İliç’in altın avcıları
Mülk ve servete sahip olmanın şiddeti, özgürlüğün ve mutluluğun başarısızlık halidir.
Erzincan-İliç’te altın madeni arama çıkarma işlemi sırasında meydana gelen ve dokuz çalışanın kaybıyla sonuçlanan olay ne ilk ne de son olacaktır… Bu ve benzeri kazalar bugün de yarın da aynı şekilde devam edecek ve bizler de hırsızlığın veya hırsızların varisleri olarak, çoğunlukla birkaç gün devam edecek birkaç sıradan tepkiden sonra olup biteni unutarak kaldığımız yerden yolumuza devam edeceğiz. Hayatın işleyişi böyledir… İkinci defa tekrarlarsam: Bu tür olaylar artarak devam edecektir, çünkü sorun ne tedbirsizlik ne de rastlantılardan kaynaklanır. Sorun, başlı başına insanın sahip olma şiddetinde saklıdır… Olağanüstü bencilliğimiz, biriktirme, doyumsuzluk ve aç gözlülüğümüz öyle şiddetli ki söz konusu özelliğimiz her şeye biçim veren, tüketen, kendiyle birlikte doğanın ve öteki canlıların uyumunu bozan gelişmelere neden olmaktadır ve garip şekilde tarihimiz boyunca hayatımıza anlam kazandırmayı sahip olmakta bulmuşuz. Yani insan altın, gümüş, mülk ve servet gibi şeylerin peşinde sürüklenerek,( gerektiğinde ölerek) kendini anlamlandırmayı ve kıymetlendirmeyi amaç ve hedef olarak görmüştür… Bu büyük yanılgıdır… İnsanın kendisini mal, mülk, bir avuç altınla anlamlandırması kendini aşağılamak ve lanetlemektir aslında. Karakterini, kültürünü, ahlakını, ekonomik ve politik normlarını lanetli taşlar üzerinde şekillendirmektir bu… Elbette hepimiz sahip olmaya gereksinim duyarız. Hepimiz çağlar boyunca mülk edinme, tapma ve tapınmayla karşı karşıya gelmişiz ama bugünkü kadar (günümüzün kapitalist pazarında) insanın insanla, insanın doğayla, dışımızdaki canlılarla uyum ve dengesinde bozulma yaratmamıştı. Bugünün insanı biriktirme ve sahip olma dışında hayatın anlamlı olabileceğini neredeyse düşünemez haldedir. Hiç bu kadar akıldışı çabaların esiri olmamıştı… Hiç bu kadar histerilere bağımlı olmamıştı… İnsanın insanileşme dışına itilmesi bu kadar normalleşmemişti ve işin feci yanı öylesine bahtsızlık doluyuz ki bizi mutluluğa, huzura, sevgi, saygı ve sakinliğe ulaştıracak bir enerji kaynağından yoksun halde oraya buraya savrulup duruyoruz… Çünkü temel ihtiyaçları karşılamakla yetinmiyoruz artık. Hep daha fazla, daha çok, her şey bana histerisiyle yanıp tutuşuyoruz ve yangın doğaya, insana, komşuya, kardeşe zarar vererek yayılmaya devam ediyor… Bu gelişme iyi değildir, çünkü geleceği belirsizliğe ve karanlığa sürüklüyor. Nesnelere, şeylere, birine veya birilerine sahip olma şiddeti hayatı ve varoluşu zehirler. Zehir ise yaşamı değil ölümü sever; yaşamın döngüsüne zerre katkı sunmaz… Aynı şekilde mülk ve servet peşinde ömür tüketip onu elde etmek de başarı değildir, aksine özgürlüğün ve mutluluğun başarısızlık öyküsüdür… Peki insanın sahip olma şiddeti hafifletilebilir mi? Mevcut yaşam şeklimiz ve kışkırtılan açgözlülüğümüzle pek kolay görünmüyor ama bilgi ve bilgelik çözüm yollarından biridir… Bilgelik bizi vahşi ve uyumsuz çabalarımızdan arındırmakla birlikte, hem kendi yaşamımızı hem de doğa ve dışımızdaki canlıların yaşamını anlamamıza ve dengeli dünyalar yaratmamıza yardımcı olur.
Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com