Kendine muhalif muhalefet
Masal ülkemizin halkı demokrasi yolunda az gitmiş, uz gitmiş dere, tepe düz gitmiş. Bir de dönüp bakmış ki 60 yılda üç buçuk askeri darbeye, idamlara, kardeş kavgalarına, “sil baştan” ve “yapboz” anayasalara, kurulan kapanan/kapatılan yüzlerce partiye, “çağ atlamaya”, ileri demokrasi iddialarına karşın yine başa dönmüş. Demokrasi “ilk günkü gibi” çok parti ve 3-5 yılda bir seçimden ibaret kalmış. Önce kadrolarının devleti, sonra devletin onu kurduğu bir parti, ülkeyi tek parti olarak çeyrek asır yönetmiş. Kurucularından “2. Adam” ve “Milli Şef” unvanlısı partiye 34 yıl genel başkanlık yapmış. Bu partinin talihsizliği kurucularının asker olması, devleti kuran parti olması, dünya ekonomik krizi ve faşizm-komünizm savaşı yıllarında iktidarda olması değilmiş sadece. En büyük talihsizliği adında gizliymiş: cumhuriyet ile halkı bir türlü barışık tutmayı becerememek yazgısını hep belirlemiş. Adını bu iki kavramla oluşturma nedeni cumhuriyete yürekten bağlı bir halk yaratmayı hedeflediğindenmiş aslında. İyi niyetle toplum mühendisliğine soyunmuş, eğitim yoluyla yeni bir insan tipi yaratmaya çabalamış ama bir temel sorunu çözememiş: kişi ancak karnı doyduğunda “insan adayı” olurmuş. Uzatmayalım, zıtların birliği sağlanamayınca iç çatışma kaçınılmaz olmuş. Bu çatışma partinin ilk kez bölünmesine yol açmış: “cumhuriyet” bu partimize kalırken “halk”, kendine “demokrat” diyen, yeni kurulan partiye geçmiş! Yine de hayırlı bir sonuç yaratmış bu bölünme: çok partili demokrasiye geçilmiş böylece. Ee, demokrasi demek seçim demek, seçim demekse halk demek olunca paylaşmada halkı alan taraf, yani kendine demokrat diyen yeni parti ilk seçimde iktidara gelmiş. İktidar için halkın gerekliliğini geç de olsa anlayan eski partimiz adındaki “halk”ı korumuş. Bununla birlikte iç çelişkisini de taşımayı sürdürmüş. Kimi zaman Cumhuriyet’i koruma kaygısıyla halka ters düşmüş, bu yüzden kaybetmiş; kimi zaman halka yaranmak için ödünler vermiş, (aslı varken benzerini kim ne yapsın), halk kuyrukçuları karşısında havasını almış. Cumhuriyetçi eliti kızdırmış bu kez, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş”, her seçimde biraz daha küçülmüş. Küçüldükçe iç kavgalar baş göstermiş. İki kanatlı olması hem parti içi demokrasi hem de partinin uçması bakımından avantaj olacakken tersine hep çatışma ve çakılma nedeni olmuş. Kanatlar, sürekli birbirini kırmaya, yolmaya, sakatlamaya başlamışlar. Daha da önemlisi parti 60 yılın 55’inde “müzmin muhalefet” konumunu sürdürürken, partinin hangi kanadı yönetimdeyse diğer kanat muhalefet görevini “aslanlar gibi” üstlenmiş. Yanlış anlaşılmasın, “parti içi muhalefet” görevini! Bu yüzden parti seçim sonralarında, seçim öncelerinde, arada her fırsatta kurultay yapar olmuş. Aynı nedenle parti hep yorgun düşer, “dış muhalefet” yapacak gücü kalmazmış. Üstelik kurultayı kazanan kanat “zafer sarhoşu” olur, hizipler “birbirine muhalefet” ederek bu alandaki heveslerini alırlarmış. M.S. 1960’ın 27 Mayıs’ında “Koruyucular” yönetime el koyup iktidar partisini kapatınca parti kısa bir süre muhalefet olmaktan kurtulmuş. Ancak kapatılan partinin devamı bir parti kurulması ve iktidarı alması da bizimkinin muhalefet görevine dönüşü de gecikmemiş. Parti, M.S. 1965’te sağ ile Marksist sol arasında sıkışınca yaşlı lideri, (bu kez komünizme karşı) “son devleti koruma” derdine düşmüş hem bu amaçla hem de giderek “devlet düşmanı sol”a yönelen halk kesimini kapmak için partinin siyasi yelpazedeki yerini “ortanın solu” olarak değiştirmiş. Sağcı iktidar derhal “ortanın solu, Moskova yolu” diye komünist ilan etmiş partiyi. Marksist sol ise itibar etmemiş bu “sarı sol”culuğa. Partide bu kez de sağ kanat-sol kanat kavgası patlamış. Sol kanat yönetimi ele geçirmiş, o sıralarda “Koruyucular” yönetime el koyup Marksist solu kırımdan geçirince, parçalanıp birbirine düşen Marksist solun ektiği tohumların hasadını “ortanın solu” yapmış bir süre. Hem iktidara gelmek hem de ülke çapında sağ-sol çatışması bu sürede parti içi çekişmelerin durulmasını sağlamış ama alttan alta hizipler baltalarını bilemeyi sürdürmüş. M.S. 1980’in 12 Eylül’ünde “Koruyucular” bir kez daha yönetime el koymuş. Tüm partileri kapatmışlar bu kez. “Solkırım”ı sosyalist solun kökünü kazıyacak şekilde yapmışlar. On yıl geçmeden zaten bu “baş belası” akımın “dışarıdaki kökü” de kurumuş. Kapatılan partiler içinde en talihsizi yine bizim “müzmin muhalefet” partisi çıkmış. Birkaç parçaya bölünmüş, her parçasından farklı adlarda partiler doğmuş. Kimleri birleşmiş sonra. “Birlikten kuvvet doğar” sözünün yanlışlığını kanıtlamışlar, birleştikçe zayıflamışlar! Derken partiye eski adını alma yolu açılmış. Yandaşları bayram etmiş ama bunun “makûs talihin dönüşü” olduğu sonra anlaşılacakmış. Darbe dönemleri dışında hep iktidar olan, ortalığı batırıp yeni darbelere zemin hazırlayan sağcı partiler her darbe sonrası yeni bir isim alıp “beyaz bir sayfa” açmışlar, geçmişin sevaplarını heybelerine koyarken, günahlarını derine gömmüşler. Bizimki ise yeniden aynı adla kurulmuş, darbe öncesi adı “hizipçi”ye çıkmış biri, yeniden partiye başkan olmuş. Milliyetçiliğin yükseldiği ilk seçimde başkanın “solculuğu” tutmuş, parti küme düşmüş. Bir sonraki seçimde yaşanan ekonomik kriz sonucu halk işsizlik ve yoksulluktan kırılırken “sağcılık” yapmak istemiş canı. Sağ çizginin dinci ağırlıklı yeni partisi tek başına iktidar olmuş. Bu parti üst üste seçim kazanırken, aşk meşk işlerine daldığı iddia edilen yaşlı başkan yine bir seçim öncesi “bir kaset komplosuyla” devrilmiş. Seçim kampanyası boyunca, 60 yıldır iktidarda olan sağın son partisinin lideri, cumhuriyetle yaşıt partinin çiçeği burnunda genel başkandan 1930’ların, 40’ların hesabını sormuş. 1938’deki bir katliamın hesabını sorarken, milliyetçi muhafazakârların 1970’lerdeki katliamlarının da kendi döneminde terörist sanılan, çoğu çocuk 34 vatandaşın uçak bombardımanıyla öldürülmesinin de lafını bile etmemiş. Parti isimleri hep değiştiğinden, sağın diğer liderleri gibi eskilerin sevaplarını sahiplenmiş, günahlarını ise “o falanca partiydi” diyerek üstüne alınmamış tabii. Sonuçta halkın büyük desteğini alarak üçüncü kez iktidar olmuş. Ana muhalefet partisinin değişmeyen şöyle bir talihsizliği varmış: temel görevi iktidarı eleştirmekmiş ya, bunu yerine getirdiğinde (ki pek nadirmiş) iktidar sözcüleri “bu, yıkıcı muhalefet, sadece eleştirir, yapılana karşı çıkar, sorunlara çözümü yoktur, öneri getirmez” diye tefe koyarlarmış. Dolduruşa gelip önerilerini açıkladığında ve o doğrultuda yasa teklifi verdiğinde iktidar hemen eleştirip reddedermiş. Bir süre sonra iktidar bunların çoğunu kendi görüşü, kendi söylemi gibi halka sunar, yasa çıkarır veya değiştirir yine alkışı ve oyları toplarmış. Muhalefet partisinin sözcüleri “bunlar bizim görüş ve önerilerimiz, iktidar bunları çaldı” diye yırtınır ama duyuran da duyan da pek olmazmış. Bu partisinin yeni lideri son seçimden önce, 40 günde ülkeyi karış karış dolaşmış. Parti içinde, onu sevenler “oturup” mucize yaratmasını beklemişler. Karşıtları ise 150 yine “oturup” başarısız olmasını. Parti, “halktan habersiz, sırça köşklerinde ahkâm kesen” medyatik “uzmanlar”ın dolduruşuna gelmiş. Çıtayı yükselttikçe yükseltmiş. İktidar düşleri kurmuş. Oy oranını, sayısını ve milletvekillerini arttırmasına karşın düş kırıklığına uğramış. Tabii tartışmalar yeniden başlamış partide. Daha doğrusu partinin çeşitli kanatları arasında. Bu tartışmalar partide, parti kurulları ve toplantılarında olsa iyi. Kamuoyu önünde, basın yoluyla ve meyhanelerde yapılan dedikodularla tartışma alışkanlığı, partide hep dağınıklık, gruplaşma ve kavga görüntüsü verirmiş. Bir dönem partiyi baraj altında düşürerek “muhalefet olmaktan” kurtaran eski genel başkan “yönetim başarısız” diyerek Kurultay çağrısı yapmış. Birbirine yandaş olanı, karşıt olanı dâhil iç muhalifler koro halinde “Kurultay isteriz, Kurultay isteriz!” diye bağırmaya başlamışlar. İktidar partisi ne zaman tökezler gibi olursa “müzmin muhalefet partisi” kendi ayağına kurşun sıkmanın bir yolunu bulurmuş. Bir seçim öncesinde yeni genel başkanın kaydı olmadığı için oy kullanamayacağı ortaya çıkar, cumhurbaşkanlığı seçiminde ithal aday gösteren başkan “tıpış tıpış sandığa gidecekler” diye tabanını kızdırır, seçimden sonra, iktidar partisinin oy yitirdiği tartışılacakken bir genel başkan yardımcısı “başarısızız, kurultay isterim” diye bağırır, bir diğer başkan yardımcısı istifa edip yeni parti kurarmış vs. Böylece, seçim kaybı-kavga-kurultay döngüsü sürüp gidermiş. MS 2014 sonlarında, iktidar yolsuzluk nedeniyle sıkışmışken ve dört eski bakanı yüce divan korkusu sarmışken en büyük kentin bir ilçesinin belediye başkanı, partilisi eski başkandan ölüm tehdidi aldığını dosta ilan etmiş, düşmana müjdelemiş. Bir milletvekili de iktidar partisinin on yılı aşkın süre ortaklık yapıp sonra kavgaya tutuştuğu cemaatle partisinin son seçimde ittifak yaptığını “aramızda kalsın” diyerek kameralar karşısında açıklamış. Tabii iktidar sözcüleri her iki konuda muhalefeti tefe koymuş. Başkan “Milli Şef”in torunu olmasa “acaba ajan mı” diye kuşkulanılabilirmiş hani. Bu tür olayların partiye verdiği zararı en değme ajan bile veremezmiş çünkü. Siyasetbilimciler, sosyologlar, psikiyatrisiler her seçim sonrasında “muhalefet partisinin yine Kurultay’ı mı geldi?” konusunu gündeme alırlar, günlerce havanda su döverlermiş. Sonuç: ‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur’muş. Ek: Ülkenin “bağımsız medya”sı -müzmin- muhalefet partisini pek sever, mensupları, seçim önceleri yazarı çizeriyle muhalefet partisini desteklediklerini açıklarlarmış. Bu nedenle diğer partilerin hata ve yanlışlarını olağan karşılarken, muhalefet partisinin en küçük yanlışında onu yerden yere vururlarmış. Verdikleri akıllarla başını döndürür, sola kayarsa sağa açılmasını, sağa kayarsa solculuk yapmasını önerirlermiş. Onları dinlerse yalpalamaya başlar, yalpalamasını tümü eleştirirlermiş. Onları dinlemezse yine eleştiri bombardımanına tutarlarmış. Yöneticilerinin “yanlış buldukları” demeç, eleştiri ve önerilerini “partiyi korumak için” yayımlamaz veya partiye yararlı olması için değiştirirlermiş. Kısacası iktidar yandaşı dışındaki medya, muhalefet partisinin dostu imiş. Parti yöneticilerinin “böyle dostu olanın düşmana ihtiyacı yok” demesi de “böyle dost düşman başına” demesi de nankörlüğündenmiş. Not: Yazarın (G)Azap Masalları kitabından. Ali Günay
Gerçekedebiyat.com