Son Dakika

selim-esen-2072024213124.jpg


22 Mayıs 1933 tarihinde ise, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan “Matbuat Umum Müdürlüğü”, tüm gazete, dergi, broşür ve benzeri yayınları incelemek, devleti ilgilendiren yazıları ayırıp hükümete bildirmek, basın mensuplarının basın yasasının belirlediği şartlara uygun olup olmadıklarını araştırmak ve basın yasasının hükümlerine göre basın harekâtını takip etmekle görevlendirildi.1 Bu denetleme mekanizması, gazetelere yayımlanacak haberlerin nasıl yazılıp yazılamayacağına dair emirler gönderilmesine kadar ileriye gitti.2

Türk basınının, özellikle de sol basının, genel itibariyle incelendiğinde Cumhuriyet’in ilanıyla beraber birçok engelle karşılaştığı görülür. Oysa, sol basının üzerinde en çok durduğu konuların başında demokrasi ve demokratik bir seçim süreci gelir. Bu anlamda Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık duyan sol kesim, İsmet İnönü, Şükrü Saraçoğlu ve Recep Peker liderliğindeki CHP hükümetlerine muhalif bir tutum geliştirmiştir.

Örnekleyecek olursak…

Yeni Ses dergisinde3 Necip Fazıl’ın derginin yönetimini ele almasından rahatsız olan Asaf Halet Çelebi, Abidin Dino ve arkadaşları yeni bir edebî dergi çıkarma arayışına girdiler. Yahya Kemal’in dergi için “Kayık” önerisi kabul görmezken, Hasan İzzettin Dinamo nun Küllük adı benimsendi. Ve Küllük, Abidin Dino’nun çabası, Alaeddin Hakgüder’in parasal katkısıyla şekillendi.

Küllük fikir ve sanat dergisinin ilk ve tek sayısı Eylül 1940’ ta yayımlandı.

Cumhuriyet Matbaası’nda yirmi sayfa olarak basıldı. Sayısı 15 kuruş, altı aylık aboneliği 75 kuruş, 1 yıllık aboneliği ise 150 kuruş olarak belirlendi. Tek sayı çıkan derginin kapağında Abidin Dino’nun çizdiği bir resim yer aldı. Kadrosunda çoğunluğu Yeni Ses dergisindeki yazar ve şairler bulunuyordu: Abidin Dino, Abidin Nesimi, Ahmet Necati, Asaf Halet Çelebi, Baha Dürer, Cavit Yamaç, Doğan Ruşenay, Fikret Adil, Hüsamettin Bozok, İlhan Berk, L. Erişçi, M. Seyda, N.S. Odyakmaz, Orhan Veli, Sabahattin Kudret, Sadri Ertem, Suat Taşer, Suphi Taşhan, Zahir Güvemli.

İlk ve tek sayı dedik…

Çünkü Küllük, Orhan Veli’nin şiiri nedeniyle, Emniyet Müdürü İhsan Akalın imzasıyla gönderilen 26.09.1940 günlü bir yazıda kısaca, Küllük Mecmuası nın ‘Dahiliye Vekâlet’inin buyruğuyla kapatıldığı belirtiliyordu” (Nevzat Sudi, Küllük Anıları, Karşı Yayınları,1997, s.34).

İlk sayısının ikinci sayfasında Sadri Ertem’ in kaleme aldığı Küllük adlı bir yazı ve Küllük Beyannamesi yer alır. Beyanname’ de şöyle deniliyor:

“Küllük bir kahvedir. Kahve deyip de geçmeyelim. Anadolu köyünün hakiki mabedi kahvedir. Kahveci mabedin teşrifatçısı. Kahve er meydanıdır. Mahsulün gidişatı kahvede konuşulur. Kız kaçırma haberi kahveye gelir. Filan vuruldu kahvede duyulur. Vergi memuru kahveyi ziyaret eder. Tefeci kahvede işini uydurur. Muhtar kahvededir. Kızlar kahve önünde kahkahalar atar, şarkılar mırıldanır. Tarihte tekkelerin yegâne ciddi rakibi kahveler olmuştur. 1940 harbi Türk köylüsü tarafından kahvenin hoparlöründen dinlendi. Havadis saati yaklaşınca çömelip, dünyada olup bitenleri dinledikten sonra köylü tarlaya gider. Kahve, harman zamanı, ekim zamanı boşalır. Kahveci ekseriye hem berber hem şairdir. Lafın kısası kahve köyün stratejik merkezi. Divan edebiyatı-Halk edebiyatı mücadelesinde kahve halk sanatının Saraya karşı kalesi olmuştur. Tanzimattan beri aşık tarzı (saz şiiri) kahvede dinlenirdi. Köyde kahveyi terk etmeyen halk sanatı, şehirde kahveden ayrıldıktan sonra en mühim desteğini kaybetti. Evet şehirde sanat kahveyi kaybetti, yerini melez ve kalpazan bir sanat taklidine kaptırdı, gramofonun ve radyo müziğinin zevksizliği, istikametsizliği, bu hazin vakada ağır bir mesuliyet taşır. Kahve kollektif sanatın ocağı olmaktan çıktı. Kart balık konservesi taze balığa nazaran neyse, radyoda Münir Nurettin, Kahvede Neyzen Tefiğe nazaran odur. Kollektif sanatın ilk şartı olan sanatkârlarla halkın vasıtasız temasının verdiği coşkunluk, otokritik ve cesaret radyo ile nasıl elde edilsin? Türk sanatının büyük ızdırabı olan halktan ayrılmış olmak faciasına çare nedir? Ressamların zengin mahallelerde açtıkları sergiler netice vermiyor -ne maddi ne de manevi- mecmualar 20 milyona yaklaşan bir memlekette 2000 nüshayı zor geçer. O halde?

Aslan avına çıkan avcı kutbu şimaliye değil, çöle gider. Seyirciyi, okuyucuyu mu bulmak istiyoruz? Bulunduğu yere; kahveye gidelim. O halde mecmuamıza bir kahve ismi seçtik, şiirlerimizi kahvede okuyoruz, yazıyoruz. Sergilerimizi meyhanede açacağız. Sanatın yegâne asaleti diri olmaktır. Sanatımıza temel realist halk sanatıdır, hitap edeceklerimize inkişaf etmiş kendi lisanları ile konuşmak lazım. Küllük bir kahve ismidir demiştik küllük bir istikamettir de.

On dokuzuncu asrın meşhur saz şairlerinden Dertli İbrahim, Tavuk Pazarında Aşıklar Kahvesinin tavanında uzun zaman asılı duran şairane bilmeceyi bir gün nasılsa halledebilmişti. Bugünün şairi, halkla temasa geçmenin sırrını bir kahvenin tavanında bulacaktır. Fakat bizim kastettiğimiz kahve mütekaitlerin bedava gazete okumak üzere günler müddetince pinekledikleri ve tembel talebelerin derslerini altmış altıya bağlamak için iltihak ettikleri bobstil imalathaneleri değildir. Küllük, büyük bilmeceleri halletmek isteyenlerin mecmuası, bu gayrete malik olanların kahvesidir.

Sadri Ertem’in Küllük” başlıklı başyazısı ise söyle:

“Bizim için efkârı Umumiyenin iki tane fideliği vardır: Çınar altı ve kahve peykesi.

Derler ki cehenneme giden caddenin kaldırımları hüsnüniyet parkeleri ile döşenmiştir. Cehenneme giden yol bir kahvenin eşiğinden ve bir çınarın gölgesinden başlar.

Çarpışan masum fikirler, hüsnüniyetle ileri sürülen mütalaalar tırtılın kelebek oluşu gibi belirsiz bir anda derhal “dedikodu” kıyafetine girer. Hele küçük kasabaların, nahiyelerin, köylerin çınar altları kasabanın, nahiyenin köyün efkarı Umumiyesini hakkeder. Bu adeta sosyetenin teneffüs etmesi yaşamasını hissetmesidir.

Yaşayan adamın arzuları, almak istediği bir hayat vardır. Çınar altı, kahve peykesi bir atölye gibi bu hayatın kalıbını döker, şeklini çizer.

Dikkat ederseniz “dedikodu” da her adamın anladığı manada bir kemal iddiası vardır. Tenkit kemalden uzak yürüyen her mevzua atılan oktur.

Kıskançlık, bir kemalin, kendinin dışında, tahakkukunda duyulan hasretin en güzel, en mutena çiçekler gübrelikte yetişirse kendisini zaman zaman Allahlar gibi mukaddes ve tenkit edilmez bir varlık sayan efkarı umumiye de böyle bir gübrelikte filizlenir.

Fidelik her şey yetiştirir. Eğer fideleriniz kaliteli değilse boy verip, yapraklandıkça çiçek açtıkça, meyve verdikçe fideliğe kızmaya hakkımız yoktur.

Zaman zaman hepimiz kahvelere kızarız onları kapatmak, imha etmekle bir cihat yaptığımıza inanırız.

Kahve fincanına zehir koyarsanız zehir içersiniz. Kahve fincanını kırmakla sadece bir fincan ortadan çekilmiş olur.

Demek istiyorum ki, efkarı umumiye fideliklerimizde daha mutena, daha güzel, daha iyi, daha beşerî çiçekler yetiştirebiliriz. Usta ve zevkli bahçıvanlar eğer fideliklerde hüküm sürebilirse…

Bizde efkarı umumiye fideliği toprağa atılan tohum soysuzlaştığı andan itibaren itibarını kaybetti. Tezatları, acayiplikleri sokaklara dökülmüş ağaç dalları gibi herkesin gözüne battı ve ayaklarına dolaştı.

Dünkü fideliğin dekoru, bir cami avlusunun, mezar taşları ile, tabut ve teneşir, şadırvan, servi, büyüyen dikenler arasında doğar, büyür, yaşar ve ölürdü.

Doğdukları zaman adları kulaklarına sesten bir çivi ile mıhlanan insanlar ölüp cenazeleri musalla taşlarına konuncaya kadar kahvenin telvesinde, nargilenin dumanında tek bir his duyardı: Yaşamak korkusu tek bir zevkin hayaline dalardı. Ölüm.

Dünyayı ölüm dekoru arkasından gören insan için hayal ancak ahretin ufuklarını seyrede ede güzelleşir. Her şey ona bu ıstıraplı misafirliğin bir an evvel nihayet bulması için ümitler verir.

Bizim kahve, bizim çınar altı asırlarca böyle yaşadı. Başka türlü olabilir miydi ki… İlim diye ilmihali, fikir ve felsefe diye “itikatları” fikir hayatının rehberi yapan bir memlekette karşılaşacağımız efkarı umumiye hayattan uzak soluk ölüm renklerinden başka ne olabilirdi.

Asırlarca iman ektik, ölüm zevki biçtik.

Bugün artık ölçülerimiz tam aksinedir. Ölüm zevki yaşamak hakkı hakimdir. Ancak yaşamak için ölümü güzel görebiliriz.

İman yerine müspete inanıyoruz. Fikrin ve felsefenin rehberliğine inanıyoruz.

Hayatı, sanatı bu zaviyeden seyredebiliyoruz. Ölüm düşüncesine bir tabut gibi ruhları sımsıkı sardığı ve teneffüs imkânı bırakmadığı devirlerde fikrin ve sanatın bir sinek vızıltısına benzemesi tabiidir.

Bol bol hayata, bol bol halkın ruhuna dönerken artık efkarı umumiye fideliğinden gürbüz bedenli bol meyveler, esans çiçekli nebatlar bekliyoruz.

20 sayfa, tek sayılık “Küllük” dergisinde Abidin DinoNe Oldu!”, “Ebedi Güzelliğe Kaside, Abidin NesimiGençlik Meselesi, Ahmet NecatiAyrılmak” şiiri, Asaf Halet ÇelebiMısrı Kadim” şiiri, Baha Dürder “Şöhret ve Kıymet, Cavit YamaçPazar Yeri, Doğan RuşenayTezkereci Habip Efendi”, Fikret Adil “2 Dost 2 Hikaye”, Hasan İzzettin Dinamo “Ebedi Güzelliğe Kaside”, Hüsamettin Bozok “Halk Tiyatrosunun Esaslarını Ararken, İlhan Berk “Memnuniyet Şiirleri”, Lütfi Erişçi “Beşir Fuad Kimdir?”, Mehmet SeydaTanılmayan” şiiri, Nevzad Sudi Odyakmaz ”Sual” şiiri, Orhan VeliTahattür, Sabahattin Kudret “Dolmuşa…”, Suat Taşer “Bir Kapıdan İçeri”, Suphi Taşhan ”Bekliyoruz” ve “Neyzene” şiirleri ve Zahir Güvemli “Küllü Koloji (Mukaddeme)” yazı, öykü ve şiirleriyle yer aldılar.

Derginin kapanmasının nedenlerinden biri olduğu söylenen Orhan Veli’nin şiiri ise şöyle:

TAHATTÜR

Alnımdaki bıçak yarası

senin yüzünden,

tabakam senin yadigarın

‘İki elin kanda olsa gel’ diyor

telgrafın.

Nasıl unuturum seni ben

vesikalı yârim?”

1939-1940 yıllarında Beyazıt Camii’nin önünde bulunan Küllük Kahvehanesinde toplanan, ‘toplumcu edebiyat’ çizgisini benimseyen gençlerin bir sayı, tek nüsha çıkardıkları dergi bir araya geldikleri kahvenin adını taşıyordu. Dergi de taşıdığı isim gibi küllenmekten kurtulamadı. Tabii burada dergi yazarlarının göz ardı ettikleri bir gerçek yatıyordu.

O gerçek…

Haydar Rıfat’ın George Tourneréden çevirdiği “Sosyalizm” adlı eserin başında yayımcı İbrahim Hilmi Bey tarafından yazılan ve sosyalizmi yorumlayan yazıda bulunuyordu4:

Bir siyasal devrim, bir de toplumsal devrim vardır. Birincisi yetersizdir, ikincisiyle tamamlanmalıdır. Toplumsal devrim sosyalizm ile gerçekleşir. Demokrasi de sosyalizm ile birlikte gelişir. Ilımlı ve aşırı sosyalistlikler vardır: ılımlılar faydalı, aşırılar zararlıdır. Türkiye’de sosyalizmin Batıdakinden farklı olarak uygulanması gerekir. Sosyalizm, derebeylik düzenini büsbütün ortadan kaldırmak yolunda çalışacağı için de yararlıdır. Sonra, sosyalizm yalnızca faydalı değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü, Türkiye’de de kapitalist düzen gelişecektir. Şimdiden köyde ve şehirde sosyal adaletin eksikliği duyulmaktadır. Tarımda çalışanlar, toprak ağalarının ve tefecilerin elinden acı çekmektedir. Şehirde de (ecnebi sermayenin işlettiği) büyük teşebbüsler ameleleri sömürmektedir. Sosyalizmin Türkiye’de bugün bile yapacağı çok şey vardır.”

Doğru söze ne denir!

1930’lu-40’lı yılların en gözde edebiyat çevrelerinden biri olan ve Salah Birsel (“Kahveler Kitabı”) ile Nevzad Sudi’nin (“Küllük Anıları”) birer kitapla anı ve gözlemlerini aktardıkları “Küllük Kahvesi” ise ayrı bir yazıyı gerekli kılıyor.

ORHAN VELİ (SOLDAN ÜÇÜNCÜ) KÜLLÜK'TE

Küllük Kahvesi. Soldan üçüncü kişi Orhan Veli’dir (Gökhan Akçura Arşivi).

Selim Esen

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler