Son Dakika

sanat-edebiyat-ve-insan-529230.webp


Romalı büyük şair Publius Vergilius Maro (M.Ö. 70-19) iki bin yıl önce, genelde sanat, özelde şiirin işlevini sorguluyor; “sanat neyi değiştirebilir, şiirimle neyi etkileyebildim” gibi sorular soruyor, yanıtını arıyor ve buluyor aslında. Yanıt ona göre pek olumlu değildir ki, başyapıtı Aeneis Destanı’nı yakmayı düşünür. Bu fikrinden caydırmaya gelen Roma İmparatoru Augustus’la konuşmaları 'sanat ve iktidar” bağlamında olağanüstü içeriktedir.

Bilmesek de, ondan önceki yazar ve şairlerin bu konuya kafa yorduklarını tahmin etmek güç değil. Şiir ve edebiyatın, yayılarak, çeşitlenerek, değişerek, genişleyerek geldiği günümüze değin, en azından kendine ve en azından bir kez bu soruyu sormayan sanatçı, yazar, şair var mıdır? Yazma nedenselliği konusunda düşünmek, yazmak, konuşmak, soru yanıtlamak böyle bir soruya yanıt aramaktan başka nedir ki?

Şairin ölümünden iki bine yakın yıl sonra, Avusturyalı yazar Hermann Broch (1886-1951) tarafından kaleme alınan ve Ahmet Cemal (1942-2017) tarafından kırk yıllık emekle Türkçe’ye kazandırılan Vergilius’un Ölümü (İthaki Y. 2012, 473 sayfa) de bunu irdeliyor. Broch, ölüm döşeğindeki Vergilius’un son bir günü boyunca onun gözünden bir “dünya ve zaman manzarası” çiziyor ve onun dilinden bu sorunsala eğiliyor.

Bu yazıda naçizane ben de kısa bir sorgulama-irdeleme yapma amacındayım.

Söz Uçar (Kanguru Y. Nisan-2019) kitabımdan konuya ilişkin iki söz:

“Edebiyat, anlatmaktan önce ve anlatmaktan daha çok, anlamaktır.”

“Kitap okumamanın eksilttiğini de, okumanın kattığını da anlamak için kitap okumak gerekir.”

Arka Bahçe (Kanguru Y. Mayıs-2019) kitabımdan da, “Dize” adlı şiir:

 Bir dize -sevgiden ve barıştan yana-/değiştirebilir mi bir başına dünyayı?
Değiştiremez mi -sevgiden ve barıştan yana- birçok dize birçok insanı?
Ve -sevgiden ve barıştan yana- dizelerin değiştirdikleri, /değiştiremez mi dünyayı, sevgiden ve barıştan yana?

İyi edebiyatın, sanatın, kültürün etkisi fiziksel değil kimyasaldır, demek olası. Bu etki, damıtma gibi, mayalama gibi belirli bir sürede oluşur ve kişinin/toplumun hamuruna karışır; kimyası olur, dönüştürür. Böyle olduğu içindir ki, edebiyat, kültür, sanat kimseye doğrudan bir şey yaptırmaz; dönüştürdüğü “yeni” kişinin/toplumun kendisi, isteyerek ve kendiliğinden yeni davranışlara yönelir. Edebiyat, kültür, sanat, bu “kişilik oluşumu ve dönüşümünü” tek başına değil, birçok etmenle birlikte gerçekleştirir. Bu başarıldığında amaca varılmış, değişim sağlanmış demektir. Bununla birlikte, bireylere ve topluma etkisi oranında sorumluluk da üstlenmiş olur. Çünkü insanının algılama, düşünme, davranma, tutum alma, tepki verme düzeneği karmaşıktır ve temel anlamda bilinç ve bilinç dışından oluşur. Bilinç denetlenebilir ama bilinçdışı kendiliğindenlikle açığa çıkar. Bilinç dışı kötü amaçla kullanıldığında, oluşmasında payı oranında edebiyat, kültür, sanat da sorumlu sayılmaz mı? Başka etmenlerle birlikte algı altyapısı oluşturduğu göz önüne alınırsa, etkisi ve sorumluluğu orantılıdır. Basit bir örnekle, cinlerin, perilerin cirit attığı fantastik masalların, cinlerle halkı korkutan, kandıran, sömüren yobazlara altyapı hazırladığını söylemek aşırı yorum mu olur? Veya sanal gerçekliklere alıştırılmış, inandırılmış, benimsemiş kişilerin, eğitimleri ne olursa olsun, siyasi yalan söylemlere, algı operasyonlarına, daha açık duruma getirildiği öne sürülemez mi?

Denebilir ki, yaşam-edebiyat ilişkisi, altyapı-üstyapı ilişkisi gibidir; yaşam edebiyatı belirler ama edebiyat da yaşamı etkiler. Bu önerme sanat ve kültürü de kapsar. Tümünün de bireyler üzerindeki etkisi bilinç dışı (sübliminal), toplum üzerinde etki ise “ortak görme ve algılama” ortak düşünce ve amaç oluşturma biçiminde kendini gösterir. Aklın yolu bir değildir; bu sözün kapsamı, herhangi bir konuda kişiler ve toplulukların, benzer düşünce ve çözüm konusunda görüş birliği içinde olmalarından ibarettir. Geçerliliği sınırsız ve kalıcı değildir.

Benzetme yanlış olmazsa, yemek ve okumak arasında “beslenmek” bağlamında benzerlik kurulabilir. “Yemek tensel, bilim, sanat, edebiyat, kültür tinsel besinlerdir” demek yanlış olmaz. Sanatsal ve yazınsal kaynakların etkisi, beslenmede yararlanılan yiyeceklerde olduğu gibi, aynı ve eşit değildir. Bu bağlamda, yaşamı sağlıklı sürdürmek için gereksinilen ve farklı yiyeceklerden alınabilen maddeleri eksiksiz sağlamak açısından dengeli (tensel) beslenme ne denli önemliyse, tinsel beslenmenin de tek yönlü değil, çok yönlü ve dengeli yapılması o ölçüde önemlidir. Sağlıklı yaşam için beslenmenin sürekliliği önceliklidir; dengeli olması ise, sağlıklı yaşama dönük ikincil bir özelliktir.

İki beslenme arasındaki ayrılıklar burada başlar. Yaşamı sürdürmenin olmazsa olmazı değilse de, süreklilik ve dengelilik tinsel beslenmede de gereklidir. Bu, yaşam kalitesini yükseltme ve korumaya ilişkindir. Bilindiği gibi, oburluk hoş değildir, zararlıdır da; fazla ve karışık yemek besin zehirlenmesine neden olabilir, şişmanlığa ve göbeklenmeye de! Oysa “fazla mal göz çıkarmaz” sözüne benzetirsek “fazla okuma ve fazla bilgi, yorsa da, akıl ve ruh sağlığını bozmaz.” Oburluğu da yararlıdır çoğunlukla; kişiyi varsıllaştırır; kalınlaştırmaz, tersine yontar, inceltir; zayıflatmaz, güçlendirir; kişilik ve bilgelik olarak…

Bu bağlamda, “bir kitap okudum ve hayatım değişti” demek, ancak o kitaba övgü olabilir; kimsenin yaşamı okuduğu “bir” kitapla değişmez. Ancak, okuduğu birçok kitap içinde bazıları, değişip dönüşmesinde daha büyük pay sahibi olabilir.

İkinci temel ayrıksılıklardan bir de okunanların türü, niteliği ve etki biçimine ilişkindir. Göreceli ve öznel değerlendirme, taban tabana zıtlık ölçüsüne değin farklılıklar taşıyabilir. Ara renkleri bir yana atarsak, bu konuda çok sayıda zıtlık, çok sayıda siyah-beyaz çatışması görülmektedir. Çağdaş okumayı “zehirli” diye niteleyen, aydınlanmayı din düşmanlığı sayan, yakın zamanda bu anlayıştaki bir “profesör”ün “okudukça iman azalır, dinden uzaklaşılır” deyişine katılan bir kesim vardır. Bu suçlamanın yöneltildiği kesim de, arkaik, skolastik düşünce, dinler ve türevi hurafe ve safsatalarla beslenenlerin “beyin zehirlenmesi”ne uğradıklarını, giderek çağdan kopup karanlığa gömüldüklerini savunur ve buna inanır. “Bunca cahillik ancak eğitimle mümkündür” deyişi bunu imler ama iki tarafın da bu deyişi benimseyip karşıtı için kullanması ilginçtir. Benzer karşıtlık ve çatışmalar, sağ ile sol (ideolojiler) arasında, çıkar ayrışması olan ulus ve halkların (şoven) milliyetçileri arasında ve daha alt düzeyde, karşı karşıya gelen topluluklar arasında da görülür. Her şeye karşın bu çatışmaları, özellikle aynı toplum içinde, yanı sıra tüm uluslar ve insanlar arasında en aza indirmenin yolu, okuma ve tartışmanın yeterince olması, insanların ortalama düzeyinin yükselmesi ve bunun için, hiçbir düşüncenin zararlı sayılmaması, yasaklanmaması, özgürlüklerin hiçbir bahaneyle kısıtlanmamasından geçer.     

Kültür, sanat, edebiyat baskı altına alındığında, susturulduğunda ve/ya yozlaştırılıp niteliksizleştirildiğinde, toplumda ve yaşamda değişim sürer; ancak bu değişim çürüme biçiminde olur ve o toplumun geri kalmasına, bireylerinin yaşam kalitesinin düşmesine ve ileri toplumlara boyun eğmesine yol açar. Uzun sürmesi durumunda, çürümenin dağılmaya ve yok olmaya doğru ilerlemesi kaçınılmazdır. Mehmet Emin Yurdakul’un (kimse şairin milliyetçi özelliğine bakarak burun kıvırmasın, konuyu saptırmasın) konuya ilişkin mısraları açıklayıcıdır:

Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösteriri,
Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!..

Şiirde sözü edilen “sert bakışlı göz” ve “ağır yumruk” ile sözü edilmeyen baskı, zulüm, aşağılama, dışarıdan “taş gibi” de, içeriden “dost gülü” gibi de değerlendirilebilir.

Konuya ilişkin söz bitmez.

Bu yazıda son söz olarak edebiyatın, bireyleri ve toplumları kısa zamanda etkilemesi, biçimlendirmesi, yönlendirmesi; bu bağlamda bireysel ve toplumsal sorunlara hızlı etkili bir ilaç olması beklenemez.

Yavaş ama sürekli etkisiyle, başka etmenlerle birlikte değişim ve dönüşüme katkısı, bazı durumlarda birey ve toplumun süreç içinde yeniden yaratılmasına etkisi ise yadsınamaz.

Yazıyı Söz Uçar kitabımdan bir sözle sonlandırıyorum: “Bir kitap okuduğunuzda değiştiğinizi sanabilirsiniz ancak; çok kitap okuduğunuzda ise değiştiğinizi herkes anlar.”    

Ali Günay
Gerçek Edebiyat   

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler