Ergun Türkcan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Mayıs.
Bilsay Kuruç ve Serdar Şahinkaya (2012); “1930’lar Türkiye’sinde Sanayileşmenin Ana Çizgileri” Bugünün Bilgileriyle Kemal’in Türkiyesi: La Turquie Kamaliste. Boyut Yayıncılık. İstanbul. s.106 – 115.
Christian Marazzi (2010). Sermaye ve Dil. Ayrıntı Yayınları. 2010. İstanbul.
Serdar Şahinkaya (2009); Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası, ODTÜ Yayıncılık, 2. Baskı. Kasım. Ankara.
Ergun Türkcan (Editör) (2010). Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü (1960–1980): Attila Sönmez’e Armağan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Mayıs, İstanbul.
Serdar Şahinkaya
Gerçekedebiyat.com
(*) Dr. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye, yarı zamanlı öğretim elemanı. Yazıyı bütünüyle gözden geçirerek eleştiri ve önerilerini esirgemeyen tarihçi dostum İlter Ertuğrul’a teşekkürü bir borç bilirim.
YORUMLAR