Nesneleşen Sevgi
Günümüzde, doğal geleneği izleyen sevgiden söz etmek neredeyse onu mumla aramak gibi oldu…
Sevme ve sevilmenin muhatapları, birbirlerine karşı el ele, göz göze aylarca, yıllarca süren güven, birlik, umut ve berraklık oluşturma çabalarına rağmen, yine de eski usul romantizmi, saf ve temiz bir ilişkiyi yaratamıyorlar. Çünkü hedeflenen şey sevgiyi çoğaltmaktan ziyade, sevgi nesnesine sahip olmak ve onu tüketmektir. Başka bir ifadeyle sevgiyi hissetmemizi derinleştiren iyileştirici güç, yerini açgözlü, doyumsuz bir nesneleşmeye bıraktı. Çağın tüketici kültürü kusurlu sevgiler üreterek, mutsuzluk, huzursuzluk, genel bir açlık ve yıkıcılık yarattı. Bireyi daha baştan itibaren sahte sevgi gösterilerine zorladı. “Bugünü yaşa ya da An’ı yaşa!.. Keyfine bak, gününü gün et ve haz duy…” gibi piyasa ekonomisine hizmet eden eğilimlerle bireyi yönlendirildi ve “Kullan at!..” tuzağına düşürdü. Bunu da gerek kişisel gelişim kitapları, gerek sosyal medya, reklam, görsel ve yazılı araçlarla hızlandırdı. “Daha çok tüket, daha çok ye ve iç, daha çok seviş, kendini sevdir ve beğendir, pahalı araç ve aksesuarlar kullan…” gibi benzeri duygu ve yönlendirmelerle sevme ve sevilme sanatının koşullarını efendi-köle ilişkisinin sınırlarına hapsetti. Yararlanmayı, oynaşma ve oyalanmayı, para ve güç, cazibe, parlaklık ve alımlılığı, sevginin unsurları olarak hafızalara kazıdı. Böyle olunca da tüketme ve haz isteği doğal olarak sevgiyi çarpıttı, onu anlam ve gerçek işlevinden uzaklaştırdı. Aşk veya karşı cinsle ilişki de, aynı şekilde tüketim özelliğine sahip kılınarak özünden koparıldı… Aşk artık ne bir sanat özelliği taşıyor ne de bülbül ve gülün karşılıklı tutkularında dile gelen şarkılar barındırıyor. Ne utanılıyor ne de suçluluk duyuluyor… Nedensiz sevme-sevilme de görülmüyor artık. Sevmek ve sevilmek için mutlaka bir amaca araç olmak şart koşuluyor. Eğer sevgi herhangi bir ihtiyacımıza yönelik değilse ya da ihtiyaçlarımızı karşılamıyorsa, boş ve yararsız, kuru bir çığlıktan öteye belirgin bir anlam da taşımıyor. Oysa güç, iktidar, konfor ve “An’ı yaşa,” sevgiyi besleyen kaynaklar değildir. Bu tür alış-verişler sevginin sahte görüntüleridir ve sahiciliği temsil etmezler. Bununla birlikte onu ihtiyaçlarımıza eşlik edecek şekilde anlamlandırmak, bir mübadele aracına dönüştürmek de kusurludur ve bu davranış biçimi hayvandan hayvana sunulan sevgiden daha geri, daha çarpık ve kirlidir. Birilerinin hoşuna gitmek, onaylanmak, himaye beklemek kastıyla yürütülen sevme-sevilme çabaları insanı küçültür, daha vahimi kişiyi kendi olmaktan uzaklaştırır… Ötekinin istekleri ve arzuları doğrultusunda kendine yer aramak, insanın uygarlık tarihinde görülen en yanıltıcı, en alçaltıcı davranışlarından biridir. Sevme-sevilme ya da kısaca sevgi, yaşamın en sıcak, en uyumlu yanıdır. Akıldışı çabalar ve egemen unsur tarafından kirletilmediği, önyargı ve saçmalıklarla saptırılmadığı sürece, kavradığı her alanı ısıtır, zihinsel ve ahlaki yeteneklerimizi geliştirir… Ve iki etkenin varlığını her koşulda önemser: Bunlardan biri saflık, dürüstlük; diğeri yıkımın ve piyasanın parçası olmamak… Bu iki koşul onun egemenlik alanıdır, çünkü nesneleşen sevgi, sevgi üretemez… Haydar UzunyaylaSEVGİ ISITIR YETENEKLERİMİZİ GELİŞTİRİR
Gercekedebiyat.com