Off Madımak!..
Zamanın içişleri bakanı o güleç yüzüyle televizyona çıkmış, tüm dişlerini gösteren bir gülümsemeyle, “o yaşlı yazarın orada bulunmasının bile başlı başına bir tahrik unsuru olduğunu”, halkı tahrik edenlerin layığını bulduğunu müjdelemiş.
İsli camın iki yüzü kadar yakın/ uzaktınız çağlar kadar/ Onlar can derdindeydi, sense can alma…/ Onlar insan sen insan/ Zavallı insanlık! Masal ülkemizde, halkı huzur içinde yaşayıp giden birçok kent varmış. Varmış ya, vatan millet düşmanları, din düşmanları rahat vermez, bir, birinde, bir ötekinde ortalığı karıştırıp dururlarmış. M.S. 1993 yılının temmuz başında kendine yazar, şair, sanatçı diyen bir kafile bozguncu “Abdal” dedikleri bir piri fani adına düzenlenen şenliklere katılma bahanesiyle bu kentlerden birine gelmişler. Kent halkı, ülkenin tüm vatandaşları gibi manevi değerlerine bağlı, dini hassasiyeti yüksek bir halkmış. Bununla birlikte, tüm ülke halkı gibi kolay tahrik olmak gibi bir zaafları varmış. Tahrikçiler zaten bunları bilerek bu kenti seçmişlermiş. Sazlar çalıp, türküler söylemekle kalmamışlar, şiirler okumuşlar, “barış, insanlık, aydınlanma” nutukları atmışlar. Başlarında, hayatı boyunca devlete baş kaldırmış, zararlı fikirleriyle milleti zehirlemeye çalışmış bir eski komünistin varlığı zaten halkın galeyana gelmesine yetermiş. Yaptığı konuşmalar da cabası. Özünde çok barışçı olan kent halkı bu ağır tahrik karşısında ne yapsın? Galeyana gelmişler, gaz yağlarını, kibritlerini kapıp, hedef din düşmanlarının kaldığı otel diyerek yollara dökülmüşler. Başlarında yerel liderleri, yanlarında başka kentlerden gelen destek kuvvetler... Bu sırada, din düşmanlarının başındaki kişinin, onun kılığına girmiş şeytan olduğu fısıltısı dolaşmaz mı, ağızlardan kulaklara? Şeytan taşlamaya ta Arabistan’a gitme hayalleri kurarken, “şeytan ayağımıza geldi” diye sevince kapılanlar taş toplamaya koyulmuşlar. Bu konuda bir sıkıntıları da olmamış hani. Halka hizmeti hakka hizmet sayan belediye, gerekli taşları önceden yığmışmış yol kıyılarına. Halka çok saygılı olduğu için güvenlik güçleri kalabalığa müdahale etmemiş, “düşman kalesi”ni kuşatıp taşlamasını, dört bir yanından tutuşturmasını saygılı saygılı izlemiş. Hatta bir bölük acemi asker de bu fetih harekâtını izleyip deneyim kazanmak üzere olay mahalline intikal ettirilmiş. Vilayet erkânı ve kentin ileri gelenleri de “tatbikatı” protokol tribününden izlemek üzere hazır bulunmuş. Dost birliklerden oluşan yeşil kuvvetler, “Allah’ü ekber” nidalarıyla saldırıya geçmiş. Tek kayıp vermeden kaleyi ele geçirmiş. Düşmanı temsil eden kırmızı kuvvetler otuz yedi kayıp vererek teslim olmuş. Yanarak veya dumandan boğularak ölmekten kurtulanlar ise esir alınmış. Aralarında o yazar da varmış ama şeytan onun bedeninden kaçıp paçayı kurtarmış. Zamanın içişleri bakanı o güleç yüzüyle televizyona çıkmış, tüm dişlerini gösteren bir gülümsemeyle, “o yaşlı yazarın orada bulunmasının bile başlı başına bir tahrik unsuru olduğunu”, halkı tahrik edenlerin layığını bulduğunu müjdelemiş. Savaş zaferle sonuçlandıktan sonra, gizli komutanları “gazanız mübarek olsun” mesajı göndermişler ya, savaşçılar şeytanı öldürememenin burukluğuyla evlerine dönmüşler. Dönmeleriyle yaptıklarının bir “gaza değil, gaza gelme” olduğunu anlamışlar, “lanet olsun, yine şeytana uyduk” diye söylenmişler. “Onca borcun üstüne bilmem kaç rekât namaz borçlandık yine” diyerek namaza durmuşlar. Tarihe “Madımak Vak’ası” olarak geçen olayın anısına, bir müteşebbis vatandaş otelin giriş katını kebapçı dükkânı yapmış, kurbanetisever kent halkı, ortalığı dumana boğarak, evire çevire pişirilen etleri afiyetle yemiş. Lokantada “tam tam” müziği çalındığı iftirası yetkililerce kesin bir dille yalanlanmış... Onlar yürümüş Hakk’a. Gökten üç cemre düşmüş, dağılmış yüreklere... (*) Yazarın Cinlerevinden (G)Azap Masalları kitabından Ali Günay
Gercekedebiyat.com