Son Dakika

bin-dort-yuz-doksan-iki-654726.webp


Christopher Columbus tarihe Amerika’yı keşfeden fatih olarak geçti. Gerçekten de Columbus yazıldığı gibi fatih mi, yoksa eline kan bulaşmış zorba mı?

Tarih çoğu zaman eli kanlı silahlı zorbaları da fatih olarak yazar. Columbus fatih değildi. Yeni Kıtayı diğerlerinden önce bulmuş olması onu fatih yapmaz. Columbus, fatihten daha çok, Yeni Kıtanın asıl sahipleri binlerce masumun kanını ellerinde taşıyan bir zorbadır. Columbus’un elleri hep kanlı ve hep öyle kalacak.

Shekespeare’nin Macbeth’te söylediği gibi: “Bu eller ne böyle? Ah, gözlerimi oyuyorlar. Acaba bütün okyanusların suyu elimi bu kandan temizler mi? Hayır, belki de şu elim sonsuz denizleri kana çevirir, yeşil renklerini baştanbaşa kızıla boyar.” Columbus’un ellerindeki kan da okyanusları kana çevirir, kızıla boyar.

Stefan Zweıg, İnsanlığın ‘Yıldızının Parladığı Anlar’da gösteriş budalası Columbus’un aslında bir şarlatan olduğunu yazar. Zweig, ‘Ölümsüzlüğe Sığınış’ başlıklı denemesinde, bize bir fatihle değil bir dolandırıcıyla karşı karşıya olduğumuzu anlatır. Stefan Zweig Columbus’un yıldızının parladığı anlardan çok, sahte yıldızın ışıltısının söndüğü, boyalarının döküldüğü anı gösterir bize. Biz aslında Columbus’un çoktan ışıltısını yitirmiş, soğuk ve ölü bir yıldız olduğunu anlarız.  

Columbus, Amerika olduğunu bilmeksizin keşfettiği Yeni Kıtadan döndüğünde, kuşkusuz kendini kâşif gibi duyumsuyordu. Her fatih gibi görkemli İspanya dönüşünde törenle karşılandı. Fatih edasıyla Sevilla’nın ve Barcelona’nın kendisini yengi kazanmış büyük bir komutan gibi karşılamak üzere caddeleri doldurmuş insanların arsından geçerken yeni kıtadan yağmaladığı ganimetlerden oluşan görsel bir şölenle karşılık verir karşıcılarına. Atını gururla caddelerde sürerken kortejin ardından istila ettiği kıtadan yağmalanmış ganimetler izler onu.

Neler yoktur ki: İspanyolların o güne değin hiç görmedikleri, varlıklarından bile haberdar olmadıkları canlılar; rengârenk papağanlar, renkte diğerlerinden geri kalmayan başka kuşlar, hantal ve ağır yürüyüşleriyle tapirler, özgürlükleri ellerinden alınmış, soykırıma uğramış, yerli halktan devşirilmiş kızıl derili insanlar. Üst üste yığılmış birbirinden iştah açıcı meyve ve sebzeler, Hint buğdayları, tütün yaprakları, hindistancevizleri.

Bunlar soyluların dışında kalan yoksul halkın ilgisini çekenlerdi. Soyluların ilgisini karnaval şarlatanlığından çok, yükte hafif pahada ağır olanlar çekecektir. Kralın ve kraliçenin danışmanlarının ilgisine mahzar olan içi altın dolu birkaç küçük sandık ve sepetler.  

Zweıg, gösteriye çıkarılan altın tozu ve külçe altınlardan oluşan sandık ve sepetlerin miktarının önemsenmeyecek kadar az sayıda olduğunu belirtir. Bunlar yerlilerle değiş tokuş yapılarak ya da zorla ele geçirilmiştir. Hepi topu birkaç parça külçe altın, altından dökülmüş ziynet eşyaları, bir iki avuç dolusu altın tozu. Bunlarla ancak bir kaç yüz altın sikke basılabilir.

İşte Columbus’un sahteciliği burada devreye girer. Ele geçirilen ganimetleri, pireyi deve yaparak abartır. Bu altınların sadece göstermelik küçük örnekler olduğunu, Yeni Kıtada sonsuz sayıda altın madenleri bulunduğunu ballandırarak anlatır. Pahaca değerli altınlar, tarlalarda ince bir toprak tabakası altında plakalar halinde yatmaktadır. Çıkarmak için kazma ve kürek yeterlidir. Kıtada güneye doğru ilerlendiğinde öyle yerler vardır ki, içki kadehlerinden tutun, fıçılara kadar kullanılan her şey altından yapılmadır.

Para sıkıntısı içinde kıvranan kral henüz hazinesine girmeyen altınların sarı ışıltısıyla gözleri kamaşır, derhal büyük bir filo hazırlanması ve altın tarlalarındaki altın başaklarının devşirilmesi emrini verir. İspanyada yaşayan ne kadar haydut, servet avcısı, ipten kazıktan dönmüş kaç serseri varsa altına hücum etmek üzere, Eldorado’ya akın eder gibi, avuç avuç altın toplamak için filoya katılır Zweig, İspanya’nın bir anda bütün suçlulardan arındığını, bütün canilerin, katillerin, ipten kazıktan kurtulmuş serserilerin, İspanya’yı o saat boşalttığını yazar. Columbus, kuyuya bir taş atmıştır ve diğer deliler onu çıkarmak için aynı kuyuya atlamaktadır.

KEŞİF ve KAŞİF

Amerika’nın keşfi aslında Christopher Columbus’tan çok önceye dayanır. Ancak buna ilişkin söylentiler bir diğerini tutmaz. Amerika’nın keşfinin 9. ve 10. yüzyıllarda Vikingler tarafından gerçekleştirildiğini söyleyen de vardır, 10. yüzyılda Grönland’ın doğusunda bir koloni kurarak yerleşen İzlandalılar tarafından yapıldığını da.

İlkini söyleyenler Vikinglerin ticaretle uğraştıklarını ve takas için yeni pazarlar bulmak amacıyla Kanada kıyılarına kadar geldiklerini söylerler.

İkinciler Osmanlı İmparatorluğu’nun fetihlerle güçlendiğini, denetim altına aldıkları topraklarda egemenlikleriyle Avrupa’nın, Asya ile ticaret yapmasını engellediklerini belirterek, Avrupa’nın yeni ticaret yolları aradıklarını Batı’nın bu nedenle Doğu’ya başka yollarla ulaşmaya çalıştıklarını ileri sürer.

Osmanlı İmparatorluğu karada güçlüdür ancak denizde uzun seferler yapabilecek gemilere sahip değildir. Donanmadaki gemiler okyanusun bilinmeyen sularında serüven arayacak kadar dirençli değildir, Osmanlı’nın da serüven aramak gibi bir düşüncesi yoktur.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde dört kez Hint seferine çıkılmış ancak istenilen gerçekleştirilememiş, donanmadaki gemiler Atlas Okyanusunu aşamayıp, amaçlarına ulaşamadan geri dönmek durumunda kalmışlardır.

Christopher Columbus’un 2. Beyazıt’a keşif için başvurduğu söylenir. Kendisine istediği gemi ve keşif giderlerinin karşılanması amacıyla parasal destek verilirse, Osmanlı İmparatorluğu adına keşifler gerçekleştirecektir. Beyazıt bu öneriyi uygun bulmaz.

Columbus’un 12 Ekim 1492’de karaya çıktığı Yeni Kıta Bahama Adalarından biridir. Adalardaki kızılderili yerli halka Indian denilmesinin gerekçesi de bu yanılsamadır. Columbus Hindistan’a ulaşmak istiyor, karaya çıktığı kıtanın yerli halkına da bu gerekçeyle Hintli adını veriyor. İngilizcede Indian, Hintli anlamında kullanılır. Sözcük sonra Kızılderili anlamını alarak günümüze taşınır.

Masalları bir yana bırakırsak, Amerika’nın kâşifleri arasında yalnızca Christopher Columbus’un adı geçmez. Onunla birlikte Magellan, Cabrel, Cortez, Sebastian Cabot, Amerigo Vespucci de anılır.

1499’da, Columbus’un keşfettiği Yeni Kıta’nın, aslında onun sandığı gibi Hindistan olmayıp yeni bir kıta olduğunu anlayan ve bu nedenle kıtaya adı verilen Amerigo Vespucci olacaktır.

Yeni Kıtaya Amerigo Vespucci’nin adı verilse de bu ismi koyan Vespucci değildir, Waldseemuller adındaki coğrafya tutkunu bir Alman’dır. Kıtaya daha önce Columbia adı konulmak istemiştir. Aslında çok daha uygun olabilirdi.

Yeni bir Kıta olduğunu bilmese de Columbus öncüydü. Onun adından türetilerek Columbia denilebilirdi. 1507’de yengiyi Waldseemuller tattı. Amerigo’dan Amerika’yı türetti.

Bu kadar adın Yeni Dünyanın keşfinde anılması tam bir bilgi kirliliğidir ve sömürgeci her kâşif kirlidir.

Halit Payza
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler