Son Dakika

onur-bilge-kula-marx-2162024073814.jpg


 On Sekizinci Brumaire (1852-53) adlı çalışmasında toplumsal bir sınıfın kendi politik ve yazınsal temsilcilerini ortaya çıkardığını belirten Marx, “Basım Özgürlüğü ve Yayım Üzerine Tartışmalar” (1842) yazısında şu görüşleri geliştirir: “Yazar, çalışmalarını asla ‘araç’ olarak görmez.” Yazınsal çalışmalar, “öz-amaçtır.” Bir başka deyişle, başlı başına amaçtır. Yazar, “kendi varlığını, yapıtlarının ‘varlığına feda eder.” 

Yazınsal üretimin özünü belirlemek bakımından olağanüstü bir açılım olan bu belirlemeler, yazınsal üretimin öz-yapısını ve yazınsal özne ile onun ürünü arasındaki diyalektik ilişkiyi belirginleştirmesi bakımından önem taşımaktadır. Birçok öznel üreticinin ortak emeğiyle gerçekleştirilen özdeksel üretim, yaşamın sürdürülmesi amacına hizmet eder ve bu amaç için araçtır. Buna karşın, yazınsal üretimi gerçekleştiren tikel özne, diyesi, yazar, ürünü olan yazınsal yapıtı araç olarak görmez; onu araçsallaştırmaz. Yazınsal yaratım etkinliği ve bu etkinliğin sonucu olan yazınsal yapıt, öz-amaçtır; kendisi dışında bir amaç taşımaz ve başka bir amaca hizmet etmez. Yazarın özünü ergittiği yazınsal ürünün varlık nedeni de amacı da salt kendisidir. 

YETKİLİ-YETKİSİZ YAZAR AYIRIMININ ÖLÇÜTÜ NEDİR?

Marx’ın açımlamasına göre, “basının ilk özgürlüğü, onun bir zanaat olmamasında yatar.” Basın özgürlüğünü “özdeksel bir araca indirgeyen” yazar, “içsel özgürsüzlüğün bir cezası olarak dışsal bir özgürsüzlüğü”, diyesi, “sansürü” veya daha fazlasını hak eder; onun “varlığı cezadır.” Almanya’da “yavaş politik gelişmesinin temel nedeni”, sözde “yetkili yazarlarda”, gerçek yetkili yazar olan Lessing öncesi edebiyatın “sefaletindearanmalıdır. On yedinci ve on sekizinci yüzyılda “aydınlar, doktoralılar ve karaktersiz üniversite yazarları; halk ile tinin, yaşam ile bilimin, özgürlük ile insanların arasına girmiştir.” Alman yazını “yetkisiz/yeteneksiz” yazarlarca yapılmıştır. Gottsched, yeteneksiz yazarları, Lessing yeteneklileri simgeler. 

Marx’ın deyişiyle, Almanlar, “sadece çoğulda geçerlilik kazanan özgürlüğü” sevmemektedir. İngiltere, “tarihsel yaşam büyüklüğü içinde özgürlüklerin sınırlı ufkunun, özgürlük için ne denli tehlikeli olduğunun kanıtıdır.” Marx’ın aktarımı uyarınca, Voltaire “ayrıcalıklar, boyun eğmeyi/bağımlılaşmayı gerektirir. Özgürlükler, genel köleliğin istisnalarıdır” demiştir ve çok doğru söylemiştir. Marx, “kişi kutsaması”nın her türlüsünden tiksindiğini her fırsatta dile getirir (örnek; Wilhelm Blos’a mektup, 10 Kasım 1877). 

GERÇEKÇİLİK ve SANATTA EĞİLİM

Engels Viyana’daki Minna Kautsky’ye yazdığı (26 Kasım 1885) tarihli mektuptasanatta eğilimikonulaştırır. Engels’in bu mektuptaki görüşleri, Walter Benjamin ve Theodor Adorno’nun sanatta eğilim veya yanlılık hakkındaki savlarının tarihsel kaynağına ışık tutmaktadır. Engels’in öne-sürümü uyarınca, Berlin’den daha çok Viyana yazıncı, memur ve oyuncu romanları için bir zemin” oluşturmaktadır. Kahramanların “keskin hatlarla bireyleştirimi”, belirli bir “tekil insan”, Hegel’in deyişiyle, kesin hatlarıyla ayrılan “bu” olarak biçimlendirilmesi gereklidir.  

“Yazınsal adalet” ile bağdaştırılabilir konu ve anlatım önemlidir; ancak yazıncının “kendi kahramanı için övgüler dizmesi berbat bir şeydir.” Minna Kautsky, Engels’e göre, “Arnold” adlı romanında “açıkça yan tutma ve bütün dünya önünde kendi kanaatini ortaya koyma” gereksinmesi duymuştur. Bu, romanın dışa-vurduğu bir “noksanlıktır” ve yazar bunu yinelememelidir. Asla “eğilim edebiyatının karşıtı” olmadığını belirten Engels’in belirlemesiyle, “tragedyanın babası Aiskhylos ve komedinin babası Aristophanes de güçlü eğilim edebiyatçısı olmuştur; Cervantes ve Dante de onlardan geri kalmamıştır.” Schiller’inKabale ve Aşk” adlı yapıtı, “ilk Alman politik eğilim dramasıdır.” Mükemmel romanlar üreten Rus ve Norveç yazarlar da “eğilim edebiyatı” yapmaktadır. 

YAZINSAL YAPITTA EĞİLİM DURUMDAN KONUDAN DOĞMALIDIR

Bütün bunlara karşın, “eğilim, özellikle açığa vurulmamalı, durumdan ve konudan doğmalıdır.” Yazar, betimlediği geçmişteki veya gelecekteki “toplumsal çatışkıların çözümünü” hazır reçete gibi okuyucunun eline vermemelidir. Ayrıca, Minna Kautsky’nin “Arnold” adlı romanı “ağırlıklı olarak burjuva çevrelerden” okurlara seslenmektedir. Bu yazınsal yapıt böyle bir durumda bile “sosyalist eğilim romanı, gerçek ilişkilerin/koşulların sadık betimlenimiyle başat, alışılmış yanılsamaları parçaladığı, burjuva dünyasının iyimserliğini sarstığı, var-olanın ebedi geçerliliği hakkındaki kuşkuyu kaçınılmaz kıldığı takdirde, dolaysız olarak bir çözüm sunmaksızın, hatta durumlara göre bizzat yan tutmaksızın”, işlevini karşılamış demektir.  

Engels, kendi deyişiyle, bir yazarın “kendi sosyalist görüşlerini yüceltmek” için, eğilim edebiyatı veya eğilim romanı üretmesini olumlamaz. Engels’in İngiliz yazar Margaret Harkness’e yazdığı mektuptaki (Nisan 1888) anlatımıyla, “yazarın görüşleri ne denli saklı veya örtük kalırsa, yapıt için o denli iyi olur”; gerçekçilik, yazarın görüşlerine karşın, “başarılı” olabilir. Balzac böyle bir yazardır. Ayrıca, Balzac “politik bakımdan bir meşruiyetçidir; büyük yapıtı, iyi toplumun kaçınılmaz çöküşü üzerine sürekli bir ağıttır; onun bütün sempatisi, yıkılıp gitmeye yazgılı olan (aristokrat) sınıf içindir.” Fakat bütün bunlara karşın, yergisi, “derinden sempati duyduğu soylu kadınları ve erkekleri devindirdiğinden asla daha keskin değildir; ironisi daha acı değildir.” 

Balzac’ın her zaman açık bir “hayranlık” ile söz ettiği “biricik insanlar, onun keskin politik karşıtlarıdır; Clotitre Saint Merry’nin cumhuriyetçi kahramanlarıdır; bu dönemde (1830-1836) gerçekten halk kitlelerinin temsilcisi olan adamlardır.”  

Engels’in değerlendirmesiyle, Balzac’ın “kendi sınıf sempatisine ve önyargılarına karşı davranarak, çok sevdiği soyluların çöküşünün kaçınılmazlığını görmüş olması ve onları daha iyi bir yazgıyı hak etmeyen insanlar olarak betimlemiş olması, geleceğin gerçek insanlarını o zaman bulunabilecekleri yerde görmüş olması”, gerçekçiliğin “zaferi” ve yaşlı Balzac’ın “muhteşem özelliklerinden biridir.” Engels’in Balzac hakkındaki değerlendirmesi, bu yazarın yapıtlarının niçin dünya klasik yazını içinde yer alıp kalıcılaştığını da açıklamaktadır. Balzac, politik bakımdan aristokrasiyi temsil etmesine karşın, yazınsal üretiminde dönemini doldurmuş olanı, gelmekte olanı ve geleceği temsil edecek olanı betimlemeyi başarmak suretiyle, kendi politik sınırlılığını aşmasını bilmiştir. 

Onur Bilge Kula Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler