Sahibini arayan yağmur / Erdem Buyrukçu
Bu bir yıllar öncesinin Ankara öyküsüdür.
Metin uyandığında saat ondu. Heyecanlandı; daha önce yapması gereken bir işi zihnin başka bir şeyi önemseyerek unutuluşa sürüklemesinden üzülenler gibi telaşla fırladı yataktan. Banyoya girdi, elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı, dişlerini fırçaladı, salona geçti, iki saat önce daireye giden üvey annesiyle babasının uzun masada ettikleri kahvaltıdan kalanları yemeye koyuldu, soğuyan demliği ısıttı, üç bardak çay içti. Annesi pazara alışveriş yapmaya gitmişti. Dün gece başlayan ve sabaha dek aralıksız yağan yağmur dinmiş güneş açmıştı. Balkon kapısını iter itmez mis gibi ıslak toprak kokusu doldu içeriye, bu kokuyu birkaç kez istekle ciğerlerine çekti, hoşlandı, gözlerini yumdu...Böyle bir kış başlangıcında tanıştığı Şerife’den gene böyle bir günde ayrılmıştı. Hüzünlendi, bir sigara yaktı, teypten bir süre İlhan İrem’i dinledi, duyguları sulandı. Teybi kapattı, küçük kitaplığın tahtasına toplu iğneyle iliştirilmiş kağıdı okudu.”Metin dersine çalış, dalga geçme! Akşam soru soracağım, bilemezsen yandın. Bir yere gidersen kapılara, pencerelere, ocağa bakmadan gitme. Baban.”Umursamazcasına –hıh-ladı, kağıdı buruşturdu. Aslında haklıydı. Lise sonda iki yıllıktı. Okul mutlaka bitmeliydi. Bitmeliydi ama nasıl? Babası ile annesi dört yıl önce ayrılmış, babası Ankara’da yeni eşiyle birlikte yaşamaya başlamıştı. Arada bir İstanbul’a geliyor bir süre kaldıktan sonra tekrar kendilerine haber vermeden Ankara’ya kaçıyordu. Bir gün eve geldiğinde -hadi Ankara’ya taşınıyoruz -demiş ve Metin’in bütün karşı koymalarına tepkilerine karşın annesini kandırarak kapıya Kırmızı renkli bir Bedford kamyon dayamış, eşyaları topladıktan sonra Metin’i doğup büyüdüğü topraklardan, arkadaşlarından, evinden, Canan’dan ve diğer sevgililerinden, rengarenk çiçeklerle dolu, yağmur yağınca mis gibi toprak kokusunu duyduğu bahçesinden, dut, erik, incir, nar, ayva, şeftali ağaçlarından, Her yıl Mürdüm eriği ile annesinin diktiği Zeki Müren çiçeği arasında ağ ören sarı kırmızı iri örümceğinden, bahçelerini ziyaret eden kaplumbağalardan, kirpilerden zorla kopartarak kendilerini Ankara’ya getirmişti. Babalık hakkını kullandığını söylemişti. Rica veya istek değil bir emirdi. Bir süredir annesi, üvey annesi ile hep beraber bir evde yaşıyorlardı. Annesi utanç içinde apartmandan hiç kimse ile tanışamıyor kendisine yapılan komşu davetlerine gidemiyordu. Evde yemek yapıp, etrafı temizliyor ve pencereden uzaklara bakıyor, geçmişine sıkışmış ufak mutlulukları anımsıyordu durmadan. Mutsuz olduğu her halinden belliydi. Ona olan sevgisini kullanan kocası tarafından hizmetçi gibi kullanılmasını bir türlü kabul edemiyor-Ah kafam kırılsaydı da Ankara’ya gelmeseydim-diyerek dövünüp kendine kızıyordu. Buraya geldiklerinden bu yana yüzünün güldüğünü hiç görmemişti. Metin istemediği, karşı koyduğu bu durumu kabul edemiyor ve her gün Ankara’da yaşamak istemediğini belirtip annesine yalvarıyordu ama kendisini dinleyen kimse yoktu. Bu şekilde devam ederse bir gün buradan da kaçardı. Babasız büyümesi onu özgürlüğüne düşkün biri yapmıştı.Yıllardır yaşamı ile ilgili tüm kararları kendisi veriyordu. Utanıyordu burada hep beraber yaşamaya. Babasının annesini kuma gibi kullanmasından nefret ediyordu. Ailesi ile ilgili kendine yöneltilen sorulara bu nedenle yanıt veremiyor, ağız kalabalığı yaparak geçiştirmeye çalışıyordu. Annesi de babası da kendi çıkarları uğruna Metin’i görmezlikten gelmeye, şamaroğlanı gibi kullanmaya alışmışlardı. Babası kendisine okulunu bitirmesi, diplomasını alması için baskı yapıyordu durmadan. Başkasına akıl vermeyi çok seviyordu babası ama söz konusu kendisi oldu mu ayni hassasiyeti gösteremiyor, göstermiyordu! Ayrıca yeni çevresinin koşullarına uymak, arkadaş edinmek, yabancılık duygusunu yenmek için verdiği savaşım vardı. Bir de üç aydan beri dostlukla sevgililik arasındaki incecik köprüde uzun uzun bakışmalarla, anlamlı konuşmalarla, yakınlıklarını derinleştirdiğini belirten davranışlarla gezindikleri, kendisine İstanbul'daki Canan’la geçirdikleri gecelerin gizemli güzelliğini kendisine unutturmaya başlayan Semra’nın varlığı, düşüncelerinin belli bir noktada yoğunlaşmasını engelliyordu. Semra Ankara’da yaşama devam etme konusunda son şanstı Metin için. Saat on birde buluşmak üzere sözleşmişlerdi dün gece. Bir yerlere gideceklerdi, eğleneceklerdi, onu hep yanıbaşında hissedecek, sesini işitecekti. Bu ilişki böylesine dipdiriyken, böylesine umutlarla yüklüyken kitapların kupkuru dünyasına nasıl girebilirdi? Bir sigara daha yaktı. Bu dostluğun canını sıktığını, sevişmeleri gerektiğini, daha fazla bekleyemeyeceğini söyleyecekti.-Hayır-derse hemen uzaklaşacak, -Evet- derse önemlinin önemlisi bir sorunu çözümlemenin rahatlığıyla derslerine eğilecekti. Tıraş olurken Semra’yı hayalledi. Üzüm karası iri gözleri pırıl pırıldı her vakit ve anlamını kavrayamadığı büyülü bakışlarıyla karşısındakini sersemletiyordu. Metin bu gözleri kardan adama takılan kömürden gözlere benzetiyordu. Dişleri düzgün değildi ama biçimli ağzı, etli dudakları o küçücük kusuru örtüyordu. Yüzü yuvarlak, pürüzsüz, pembe beyazdı, kısa kestirdiği kızıl saçları güzelliğine bir güzellik daha katıyordu. Sürekli gülümseyişi ve yumuşak bir sesle konuşması onun en önemli özelliklerindendi. Evli bir adama aşık olan ablası Selma ve annesi Nuriye hanımla kendi dairelerinde oturuyorlardı. Babası dört yıl önce bir trafik kazasında ölmüştü. Annesi, ablası çalıştığından, babasının görev başında ölmesiyle ilgili dolgun bir maaş bağlandığından ötürü ortanın üstünde bir yaşayışları vardı. ”Seni istiyorum Semra.” zil çalındı. Ata’yla İlker duruyordu karşısında. Ata yapmacık bir ciddilikle -Lütfen giyinin, karakola kadar gideceğiz!” dedi, arkadan da ciddiyetini bozdu bir kahkahayla.”Naber canım ciğerim?” “İyilik be Ata, tıraş oldum da...” “Selmalardan geliyoruz. Hazırsan...” Heyecanlandı Metin, “Beş dakika bekleyin, giyiniyorum” dedi. Kırmızı siyah kazağını geçirdi sırtına, açık mavi kot pantolonunu canavar tokalı bir kemerle bağladı, bej ceketinin ceplerine paraları (dört yüz lira) iki paket sigarayı, çakmağı(Zippo) kağıt mendilleri tıkıştırdı; aygazı, kapıları, pencereleri yokladı, perdeleri çekti. ”Prensesler ülkesine bir iki...” diyen Ata’nın koluna girdi. Ata amcasından akşam dinlediği inanılmaz serüvenleri, sesini yükseltip kalınlaştırarak araya başka konulardan renkli parçalar, güldürmesi bol fıkralardan espriler sıkıştırarak anlatıyordu. Metin gibi on dokuz yaşındaydı ama daha genç görünüşlüydü; uzun boylu zayıftı, mavi gözleri sürekli içki içenlerin, sürekli uykusuz kalanların gözleri gibi kanlıydı. “Benim yanardağlarım” dediği sivilceler onca ilaç kullanmasına karşın yüzünden kaybolmuyordu. Neşeliydi, konuşkandı, tatlı dilliydi, dürüsttü… “İlker hiç sesin çıkmıyor” dedi Metin. On altı yaşındaki İlker, “Nasıl çıksın Metin abi şu kızlarla başım belada... Bir saniye rahat ettirmiyorlar”dedi. Metin, Ata’ya göz kırptı. “Şimdi kaç tanesiyle konuşuyorsun?” Başını salladı doğru bir sayıya yakın bir sayıyı aradığını belirtircesine”Var bir onbeş!..” “Onbeş kızın var da niye Ata’yla bana birer tane yollamıyorsun?” “Benden bıkmadılar ki daha bıksınlar hemen...” dedi, yukarlara baktı. “İşte böylee, aç tavuk kendini aç bir masada görürmüş!” dedi Ata “Kimseyi inandırmak zorunda değilim.” dedi İlker, şişindi. Ata, Metin’in kulağına fısıldadı, “Nuriye Hanım emekli bir albayla evleniyormuş galiba.” “Deme! Ne zaman?” “Yakında. Albay oğluna da Selma’yı almak istiyormuş.” “Selma evlenmez, o adamı seviyor...Semra’ya bir şey yok ya,”dedi Metin biraz tedirginleşti. “Yok o boşta..” “Birisinin yanında fısıltıyla konuşmak ayıptır diyor peder.” dedi İlker. “Senin gibi bacaksızların bilmemesi gereken ayıp şeyler konuşuyoruz” dedi Ata, kendi topluluklarının damgasını taşıyan ıslığı öttürdü. Selma el salladı üçüncü katın balkonundan ve az sonra aşağıya indi. Mantosu, yün giysisi, çizmeleri siyahtı. Siyah düz saçları omuzlarına dökülmüştü, narin boynunu inci bir gerdanlık süslüyordu. Ablasından iki parmak kısa olan Semra, yeşil çizme, yeşil kot bir pantolon, çiçekli bir bluz giymişti, yeşil montunu omuzlarına atmış, yüzünü şarkıcılar gibi boyamıştı. El sıkıştılar.”Bakıyorum da bizim takım tamam”dedi Semra çekingen bir delikanlıyı tanıştırdı. Adı Mustafa’ydı. Hukuk üçteydi, halalarının oğluydu. Bu hesapta olmayan yabancı Metin’le Ata’yı öfkelendirdi. Metin kıskançlık, korku karışımı duygularla kardeşlerin arasına girdi. Ata’ya da Selma’nın soluna geçmesini işaret etti. Mustafa ile İlker önden yürüyorlardı. Metin, Semra’ya dikmişti gözlerini, hiçbir davranışını, sözünü kaçırmıyor, çıkarlarına uyanı değerlendiriyor, uymayanla ilgilenmiyordu. Bu güzellik başını döndürmüştü, sadece döndürmek de değildi, yüreğinden bir şeylerin ona doğru aktığını, Semra’ya sırılsıklam aşık olduğunu hissediyordu. Semra’nın baktığı bir anda yalnız ikisini işitebileceği titrek, için için yanan bir sesle ”Şahanesin” dedi. “Ha,ha,ha...” dedi Semra “Çok şakacısın.” “Ne oluyor?” dedi Selma yavaşça. “Metin -baloya gider gibi giyinmişsiniz- diyor da.” “Sahi nereye gidiyoruz?” dedi Selma Bilet bulabilirlerse, ‘İrlandalı Kız’ filmine gitmek istiyorlardı. Film I. Dünya Savaşı sırasında İrlanda'nın Dingle yarımadasında ıssız bir köyünde yaşanan bir aşk hikayesini anlatıyordu. İstanbul’da kapalı gişe oynuyordu. Pup fena sayılmazdı,temiz bir yerdi. Gökdelendeki Set Kafeterya da iyiydi. Kızılay’da karar verirlerdi. Beşinci durağa vardıklarında İlker,”Bana izin sizlerle beraber olmak isterdim ama bir kıza sözüm var.” dedi ayrıldı. Arkasından baktılar bir süre, ”Gene numarasını yaptı hergele” dedi Ata. “Kızı mızı yok, yalan söylüyor” dedi Semra “Onun sorunu, bizi mandallamaz” dedi Ata. -Mandallamaz-sözüne gülen Selma’nın gözlerine bütün yüreğiyle bakan Ata, doğruyu açıklamak gereğini duydu.”Annesi hasta da...” “Yazık! İyi bir çocuk!” dedi Selma; Ata’nın da bir övgü beklediğini anladı”Sen ondan daha iyisin!” “İşittiniz dimi işittiniz dimi, Selma bana ilanı aşk ediyor” dedi Ata çoşkuyla, hemen eğildi, sağ elini tuttu Selma’nın öptü. “Deli şey” dedi Selma, saçlarını dağıttı Ata’nın, kahkahayla güldü. Ata’dan dört yaş büyüktü... yaş farkını görmeyebilirdi insan sevdalanınca birisine ama Nazım Bey’i seviyordu, tutkundu ona. İki yıldır karı-koca gibi yaşıyorlardı, yarın da Kızılcahamam’a gidecekler, bir hafta kalacaklardı. Böyle bir takıntısı bulunmasaydı Ata’nın ömrünce unutamayacağı bir serüvene atılabilirdi. Koluna girdi. Ata göğsünü kabarttı. Semra’da Metin’in koluna girdi,”Somurtma artık.” Metin fısıldadı, “Seninle konuşmak istiyorum.” İşaret parmağını ağzına götürdü Semra,”Sus”dedi Kavaklıdere otobüsüne bindiler. Oturacak yer vardı ama demirden sarkan kayışlara asılmayı, ayakta durmayı yeğlediler. Ata ile Mustafa Selma’yı ortalarına almışlardı. Metin’le Semra yan yanaydı. Bu durum gene fısıltıyla ama sürekli konuşmalarını sağlıyordu. Ata öğretmenlerden, kopya çekmekten, amcasından söz ediyordu. “Dün gece seni rüyamda gördüm”dedi Metin Anlamlı anlamlı güldü Semra,”Sevişiyorduk değil mi?” “Evet ama nerden biliyorsun?”dedi Metin şaşkınlıkla.”Yoksa sende mi...” “Rüyanda değil miydim? Hem insan yaptığını bilmez mi? “Alay etme Semra ben seni...” “Hayır, burda söyleme” dedi Semra gözlerine dikti gözlerini, parmaklarını sıktı Metin’in. Sıhhiye’de indiler. Semra Metin’in koluna girdi. ”Bundan sonra kolundan hiç çıkmayacam.” “Çıkmanı isteyen kim?” dedi Metin. Ata’yla Mustafa’nın koluna giren Selma, ”Cep sinemasına bakalım mı” dedi. Mustafa’ya, Ata’ya değil de kafilenin başkanıymış gibi kendisine danışması Metin’in hoşuna gitti, onurlandı. Karamürsel’in ordan yürüdüler. Afişlerde kanlı bıçaklı adamlar, yumruklar, tabancalar, çıplak kadınlar vardı. Basit bir seks filmiydi. Bu filmi Semra’yla yan yana seyretmek ve filmden aktarılan öykü ile anlamları ayni anda algılamak şimdilik belli bir düzeyi tutturan ilişkilerini olumlu yönden etkilerdi, hatta sevişmelerini çabuklaştırırdı...belki de sinemada başlarlardı öpüşmeye ama arkadaşlarının gönülsüz davrandıklarını sezince”İş yok kötü bir film, paramıza yazık” dedi. “Ben de beğenmedim”dedi Selma Güven parkının içinden geçip caddeye çıktılar. Aradığı Samsun sigarasını hiçbir satıcıda bulamayan Ata, homurdanıyordu,” Ben Samsunsuz duramam o bensiz duramaz” Metin, dört beş sigara vermeye hazırlanıyordu ki Mustafa ondan önce davrandı, bir tane de kendisine uzattı, tanıştıklarından bu yana bir tek söz söyleme isteği duymadığı Mustafa’ya,”Sokakta içmiyorum”dedi Pup’un önünde durdular.”Girelim mi ne dersiniz?”dedi Metin “Sen bilirsin”dedi Semra tam bir boyun eğişle. “Bir bakalım” dedi Ata ”Bakmakla göz şaşı olmaz” Güldüler. Merdivenlerden inerken yumuşak bir müzik okşadı kulaklarını ama salon çok kalabalıktı, ayrıca sigara dumanı öyle yoğundu ki Semra ile Ata öksürmeye başladılar. “Aman, kaçalım buradan boğulacağız” dedi Selma, hızla döndü, koşa koşa çıktı basamakları...”Seninle yalnız kalmak istiyorum”dedi Metin, Semra’yı öpmeye yeltendi. Semra başını geriye attı”Acele etme!”dedi gülümsedi. Cadde araçların çıkardığı seslerle uğulduyordu. “Eee, şimdi napıyoruz bakalım argadeşler!” dedi Ata. “Kızılırmak’ta (Çılgın Fahişe) oynuyor, bilet bulursak girelim” dedi Selma. “Hayır,”dedi Semra,”O filmi seyrederken kendimi iki saat fahişe gibi hissetmek istemiyorum.” “Güzeel, tatlı, şerbetli, cevizli bi laf bu “dedi Ata.”Biz seyredelim sen pastanede mamanı ye.” “Tama siz seyredin ben Semra ile sizi beklerim” dedi Metin. Hemen kafasında nasıl davranacığını, neler söyleyeceğini kurgulamaya, taslaklar üretmeye başladı. Ona dönük ve yakın oturmalı, gürültüyü bahane ederek konuşurken kulağının yanına yaklaşmalı, tenini değdirmeliydi her yaklaşımında ve Semra onun sıcak nefesini hissetmeliydi. Sonra her şey kendiliğinden olurdu zaten. Ama Selma içi umutlu hayallerle dolu balonu patlatıverdi. “Olmaz anca beraber kanca beraber.”dedi Selma. Köşedeki pastaneye girdiler, az önce kalkıldığı küllükte tüten bir sigaradan, buruşturulmuş sigara, çikolata kağıtlarından, tamamı içilmeden bırakılmış koka-kolalardan, susamları saçılmış simit parçalarından anlaşılan masaya onlardan önce birileri koşar da kapar korkusuyla birden koştular. Otobüsteki gibi Selma, Mustafa ile Ata’nın arasındaydı. Metin, Ata’nın, Semra Can’ın sağındaydı. Metin, Semra’yı onlardan iyice uzaklaştırmıştı. Memnundu. Dilediği gibi konuşabilirlerdi. Yaşlı garson ne içeceklerini sordu. “Ben sütlü kakao” dedi Metin,masanın altından bacağını bacağına yaklaştıran Semra, “Bana da” dedi. “Kahve, şekerli olsun” dedi Selma. “Ben bir portakal suyu istiyorum” dedi Ata. Mustafa şeftali suyunda karar kıldı. Birer sigara yaktılar. Semra, bir hippi tavrı takınarak yasemin ağızlığına taktığı sigaradan tüttürmeye başladı. Ve Metin’in gözlerine saplanan bakışları titretti. Semra’yı damarlarından ceryan geçmişcesine sarsıldı. ”Bu çocuğu seviyorum ben.” Masalar sevgililerle, arkadaş topluluklarıyla doluydu.(Kimler geldi kimler geçti) şarkısı çalınıyordu. İstanbul’daki evini, sokağını, arkadaşlarını, çocukluktan delikanlılığa atladığı on beş yaşının fırtınalı dönemini anımsadı Metin... ama bu anıları canlandırmakla Semra’yı aldatmış gibi bir duyguya kapıldı, silkindi. Santana’nın (Black Magic Women) şarkısı haraketlendirdi hepsini. Semra oturduğu yerde dans ediyormuş gibi kıvırdı vücudunu, ”Seninle günlerce dans edebilirim.” dedi Metin, -Atları da Vururlar- kitabını anımsadı. 1930"ların ekonomik bunalımla boğuşan Amerikası"nda Gloria ve Robert yaşanan bunalım döneminin tükettiği, hayattan umutlarını kesmiş, çaresiz iki insandır. Bir gün ünlü bir aktris olmanın hayalini kuran Gloria ile Hollywood"ta yaşayan ve yönetmen olma çabaları başarısızlıkla sonuçlanan Robert"ın yolları kesişir. İkisi de umutsuz durumda olan bu iki genç, dans maratonuna katılmaya karar verirler. Çiftlerin kazanmak için durmaksızın dans etmesi gerektiği bu insanlık dışı yarışmada, Gloria ve Robert ne olursa olsun ümitsizlikle dolu hayatlarında son bir umut olarak sarıldıkları bu yarışmadan vazgeçmeyecekler ve yarışmanın bütün acımasızlığına rağmen ayakta kalmaya çalışacaklardır. Umutları biten çiftler dansa dayanmaya çalışır, ama tüm gücünü harcayanı ölüm karşılar. Ölen yaşlı çiftleri çöpe atarlar. (Sakatlanan yarış atlarını vururlar). Bu dansın sonu yok. Acaba bu aşkın sonu olabilecek miydi?”Atları da vururlar kitabını okudun mu? Semra Metin’e baktı gülümsedi” “Okumadım. Nasıl güzel mi?” “Ben çok beğendim. Tavsiye ederim. Bir dans maratonunu anlatıyor...”dedi Metin. Aklına Ecevit’in yaptığı açıklama geldi, cebinden çıkardığı Samsun paketinden bir tane alıp masaya bıraktı. Sigarasını yaktıktan sonra çakmağını da masanın üzerine koydu.”Ecevit’in açıklamasına ne diyorsunuz? Biliyorsunuz değil mi?” “Evet” dedi Selma,” “Şimdi böyle güzel bir gecede siyaset mi konuşucaz? ”dedi Ata, isteksizliğini belirtmek istercesine ufak bir çocuk gibi darılmışcasına arkasını döndü. “Neden konuşmayalım, bize de sansür koyacak halleri yoktur herhalde...”dedi Selma, Metin’e baktı. ”Toplumumuzda derin yaralar açan ve ülkemizi karanlık bulutlar altında, yasaklara uyarak yaşatmaya çalışan bir düzeni konuşmak, eleştirmek bizim de hakkımız.” “Haklısın Selma,” dedi Metin.”İki yıl önce yaklaşık elli tane asker ağır silahlarla evimizi kuşatmış ve babamı götürmüşlerdi. Polislerden birisi de beni Che Guevera sanıp götürmek istemişti...” “Cahiller...” dedi Selma.”Hiç benzemiyorsun.” Metin’in kendisine -Selma- diye hitap etmesi hoşuna gitmiş bir an için sevdiği adamı anımsamıştı. O da Metin gibi çağırıyordu kendisini. “Heyecanlıymış”dedi Ata,bir sigara yakıp Selma’ya verdi. Bir tane de kendisine yaktı.”Anlat bakalım heyecanlı olmaya başladı” dedikten sonra derin derin nefes almaya başladı sevişir gibi. “Korkmadın mı?” dedi Semra,”Ne bileyim bizim eve böyle bir baskın yapsalar çok korkardım sanırım...” “Neden korkayım?” “Arkadaşta cahil cesaret olmalı..” dedi Mustafa, gülerek Metin’e baktı -atma din kardeşiyiz- der gibi. Metin duymamazlıktan geldi devam etti anlatmaya”Mayıs ayının son günlerini yaşadığımız bir gündü. Tabiat havaların ısınmasıyla birlikte uyanmaya, canlanmaya, yeşillenmeye başlamıştı. O gün benim için çok güzel bir gündü ama babam için olmadı. Cağaloğlu’nda babama tutuklanacaklar listesinde kendisinin de adının olduğu, İstanbul’da yapılacak büyük bir operasyonda tutuklanacağı haberi verilmişti güvenilir bir kaynaktan. Babam o günü çok heyecanlı ve tedirgin bir halde askerleri bekleyerek geçirdi. Operasyonun yapıldığı gece yarısı kapı kırılırcasına çalınınca baskın olduğunu anlamıştık. Kapıyı açtıklarında askerler ve polisler evin içine dolmuşlar evi aramaya başlamışlardı. Dışarda ellerindeki makineli tüfekler kendilerine doğru çevrilmiş 40 kadar asker vardı. Kitaplıkta polis tarafından yapılan aramada biri Çetin Altan’ın olmak üzere toplam dört kitap bulunca. -Tamam- demişti teğmen ve elinde kırmızı kalemle yazılmış ad ve adres listesinden babasının adını silmiş, kendisinden hazırlanmasını, kendileriyle geleceğini söylemişti...Arama sırasında yerimden kalkmamam için başımda bekleyen Polis ise bir bana bir de duvarda asılı Che’nin resmine bakıp ”Duvardaki sen misin” diye sorunca -benim-dedim. Polis, bana bakıp -resimde teröristlere benziyorsun-dedi. Bir diğeri de –şüphelendiysen götürelim- diye yanıtladı kendisini. Teğmen olduğunu sandığım, aydınlık yüzlü komutan ise polislere fırça atıp, babasını da alarak nasıl geldilerse öyle gittiler ama duvarda asılı Che’nin resmini tanımadılar... “Teğmen haklı, çoluk çocukları neden alsınlar ki?” dedi Mustafa, karşısındakini kışkırtan, kavgaya zorlayan bir sesle. Selma, Mustafa’ya baktı ters ters,”Kaşınma” dedi. Metin, Ata’nın kulağına eğildi, ”Ben bu lavuğu bu akşam döverim” dedi sinirli bir sesle. “Takma kafanı, boşver” dedi Ata, “Biz işimize bakalım...” “Ecevit’te kalmıştık”dedi Semra Metin anlattığı olayın ilgi görmemesine bozuldu ama belli etmek istemedi. Anlatı’nın içine biraz cinsellik karıştırsaydı keşke. Bir sigara yaktı. Kimlerle beraberim ben? diye sordu kendine. Selma,”Bugün Ankara Sıkıyönetim komutanlığının haberlere sansür koyduğuna dikkat çeken Ecevit,”Biz devrimci bir partiyiz ama demokrasinin evrim yoluyla kökleşeceğine inanırız. Bu evrimi aksatacak ameliyatlar ve müdaheleler artık demokrasiden başka bir rejimde yaşamayı kabul etmesi söz konusu olmayan Türk toplumun da rahatsızlıklara yol açar. Demokrasiye ve demokratik örgütlere getirilecek kısıtlamalar huzursuzluğu ve bunalımı arttırmaktan başka bir iş yapmaz demiş.” dedi Selma. ”Ben Ecevit’i seviyorum...” “Haklı”dedi Metin,”Türkiye’den solu temizleme harekatı… Onlar yasaklarla yeni bir düzen, yeni bir Türkiye kuracaklarına inanıyorlar ama yanılıyorlar. Deniz’leri idam ettiler de noldu...?” “Sen solcu musun?” dedi Semra. Metin’in elini tuttu masanın altından, uysalca okşadı. “Yok ben Hippiyim-dim-” dedi Metin güldü. Metin’in –ben Hippi-yim diye tanıtması hoşuna gitti. Selma’nın ve her an her saniye kendisini şaşırtan karşısındaki delikanlıya ilgisi biraz daha çoğaldı. Kendisi de bir zamanlar Hippi yaşam tarzını ve giyimini benimsemişti. Rengarenk etekler, bluzler giyip yine gökkuşağı renginde şapkalar takmasını seviyordu. Hippilik yaşam tarzı aslında bugünkü mutlak retçiliğin temellerini atan bir oluşumdu. Dünyanın üzerindeki tüm bitki, hayvan ve insanlara ait olduğunu kabul eden apolitik bir görüştü. Kendilerine asla sınır koymayan, var olan tüm yetkilileri reddeden, komün hayatını savunan özgürlükçü bir hareketti. 1960'lı yıllarda dönemin komünist ve faşist yapılanmalarına karşı çıkan, özgürlüğün bireyin kendi içinde olduğunu savunan ancak uygulamaları ile anarşist düşünce tarzından ayrılan, düşünce biçiminin gerçek yaşama dönüştüğü bir yaşam tarzıydı. O dönemin hippilerinin sonradan sosyalist düşünceyi savunmaya başladıkları da bir gerçekti. Faşizan düşüncelere sahip bir hippi’yi anımsamıyordu. Metin kendisini şaşırtmaya devam ediyordu. Semra bu çocuğu kaçırmamalıydı, ”Hangi müzikleri dinliyorsun?” “Son günlerde -Dünya Dönüyor- favorim. Dinlemeye doyamıyorum. İlhan İrem, Erkin Koray, Pink Floyd, Deep Purple, The Beatles, Eagles, Bob Dylen ve Moody Blues dinliyorum severek...özellikle de Melancholy Mann’ı ”dedi Metin Selma’ya baktı. O sırada Nilüfer’den Dünya Dönüyor parçası çalmaya başladı. “Oo ortak yönlerimiz çoğalmaya başladı desene. Seninle iyi anlaşıcaz bu gidişle.” dedi Selma. Anlamlı anlamlı Semra’ya baktı. “İstanbulda yaşarken son zamanlarda Sultanahmet’e takılırdım İngilizcemi ilerletmek için ”dedi Metin, eski günlerini anımsamak istercesine buğulanmış pencereden dışarıya baktı. Kafe’nin Camekanı binlerce yağmur damlasının istilasına uğramış cadde görünmüyordu ”Ayağımdaki kot pantolonu da oradan almıştım beş liraya...” “Markalı mı?”dedi Selma “Levis...”dedi Metin gururla.” Sultanahmet, İstanbul’a gelen Hippilerin ve yolsuz turistlerin haberleşme merkezidir...” masadakileri süzdü “Siz İstanbul’u bilmediğiniz için...” “İstanbul güzel mi” dedi Semra, “Senin kadar değil...”dedi Metin, Semra’nın gözlerine baktı -seni seviyorum anla artık- der gibi.”...ama çok güzel bir kent. Uygarlıklar kenti. Yirmidört saat yaşayan ve eskimiyen, esrarengiz, tehlikeli, fakir, zengin çok yönlü bir sanat kenti.Ortaköy, Üsküdar,Eminönü,Karaköy, Taksim, Beyoğlu...anlatılmaz,yaşanır..Uyuşturucu gibi eğer alışırsan bir daha ayrılamazsın”masanın altından elini uzatarak Semra’nın elini tuttu. İçecekleri önlerine konduğunda konuşmuyorlardı. Kakao fincanını Semra’nın fincanına dokundurdu Metin,”Çin çin.”dedi.”Çin çin”dedi Semra,”Kalbim de çin çin ediyor.” Semra’nın ağızlığına taktığı yeni sigarasını çakmağıyla yakan Metin , ”Sevindim”dedi. Sarışın, güler yüzlü, sakalları çıkmamış bir çocuk yaklaştı, kibarca selamladı, ”İyi günler,”dedi. İlkin Selma’nın sonra da Semra’nın ellerini sıktı. Semra,”Tanıtayım; Melih, yavuklum”dedi. Metin’in tepesi attı bir an, içinde birşeylerin kopup, kırıldığını, binlerce parçaya ayrıldığını hissetti. Gönül verdiği kız başkasına mı bağlıydı? Ama öyle olsa açıkça söylermiydi? Ata çok yaşlı bir adam gibi, olmayan sakalını sıvazlayarak konuştu,”Allah Allah Allah Allah kıyamet alametleri...dur bakalım daha...” “Sululaşma Ata küserim”dedi Semra. Ortaokulda bir piyeste oynamışlardı. Semra, Melih’in yavuklusu rolundeydi, o gün bugün nerde karşılaşsalar birbirlerine “Yavuklum” diyorlardı. Metin’in ayağına bastı. ”Asma suratını kıskanç!” Metin, sırtından bir ton ağırlık kalkmışcasına rahatladı. Melih aileleriyle ilgili bazı sorular sordu, sorulunlara karşılık verdi. ”Hoşçakalın, gene görüşürüz”dedi, gitti. -O biraz zor-diye mırıldandı Metin. Güldü. Kahveye girdiklerinde çiseleyen yağmur birden hızlandı, çizgiler kalınlaştı, damlalar irileşti. Yürüyenlerin çoğu ilkin adımlarını sıklaştırdılar, sonra da koşmaya başladılar; Şemsiyeliler koşanlarla alay ediyormuşcasına gülüyorlardı. Yağmur damlalarıyla beneklenen camların önündeki araçların silecekleri delicesine çalışıyordu. Kaldırımın kenarında iki serçe kıvrıla kıvrıla akan bulanık sudan eğilerek içiyor ordan oraya sekiyorlardı. Bir yolcu otobüsünden ürken serçeler isteksizce havalandılar, boşlukta bir iki daire çizip eski yerlerine kondular. “Ne tatlı şeyler!”dedi Semra. “En tatlısı sensin”dedi Metin. Ucu sivri, pembe dilini çıkaran ve üst dudağının iç yanına –kışkırtırcasına- dokundura dokundura gezdiren Semra’ya baktı. ”Fırttıracam ben.” O dil çıkarmayı seviştikleri bir anda tekrarlamalıydı ki belleğine kazdığı resim ölümsüzlüğe erişsin. Bulgaristan’da tanıştığı ve kendisine sevişmeyi, öpüşmeyi öğreten Diana’yı anımsadı. Kendisinden on yaş büyüktü. Annesinin Bulgaristan’da yaşayan akrabalarına getirdiği hediyelik eşyalardan kendisine bir külotlu çorap ile tahtakale’den aldıkları renkli, cam taşlı yüzüklerden bir tane hediye etmişti. Bir paket’de sakız vermişti. Metin’den aldığı bu hediyelere çok sevinen ve mutlu olan Diana mehtaplı bir bağ bozumu gecesinde dayısının tarlasında Metin’e sahip olduğunda onüç yaşındaydı. Sonra kaldıkları süre içinde bu ilişkileri devam etmişti. Evde, otobüste, yolda, tarlada, kalın gövdeli ağaçların ovuklarında, üstünde, başakların arasında, harman döverken, kanalda yüzerken öpüşüp, sevişiyorlardı. Diana’da Metin’i –diliyle-tahrik eder,”Vahşi Boğam benim”diye severdi. Ötekiler fıkralarıyla, öyküleriyle başka ülkelere götürüp getiren Ata,”Bu yağmur yağmur değil tereyağ.”dedi “Çok zeki çocuk nerden bildin”dedi Selma.”Benim için ölüyor bu; Ama elimden bir şey gelmez ki...” “He heee...Cahil, mahilsiniz arkadaşlar. Yağmur yağınca otlar büyür, otlar büyüyünce inekler yer...”dedi Ata,işaret parmağını harikalar yaratan bir kafaya sahip olduğunu belirtircesine şakağına dayadı. “Tamam. Bildin,on numara...şak şak!”dedi Semra alkışladı. Mustafa, hayran hayran bakıyordu Selma’ya, arada sırada da Metin’le ilgilenmesine kızdığı Semra’ya sırıtıyordu. “Ata bize birer çay ısmarlasana!”dedi Selma,onun göstereceği tepkiden doğacak güldürüye bir kahkahayla katılacakmışcasına dudaklarını araladı.-Senin bu halin beni çıldırtıyor-diyordu Nazım Bey. “Mümkünsüz”dedi Ata,bir sihirbaz gibi ellerini, kollarını oynattı.” Bu fizyolojik bir olay olmakla birlikte enflasyon masasında yapılan ilginç bir operasyon sonunda elde kalan anatomik bir farklılıktır.” Selma bayılacaktı gülmekten,”Hay sen çok yaşa emi!” Ata, elini bileğinden kavradı Selma’nın öptü, alnına götürdü.”Sen de gör” Mustafa aklından geçenleri kimse sezmesin diye sinsi sinsi gülümsüyordu. “Sen çalışıyormusun?dedi Semra, Metin’e baktı merakla. “Evet. Bilmiyor musun?”dedi Metin şaşırmışcasına Semra’ya baktı.”Buraya çok yakın. Balıkçılar çarşısında bir kitapevi var...” “Bilgi’mi?”dedi, ikisinin konuşmasını duyan Selma, “Evet. Bilgi’de çalışıyorum. Bol miktarda yasaklı kitap satıyorum...” “Ciddi misin”dedi Semra.”Korkmuyor musun?” “Yooo neden korkayım ki? Tabi herkese vermiyoruz. Bildiğimiz, tanıdığımız müşterilerimize sadece.” dedi Metin,”Bir gün beklerim. Çay içmeğe gelirsiniz..”ekledi,”Yalnız pantolonla gelin..” Hepsi şaşkınlıkla Metin’e baktı. “Nasıl yani?”dedi Selma.Bir sigara yaktı dumanını Ata’ya doğru üfledi. Metin, sütlü kakosundan bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı.”Ben işe ilk girdiğim günlerde beraber çalıştığımız Orhan ile Mehmet’in ikide birde çeşitli nedenlerle bodruma kitap çıkartmaya gitmesi bir müddet sonra gelip,-beyaz-kırmızı-mavi- gibi renkler söylemeleri ve gülmeleri beni daha da meraklandırmıştı. Acaba aralarında yasak kitapların satışı konusunda bir parolamı diye düşünmüştüm bir an ama gerçeği bulmak için de fırsat kollamaya başlamıştım. Sıcak bir yaz günü içeriye üç tane çok güzel kız girdiğinde bu ikisinin birden bodruma inmesi beni iyice şüphelendirmiş bir iş çevirdiklerini anlamıştım, gizlice onların arkasından giderek kapının boşluğundan izlemeye başladım. Orhan kapının yanında duran merdivenin üzerine çıkmış bir deliğe bakıyor ve “Off karıdaki mala bak”-“Bu da siyah giymiş aybaşılı herhalde”,“Uff beyaz giymiş herşey belli”, “Bu neee hiç mi traş olmadın be kadın”diyor fermuarından içeri soktuğu elini ileri geri oynatıyordu. Meğer tavandaki delikten gelen kadın müşterilerin iç çamaşırlarını görüp onların rengini söylüyorlarmış. Bir de kadın müşterilerin orada durmalarını sağlamak için reyonun o bölgesine kadınların ilgi çektiği kitaplar koyuyorlarmış...” “Ciddi misin?”dedi Selma endişeli bakışlarla süzdü Metin’i,”Bir daha oraya etekle gitmem...vay röntgenciler vay!” “Sen kimlerin donlarına bakıyordun?”dedi Semra kıskançlık dolu bir sesle.”Demek sende röntgencilik te var?” “Röntgencilik demiyelim de merak olarak nitelendirebiliriz...”dedi Metin,”Ama çok ilginç olaylara yakından tanıklık ettiğimi söyleyebilirim...” “Neler gördün anlat bakalım”dedi Selma meraklı bir sesle. Bu tür konular onun ilgisini çekiyor, içinde seks’in yer aldığı konuşmalardan hoşlanıyordu. Neşeli bir kahkaha attı. “O kadar yakından görmek nasıl bir duygu”dedi Ata, alaycı bir sesle, ”Görüyorsun ama elleyemiyorsun” Selma kahvedekileri kendisine baktıran şuh bir kahkaha daha attı,”Ay canım benim...”dedi. Birden sevişmek isteği tüm vucudunu kapladı. Ellerini ayaklarının arasına sokup ayaklarını sıktı bir keç kez. “Beni Weceye götürürmüsün”dedi Semra “Tabii.” Arkadan geçtiler,pastanenin dibine doğru yürüdüler. “Aşık mısın bana” dedi Semra. “Hem de o biçim” dedi Metin “Yaa öyleyse benimle evlenmeye hazırsın.”dedi Semra yarı şaka yarı ciddi. “Hemen şimdi”dedi Metin,heyecandan, sevinçten uçuyordu. “Anneni yollar istetirsin allah bilir...” “Yarın yollarım...”dedi Metin omuzlarından kavradı Semra’yı, eline geçirdiği öpme fırsatını kaçırmak istemedi Semra’nın dudaklarına yapıştı ahtapot gibi. Semra kendisini çekip kurtarmak istedi ama başaramadı ve Metin’in sıcak dudaklarından vucudunun tüm hücrelerine yayılan, ele geçiren ve bir anlık felç eden duygulara karşı koyamadı. Bıraktı kendisini. ”Tamam yeter” dedi nefessiz kaldığını hissedince. ”Şu andan itibaren sözlüyüz” dedi Semra, ”Yalnız benim yanımda bir daha başka kızları anımsamayacaksın.” Şaşırdı Metin, birden kendisini suçlu hissedenler gibi telaşa kapıldı,”Yok öyle bir şey, hem hangisini anımsayım ki?” Semra ciddileşti birden “Ooo beyimizde çok anı var galiba?”dedi arkasını döndü Metin’e. “Yanılıyorsun”dedi Metin, ses tonunu alçalttı, yumuşattı bir hamur gibi yoğurup,”Benim senden başka kimseyi gözüm görmüyor ki?” “İnanayım mı?”dedi Semra, Metin’e baktı-Sakın yalan söyleme-dercesine. “Yıllar önce yaşananlarla kendimi avutmaya çalışsaydım şu an senin yanında olmazdım”dedi sesini sertleştirdi ağırlığını koymak istercesine. “Sevindim”dedi Semra, elini sıktı Metin’in tuvalete yöneldi. Selma’nın şuh ve canlı kahkahalarını duydu. Gülümsedi. Metin şaşkındı. Dostlukların uzayacağını, bir takım zigzaglar çizeceğini, ilişkilerini sağa sola savuran durumların belireceğini, kocaman acıların yüreğini yaralayacağını sanıyordu. Oysa bir anda ereğine ulaşmıştı. Düş gibi bir şeydi bu. Nasıl da herşey bu kadar kolay olmuştu? İnanılacak gibi değildi. Sevinç ile hüzün arasındaki köprünün orta yerinde kalmış ne ileri ne geri adım atabiliyordu...Aklına,Metin’in tüm isteklerine karşı koyan ve gerçekleştirmesini engelleyen babası geldi, nişanlanmalarına kesin karşı koyardı her isteğine karşı koyduğu gibi! Hem hangi annesiyle gidecekti Semra’yı istemeye? Babası, özel yaşamları ile ilgili tüm gerçeklerin ortaya çıkmasına ve adının lekelenmesine izin verirmiydi ki?Bu gizliliğin duyulmasını isteseydi annesini etrafa uzaktan fakir bir akrabam diye tanıtmazdı. Hadi bütün bu sorunları aştılar diyelim ya Semra’nın annesi, ablası, Semra ve akrabaları, kızlarının kendileri gibi bir aile ile evlenmesine izin verirlermiydi? Birde daha ne kadar Ankara’da yaşayacaklardı ki? Morali bozuldu birden, suratı düştü. Canı sıkıldı ve bulunduğu yeri terketmek istedi. Kan dolaşımını ele geçiren umutsuzluk, vücudunu uyuşturdu, içindeki yaşam sevincini yok etti birden. Semra’yı kucaklayıp, kaldırmak, dakikalarca yanaklarından, dudaklarından öpe öpe döndürmek,”Seni seviyorum,seni seviyorum,seni seviyorum”demek. Bağırıp, çağırmak, katılırcasına gülmek isteği bir anda balon gibi patladı ve Metin’in yüreğinde bir baskı oluşturdu. Ağlamak, kavga etmek, eline bir silah alıp önüne gelen herkesi vurup öldürmek isteği sardı düşüncelerini, kötü istekleri hapsetti ve düşüncesizliğe yönelttirdi. ”Allahım bana yardım et..”dedi gözlerini kapadı. Semra salına salına geldi,”Bizimkilere bir şey belli etmeyelim istersen?”dedi Metin’in elini tuttu. Yüzüne -Gülümseyen- bir maske takan- Metin babasından o an nefret ettiğini hissetti bir sigara yaktı. Sonsuz duvarlar gibi Semra’yı kaybetme korkusu uzayıp duruyordu onu çılgına çevirecek kadar hızla gelişen isteklerinin önünde. Duvar olsa belki aşabilirdi bir yerinden küçük bir taş çekerek ya da duvarın içinden geçmeyi göze alabilirdi. Ama o duvarların koruyuculuğunu yapan düşünceleri bir yerlerden alıp getirdikleri çimentoyla duvarı aşılmaz biz kaleye dönüştürüyorlardı her göz kırpışta. “Neyin var senin?”Semra, Metin’in biraz önce kendisini istekle, tutkuyla, şehvetle öpen ve başını dödüren çocuk olmadığını hissetti elinin içindeki soğuk, duygusuz elinden.”Bir hata,yanlış mı yaptım?” “Bilmem birden duygulandım. İliklerim boşaldı sanki. Şimdiye kadar hiç bu kadar mutlu olduğumu yaşamamıştım. Sevinmemiştim. Hiç bir kadının dudaklarında sendeki tadı bulamamıştım.” “Ah koca oğlan”dedi Semra, Metin’in başını okşadı sevecenlikle. Metin’in içinde fırtınalar koparken, sandallar parçalanırken kıyılarda, kara bulutlar hakim olmuşken yaşamına masada şenlik vardı. Ata’nın anlattıklarına gözlerine bakarak ve arada bir “Soluğum kesiliyor”diyerek karşılık veren Selma’yı Mustafa öfkeyle süzüyor, çaresizliğin verdiği bir tepkiyle parmaklarıyla masayı darbeliyordu. “Oh, oh keyfiniz gıcır bakıyorum”dedi Semra, ablasıyla manalı manalı bakıştılar. Gülüştüler onların bildiği bir nedenle. “Bu ölümlü dünyada gülmeyip te ne yapalım bilader diyor dedeniz Ata” Kamuran Akkor,(Kader Çıkmazı)nı söylerken Selma sustu, ciddileşti birden. Gözleri dolmuştu. Öyle durdu bir süre Ata’dan bir sigara istedi. Gözlerinde biriken ama yanağına akmaya fırsat bulamayan yaşları elinin tersiyle sildi ”Bu şarkı sanki benim için yazılmış” dedi. Metin’in ağlamaya hazır gözleriyle karşılaştı gözleri.”Senin neyin var?” “Bilmem?”dedi Metin,”Mutluluktan olucak...”İçi yanıyordu. Cümleler yağan yağmura karışmış toparlayamıyordu. “Kalkalım mı?”dedi Mustafa.Canının sıkıldığını belli edercesine. Metin,”Kalkmak isterseniz?”dedi Selma’ya, Ata’ya baktı. ”İsterseniz bir yere gidip birer tek atalım? ”Şimdi otobüse atladığı gibi İstanbul’a, Bursa’ya gitmek vardı yağmurlu bir Ankara gecesinde. Şaşkın, mutsuz, öfkeli, içi ateş dolu. “Esasında iyi fikir”dedi Selma. Metin’in gözleri yağmurlu bir günde camın arkasında güneşi bekleyen uykusuz bir aşık gibi acı doluydu. Kütüphane’ydi açıp açıp okuyabileceğin anılar zincirinden oluşan. Semra ile tuvalete gittikten sonra Metin’e birşeyler olmuştu. Sanki aralarında değil de başka bir dünyada yaşıyor gibi davranıyordu. Birden içki içmek isteğini ortaya koyması! Acaba Semra bir şeyler mi söylemişti? “Bana da uyar”dedi Ata,”Gidelim gidelim, gidelim...” “Eve gidelim ben yoruldum”dedi Mustafa “Sen istiyorsan gidebilirsin”dedi Metin sert bir sesle. Elini masaya vurdu.Bir sigara daha yaktı. Masadaki havanın sertleştiğini hisseden Ata,”Bizler demokrat insanlarız, oylamaya koyarız çoğunluğun isteği gerçekleşir” dedi. “O zaman ben eve gidiyorum”dedi Mustafa. Metin’e baktı öfkeyle-ben sana gösteririm-der gibi. Metin,masanın üzerine eğildi Mustafa’nın elini tutup kendisine çekti,”Fazla uzatma. Gideceksen git yoksa kötü olur senin için. Ben İstanbul çocuğuyum. Sana öyle bir Osmanlı tokadı atarım ki feleğin şaşırır…Bu saate kadar dayak yemediysen bunu yanındaki kızlara borçlusun”dedi öfkeyle “Tamam tamam”dedi Selma.”Eve gidiyoruz...”Tatsızlık büyümeden gitmeleri iyi olacaktı. Kendisi de kederlenmiş ve bir iki tek atmak istemişti ama Metin ile Mustafa arasında son anda ortaya çıkan çatışma kendisini rahatsız etmiş ve içme isteğini ortadan kaldırmıştı birden. Eh Semra neler söyledin de bu çocuğu bu hale getirdin. Metin’e baktı sevgiyle. Onunla uzun uzun oturup konuşmak sorunlarını, onu rahatsız eden düşüncelerini öğrenmek yardım etmek isterdi ama Mustafa’ya ayıp olurdu şimdi. Onu yalnız eve göndermek olmazdı. “Sen de gel” dedi Selma, Metin’in elinden tuttu.Sıcacıktı, sıcaklık dalga dalga yayılıp kalbine dek ulaştı.”Hadi ablam...” “Yok ben kalıyorum”dedi Metin kararlı bir sesle.”Eve gitmek istemiyorum” “Nasıl yani?” dedi Selma, endişeli bir sesle. Semra olanlardan hala bir şey anlayabilmiş değildi. O kısa sürede ne olmuştu da Metin bu kadar değişmişti? Onun sinirli halinin çekiciliğini farketti. Sevişme isteği duydu bir an için.Ya kendisini de terslerse şimdi? Yok yapmazdı. Kaba birisi değildi. Nazik kibardı Metin, bilgili, yakışıklı bir İstanbul çocuğuydu. Babası edebiyat dünyasında tanınmış bir yazardı. Elini tuttu sevgiyle. ”Neyin var senin? Seni kırıcak, üzecek bir şey yaptıysan özür dilerim...” “Sen çok tatlı bir kızsın Senden ayrı günlerimi,sensizliğin acısını sana anlatamamak çok zor olacak benim için... Sen sensiz kalmayacaksın ki...”dedi Metin” “Yapma,böyle şeyler söyleme ne olur? İnsan sözlüsünü üzer mi?” dedi Semra, Metin’i sakinleştirmek istercesine elini okşadı,sıktı”Hem bende seni seviyorum.” Seviyor muydu gerçekten yoksa bir hoşlanı, beğeni, bir yenilik miydi? Tecrübeli bir İstanbul çocuğuyla hoş vakitler geçirmek, yeni anılar, yeni, heyecanlar yaşamak mıydı isteği?.. “Hadi gidelim”dedi Selma ayağa kalktı.Mustafa,-aldın mı?-der gibi galip konutanların mağruriyetiyle Metin’e baktı. “Ben Metin’le kalıyorum”dedi Ata.”Of be ne filmdi ama...yüz kısım,doksan kısımda ben on kısımda siz vardınız”dedi Ata, Selma’ya sokuldu,”Sen nasılsın?” “İyiyim sen Metin’in yanından ayrılma bir salaklık yapmasına engel ol..”dedi ikisinin duyabileceği bir sesle. “Yok sen kızları yalnız bırakma”dedi Ata’ya,”Ben yalnız kalmak istiyorum.” Metin, Semra’nın tuttuğu elini bırakmak istemiyordu. Bir daha göremeyeceği, sadece anılarında yaşatacağı bir sevgiliyi unutmamak için son bakıştı bu. Son gülüş, son sesini duyuştu. “Kendine iyi bak...” eğildi yanaklarından öptü, ”Çok güzelsin. Seni hiç unutmayacağım karanfil kokulum. Ay bakışlım...” “Yarın ben seni ararım”dedi Semra, tedirginliğin ürküttüğü bakışlarla Metin’e baktı. Sarıldı. Sıcaklığını, teninin kokusunu bıraktıktan sonra uzaklaşmak isteyen Semra’nın elini istemeye istemeye bıraktı. Yağmur azalmıştı ama dineceğe benzemiyordu. Ata, Selma, Semra ve Mustafa yanlarından ayrılarak durağa doğru yürümeye başladılar. Metin bir süre Semra’nın arkasından baktı. Bir cigara yaktı.Yoldan geçen bir taksiye el etti. “Otobüs terminaline lütfen”dedi Hiçbir zaman sevmediği, sevemediği bu kentten ayrılma isteği birden hoşuna gitti. İstanbul’da bıraktığı arkadaşı Muammer’in gülüşünü anımsadı anlamsız bir şekilde ve tüm sorunlarını unutup gülümsedi. Neşesi yerine geliverdi. Taksinin camını açtı başını dışarıya çıkarıp gökyüzüne çevirdi. Yağmur damlalarının soğukluğunu, ıslaklığını bir sevgilinin teni gibi yüzünde, dudaklarında, saçlarında, yanaklarında hissetti. Gözlerini kapadı. Erdem Buyrukçu
Gercekedebiyat.com