Çok yönlü sanatçı, bir altın kalp: Altan Erbulak
Altan Erbulak, 70’li yılların ortalarında Öztürk Serengil’in sunuculuğunu yaptığı ve bütün Türkiye’nin severek izlediği “Gülünüz Güldürünüz” adlı televizyon programında 7-8 kişilik jüriden birisi idi…
Hiçbir bölümünü kaçırmadığım bu eğlence programında Altan Erbulak, jüri karşısında hünerlerini sergileyen, istisnasız her yarışmacıya elindeki ’10 ’ yazılı, en yüksek puan tabelasını kaldırıyordu. Vücut dilini okumuştum; “Ben kimseye daha az puan veremem ki” diyordu… Diğer jüri üyelerine elbette haksızlık etmek istemem ama, bana göre “10 numara” bir kalbe sahip olduğu içindi Altan Erbulak’ın bu “bol kepçeden” puanları… Önce sinema filmleriyle tanıdığım, sonra karikatürlerini sevdiğim, nihayet tiyatro sahnesinde de izleme şansı bulduğum, Güzel Sanatlar Fakültesi, ‘Resim’ bölümü mezunu, ‘on parmağında on marifet’ olan bu sanatçımızla 1986 yılında aynı kurumun çalışanları olmuştuk… Altan Erbulak uzun yıllardır Milliyet gazetesinin sevilen karikatüristi iken, ben yine Cağaloğlu’nda, fakat ayrı bir binada Milliyet Yayınları’nın Milliyet Kardeş dergisinde yardımcı grafiker olarak çalışmaya başlamıştım… Altan Erbulak bir gün yayın yönetmenimiz Yalvaç Ural’ın konuğu olmuştu… Arkadaşı Yalvaç Ural’ın odasında epeyce süren neşeli bir sohbetten sonra benim çalışma odama, masamın başına kadar kol kola gelmişlerdi… Televizyon ekranını saymazsanız, onun güleç yüzünü ilk kez bu kadar yakından görüyordum… Muzip yaradılışlı Yalvaç Ural beni ona takdim ederek; “Tanıştırayım; Mustafa Bilgin” dedi ve hemen ekledi: “Bu bey de Altan Erbulak…” “Tanımaz mıyım…” diyecektim ki, tam o sırada birbirlerine sarılarak kocaman gülmeye başladılar… Yalvaç Ural’ın Altan Erbulak’a yaptığı şakaya alet edilmiştim ama ne gam, altın kalpli, sevdiğim bir sanatçıyla yüz yüze tanışmanın mutluluğunu yaşıyordum o an... Yapmacıksız, herkesle paylaştığı o sıcacık kişiliğini bana da göstermişti. Burada ustamız Altan Erbulak’ın değerli anısına, bu tiyatro temalı karikatürümü armağan etmek istiyorum: Milliyet Yayınları’nın çalışanları olarak, öğle yemeklerini Milliyet Gazetesi'nin Nuruosmaniye Caddesindeki binasında yerdik. Bir gün öğle yemeğinde, çaprazımdaki masaların birinde Altan Erbulak da oturuyordu. Yemekhanede ilk kez görmüştüm; göz ucuyla onu izliyordum. O da ne?.. Tabağındaki taze fasulye yemeğini iştahla kaşıklıyor, şaka falan da yapmıyordu… Siz ne dersiniz bilmiyorum ama, masasında oturan diğer gazete çalışanlarının çatalla yediği taze fasulye yemeğini onun kaşıklaması biraz tuhafıma gitmişti. Çok yıllar sonra bir ‘çizgi jenerik’ çalışması için evinde toplandığımız Oğuz Aral’a uygun bir dille bu 'taze fasulye kaşıklama' işinin sırrını sormuştum; -Altan’ın hep acelesi vardı!” diye yanıtlamıştı Oğuz ağabey… Oysa Altan Erbulak’ın bir televizyon söyleşisinde, hiç “acele etmeden”, tane tane söylediği şu sözlerini hâlâ unutamam: “Belki yaşlanacağım ama hiçbir zaman ihtiyarlamayacağım…”
1 Mayıs 1988’de, bir işçi bayramında, ustası olduğu birçok sanat dalının aynı zamanda ter döken bir emekçisi olarak, bir “yıldız gibi” kaydı, gitti… Altan Erbulak henüz 59 yaşındayken durmuştu o “altın kalbi”… Bırakın ihtiyarlamayı, henüz yaşlandığı bile söylenemezdi… Galiba ustamız Oğuz Aral haklıydı… “Acelesi” olmasaydı, en verimli zamanında, ustalığının zirvesinde bir sanatçı olarak bize bunu niye yapardı… Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR