Gizemli gecede bir intihar olayı
Gizemli gecede bir intihar olayı “Tükür ulan yere…“ Metin’in ağzı çöl gibiydi bırak suyu nem bile yoktu. Kurumuş ağzına tükürük toplamak için bir süre uğraştı ama başaramadı. Üstünde cam olan masanın ardında oturan polisin gösterdiği yere tükürmeye çalıştı,bir kaç kez –tu tu tu-dedi ama ağzından bir şey çıkmadı. Masanın kenarına ilişmiş olan ve her an harakete geçecekmiş gibi hazır bekleyen polis memuru aniden bir tekme savurdu. Metin kendini duvara doğru çekti ama tekmeyi yemekten kurtulamadı. Dizi acıdı. “Ne içtiniz ulan? “ Kara, uzun boylu, zayıf birisiydi kendine tekme atan. Yer yer beyazlamış saçlarını boyatmış ancak boyanan bölgeler diğerlerinden daha siyah olduğu için farklılaşmış ve polise komik bir görüntü vermişti. Türk filmlerinde oynayan kötü adamlara benzemişti. Bıyıkları ağzının kenarından çenesine dek uzanmıştı ve simsiyahtı…Konuşurken sigaradan sararmış ve çürümüş dişleri insanı ürpertiyor, başka yönlere bakmaya zorluyordu…Arkasındaki tütün rengi,yer yer eskimiş ve yıpranmış dolapta, çeşitli ellerden çıkmış olduğu kargacık burgacık yazılardan belli olan siyah klasörler vardı. Eski tahta masanın üzerine konulan camın altına sırayla resimler dizilmişti, resimlerin ortasına ise ufak bir türk bayrağı yerleştirilmişti. Duvarların yıllar önce gökmavisine boyanmış olduğu dökülen sıvalardan belli oluyordu. Beyaz’a boyanmış olan tavan zamanla sigara dumanlarının etkisiyle kirlenmiş, renk değiştirmişti... Dolabın üstünde çok sık kullanıldığı için rengini yitiren yaşlı bir vantilatör hemen yanında ise üzerinde bir cami olan saatli marif takvimi asılmıştı. Odanın ortasına ise ufak bir kömür sobası konmuştu. Önünde bir leğen içinde kok kömürü, kırık tahta parçaları ve eskimiş siyah bir maşa vardı. Bir anda polisi çocukluğun da çok sevdiği ve intihar haberini gazetede okuduğunda hıçkıra hıçkıra ağladığı Suphi Kaner‘e benzetti ve bu benzetiş yediği tekmeyi unutturuverdi birden. Alaycı bakışlarla polisi süzdü… “Papiklendiniz mi ulan bir de üzerine tek kağıtlı içmişsinizdir? “ “Böyle kutsal bir ayda utanmadınız mı? “ “Bunlarda oruç ne arar? “ “Ramazanda içki iç, diskoya git…hiç utanmak yok bunlarda!“ Disco‘yu basıp, kendilerini buraya getirmelerini yeni yeni sindirmeye başlayan Metin, “Ne dediğinizi anlamadım!“dedi. Polisler birbirlerine baktılar. “Yalan söyleme yoksa şimdi falakaya yatırırım seni…“ Sultan ile sevişmesinin yarıda kalmış olmasından dolayı binlerce karışık duyguyla çarpışan ve sinir içinde olan Metin kendisine tekme atan polise baktı ters ters.- Nah yatırırsın- gibilerinden. Sanki karşılarında ufacık çocuk vardı da korkutuyorlardı. “Ne o ulan susturucusuna mı takıldın? “ “Utanmıyor musun mübarek ramazan ayında böyle haltlar karıştırmaya?” “Sen yandın! Kızı deldin değil mi? Bak yalan söyleme kız şu anda adlı tıpta kontrol ediliyor bakalım kızlığı hala yerinde duruyor mu diye...” “Hap içtiniz mi?” “Ne içtiniz? Kim getirdi?” “Nerede tanıştınız?” “Belki de esrar içmişsinizdir?” “Torbacınız kim ulan?” “Yanında taşıdığın ibne mi yoksa” “Malı kimden aldınız?” “Yoksa siz pezevenkmisiniz? Kızları mı satıyorsunuz? Masanın kenarında duranı arkadaşına döndü,” Kimbilir bunlar belki grup seks yapıyorlardır?” “Yok yok” dedi diğeri, başıyla Metin’i işaret etti “Bu ikisini de beceriyor anlaşılan!” “Ne o ulan yoksa grup mu takılıyorsunuz?” dedi polislerden masa kenarında oturanı elinde oynadığı siyah copu havaya kaldırdı “ Konuşsana ulan illa ki dayak yemek mi istiyorsun?” “Hem bak arkadaşın herşeyi anlatti bize !..” O sırada Sultan’ın ufacık, diri, esmer kurumuş zeytin başlı memelerini öpüyor, yalıyor, ısırıyordu Metin. Sultana sarılmış kırmızı ve mavi karışımı loş bir ışıkta, Bob Marley’in insanın beyninin içine Jamaika’nın deniz, orman ve marihuana kokusunu dolduran müziğinde, tek vucut olmuş dans ediyorlardı. Sarıldığı andan bu yana kaynağı Sultan’da olan depremlerin, fırtınaların, şimşeklerin gövdesinde yarattığı kasılmaları önleyemiyordu. Sultan’ın alt dudağını dişlemiş, ısırmıştı hafifçe. Kalçalarından tutup kendine doğru çekmişti hırsla pantalonunu geren sertliği, erkeklik organını hissetsin diye. Elini Sultan’ın eteğinden içeri sokup uyluklarını okşamıştı, parmaklarıyla cinsel organında daireler çizmişti eline bulaşan ıslaklıkla ve heyecanlanmıştı. İçtikleri hapın tesiriyle koskocaman pisti balık gözünde görmeye başlamıştı. Sultan onun haremindeki cariyesiydi ve günlerce sevişeceklerdi. Kan ter icinde kalacaklardı sevişmeyi bitirdiklerinde. Yürüyecek halleri kalmayacaktı. Litrelerce su içecekler ama susamışlıklarını dindiremiyeceklerdi. Birbirlerinin gözlerine bakacaklardı şehvetle, istekle, heyecanla ve tekrar sevişmeye başlayacaklardı...Herşey ne kadar da güzeldi. Cinselliğin doruklarını yaşarken polis bir ihbar sonucu discoyu basınca içinde yaşaşdığı güzel rüya birden sonra ermişti. Allah kahretsin! Sultanın kara dalgalı saçları, minicik burnu, etli ve biçimli dudakları geldi aklına. Öpmek istercesine dudaklarını ileri uzattı. “Bu susturucusuna rastlamış herhalde…” “Su içmek ister misin? Metin, masanın arkasında Atatürk resminin önünde; sandalyesinde minübüs şöförleri gibi yamuk bir halde oturan, çamura bulaşmış ayakkabılarını masaya uzatmış olan polise en masum ve inandırıcı bakışlarını yöneltti. ”Ben de anlattım ama siz anlamak istemiyorsunuz. Bana, benimle ilgisi olmayan ve anlamadığım bir sürü soru soruyorsunuz.” Biz bir şey yapmadık ki.” Hızlı hızlı ama anlaşılır ve çok düzgün bir biçimde konuşmaya dikkat edip karşısındakini etkilemeye çalışıyordu. ” Arkadaşım Bursa dan geldi. Müzisyen. Kendisi benim misafirim olur. Geçen hafta ise sözkonusu kızlarla tanıştık, bir haftadır beraberiz...” Bakışlarını polislerin üzerinde sorgular gibi dolaştırdı.” Neden bize suçlu gibi davranıyorsunuz? Biz bir şey yapmadık ki! Kimseye de zarar vermiş değiliz. Kimsenin canını da acıtmadık. Kimsenin parasına, malına zarar vermedik. Sadece dans edip son bir haftadır yaptığımız gibi biraz sevişmek istedik, seviştik o kadar…” “Bir de utanmadan seviştik diye itiraf ediyor! Ramazan’da sevişilir mi ulan?” dedi boyalı saçlı olanı. Elinde filtresine kadar içilmiş sigarayı usta bir atışla kömür kovasına attı. Karakola getirildiğinden bu yana iyi polis rolunu oynayan Metin’e baktı. Giyimi ve konuşması temiz ve düzgündü, hiç öyle serseri bir görünümü de yoktu. Yılların verdiği tecrübeyle karşısındaki gencin suçsuz olduğunu anlamıştı. Belki de tanınmış birisinin tanıdığı veya oğlu olabilirdi. Duruşuyla, efendiliğiyle, konuşma tarzıyla onsekiz yaşında bir trafik kazasında kaybettiği oğlu Mustafa’ya benzetti Metin’i. Bu benzetiş tarifsiz ve acıklı duygulara sürüklerken kendini toparlamayı başardı ve sesini yumuşattı “Hakkınızda şikayet var” “Şikâyet mi?” “Evet kızın dayısı şikâyet etti. Kızların yaşı ufakmış.” “İyi de biz de yaşlı anadolu tüccarı değiliz ki? Yaşımız belli…” “Tamam da ortada bir şikayet var birde kız çıkmazsalar işte o zaman başınız büyük belaya girer suçsuz olduğunuzu ispat edene kadar yandınız..” Metin, endişelendi, korkuya kapıldı birden.“ Nasıl yani?” “Nasıl nasıl yani? Anlamadın mı? Kız değilse işiniz uzar gider…” “Ya çok önceden kadın olmuşlarsa?” “O zaman da kararı çıkarılacağınız mahkeme verir!” “Yandık desene?” Metin, cebinden çıkardığı paketten bir sigara yaktı. Bir haftadır seviştiği Sultan’ın kız olmadığını ilk beraberliklerinde farkına varmış ve kendisine sormuştu. Yanıtlamamış ancak çok üzülerek dakikalarca ağlamıştı. Başına gelenleri saklamıştı Metin’den. Cinselliğin büyüleyici çekiciliğine kendini kaptıran Metin’de unutmuş bir daha da sormamıştı.” Yandık mı acaba? İş babasına kadar uzarsa hiç te iyi olmazdı. Masanın kenarında elindeki copla bir kalemle oynar gibi oynayarak Metin’in davranışlarını izleyen polis Metin’in endişelendiğini anladı.” Aranızda bir şey geçti mi yoksa? “Evet,” dedi Metin,” Bir haftadır kendisiyle beraberiz ama benden önce de kadındı zaten…” Polis olumsuzca başını salladı,” Tevkifte edilebilirsiniz, serbest te bırakılabilirsiniz…” “Yapmayın! Ben kendisini daha yeni tanıdım. Tamam seviştik ama çok normal bir durum bu..”dedi sigarasından derin bir nefes alıp masanın üzerindeki kültablasında söndürdü. “Uzatmanın bir anlamı yok”dedi polis elindeki jobla kapıyı gösterdi,” Tamam sen çıkabilirsin” Metin’in sırtına şiddeti az olan bir cop indirdi. Metin polis eşliğinde merdivenlerden inip hemen solda olan nezarethanenin önüne gelip durdu.”Sen gel” dedi polis Levent’e işaret etti baş parmağının ucuyla. Metin, bir köy odası kadar küçük ve loş nezarethaneye girdi, köşeye, tahta bir yatağın olduğu yere birkaç adımda ulaştı. Yatağın ayak ucundaki tavana yakın kısmı rutubet içindeydi ve sıvalar kabarmıştı, kendiliğinden yer yer dökülüyordu. Bir sigara yaktı…Leyla’yı çok özlemişti. Birden içinde kabaran fırtınaları kontrol edemedi ve ağlamaya başladı. İçti içtikleri o sıcak Temmuz gecesi Leyla’yla geçirdiği son gece olmuştu. Bunu hissetmişler gibi o gün doyasıya sevişmişler yataktan çıkmamışlardı. Akşam üstü İboş elinde, Leyla’nın babasından gelen ve –ölüm döşeğinde- olduğunu yazan bir telgrafla kapıya dayanınca şaşırmışlar, paniklemişler ne yapacaklarını bilememenin verdiği şaşkınlıkla öylece kalmışlardı. Almanya’dan birkaç kez telefon etmişler Leyla’ya ulaşamayınca telgraf çekmişlerdi. Babası çok ağır hastaydı ve son kez Leyla’yı görmek istiyordu. Discoya yapılan baskın gecesi söylediği yalan gerçekleşmişti Metin’in. Paniğe kapılan ve etrafındaki insanları birden önemsezleştiren Leyla, yanına birkaç parça eşya, pasaportunu aldığı gibi bir otobüse atlayarak İstanbul’a gitmişti. Yeşilköy’den kalacak tarifeli bir uçakla Almaya’ya uçacaktı…Vedalaşmaları yarın görüşecekleri gibiydi…Arkasından öylece bakakalmıştı. Gelecekleriyle ilgili olarak bir şey konuşmadan, ortak bir karar almadan gidivermişti Metin’i yalnız bırakarak…Perişan olmuştu. Bir hafta üzüntüsünden evden çıkmamış günlerce Leyla’nın ardından gözyaşı dökmüş kızgınlığından iki yıldır kestirmediği saçlarını kesmişti…Her akşam yattığında çarşaflara sinen Leyla’nın kokusuna sarılıp uyuyordu...Bu süre içinde bir haber, bir mektup da kendisine göndermemişti. İnsan en azından-ben iyiyim-diye bir telgraf çekerdi. Nasıl böyle umarsızca davranabilirdi ki? Sonra yavaş yavaş Leyla’nın olmadığı bir dünyaya alışmaya başlamıştı. Metin’in katılmadığı –Yazı yazma-eyleminde ise hücre arkadaşları Yunuslar Havaalanına, Adalatteki geniş duvarlara, yerlere, -Kıbrısta İşgale Son-“İşgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet”, “Kahrolsun gerici savaş” sloganlarını yazıp kaçmışlardı.Yapılan eylemden bir hafta sonra Hamdi oturduğu köyün muhtarı tarafından Komünistlik yaptığı gerekçesiyle şikayet edilince evde arama yapan polisler yasaklanmış kitap ve dergileri bahane ederek Hamdi’yi gözaltına almışlardı. Bu olaydan sonra Hamdi’nin kendilerini ele vermesinden korkan Hasan, Bulgaristan’a akrabalarının yanına kaçmıştı. Günay’da ortalıkta gözükmüyordu. Onu tanıyanlar Bulgaristan’a gittiğini söylüyorlardı ama oturdukları semtte geceleyin kendisini görenler vardı. Metin ise odasındaki bütün kitapları büyük bir çarşafın içine toplamış. Masasının çekmecelerini bantlamış. İplerle sağlamlaştırdıktan sonra annesiyle konuşarak Levent ile birlikte İstanbula’a gelmişti… Canı sıkılmış, morali bozulmuştu. Nezarethane’de kaç saat, kaç gün kalacağını bilememenin, Ankara’da olan babasının, Bursa’da bıraktığı annesinin eve taşınıp taşınmadığını eğer taşındıysa günlerce eve gelmemesinden sonra merakla kendisini aramaya başlayacağını bilmenin sıkıntısı nefes almasını zorlaştırıyordu. Sanki yediği birşeyler boğazına takılmıştı. Nezarethane’nin kapısının karşısına konulan tahta yatağın kenarında duran gazeteyi aldı. “Diyarbakır uçak seferleri başladı.” Kendisini ilgilendirmiyordu geçti, “Dünya bankası Türkiye’ye 225 milyon dolar kredi açmıştı..” kimbilir bu gelecek olan paradan kimler yeni zengin olacaktı ve hangi zenginler milyonerliğe yükselecekti? “Ecevit açıklanmayan bir yerde iki gün tatil yapacaktı” Kıbrıs çıkartmasından sonra Türkiye’de birden –Karaoğlan– çılgınlığı başlamıştı.Kendisine ikinci Atatürk benzetmeleri yapılıyordu… DP döneminde yurdun her yanında kızgın, savaşmaya hazır kalabalıklar, “Kıbrıs Türktür Türk Kalacaktır./ Kara Papaza Ölüm!/Ya Taksim Ya Ölüm!” diye bağırmışlar, Makarios’un çirkin kuklasını yakmışlardı. Ama kukla yakmak, bağırmak, ilenmek, Rumların Türklere zulüm yapmasını, kimilerinin hunharca katledilmesini önleyememişti. Toplu katliamların yapıldığı haberleri kulaktan kulağa yayılması Yunanistan ile bir savaşa doğru gidişte haklı bir zemin yaratmaya başlamıştı. Milliyetçi kesim savaş çığırtkanlığı yapmaya –yangına benzin dökerek-seslerini yükselterek devam ediyordu... Sonunda istenen gerçekleşmiş ve “Ayşe tatile çıkmıştı” ABD’nin askeri harekatı önlemek için Türkiye’nin savaş araçlarına fiili müdahalede bulunup, yakıt vermemesine, Türkiye’ye çokça gerekli olan NATO araçlarının (mesela çıkartma gemilerinin) kullandırılmamasına ve bu nedenle Türkiye’nin askeri harekatta daha ilkel araçlar kullanmak zorunda bırakılmasına. Bu durumun da kayıpları arttırmasına rağmen Türk Ordusu Kıbrıs’a ayak basınca, kışkırtılan Rumların saldırganlığı durmuş, can güvenliği sağlanmıştı...Kendisini devrimci olarak niteleyen tanıdığı bazı yaşıtlarının konuşmalarından biliyordu, bazıları ise Kıbrıs’ta yapılan müdaheleye karşı çıkıyorlardı, Kıbrıs'taki Türk askerî varlığını Kıbrıslı Rumlar gibi "işgalci" olarak değerlendirip, Türkiye'nin Kıbrıs'ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılmasının, görülmedik bir noktaya ulaştığını.Türk işgalinin devam etmesinin Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olduğunu, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortamı yarattığını. Katliamların esas sorumlusunun ABD işbirlikçisi büyük Burjuvazinin eseri olduğunu iddia ediyorlardı. Ama Ecevit’in istifa etmesiyle koalisyon dağılmış ve ikinci bir savaş tehlikesi de ortadan kalkmıştı. Gazeteye aldığı yere bıraktı. Karartma gecelerini Bursa’da yaşamıştı. Sirenler acı acı çalmaya başlar, bütün evler bir anda karanlığa bürünür, lambalar söndürülüp siyah perdeler çekilirdi pencerelere. Evlerin ve sokak lambalarinin yanısıra araba farları da lacivert kağıtlarla kaplanmıştı. Herkes tedirgin, endişeliydi. Hava kararmadan evlerine girip sabaha dek evden çıkmazlardı. Belirli saatlerde ekmek bulmak zor olduğundan fırın önlerinde, çoğunluğunu çocukların, genç ve süslü kızların, yakışıklı delikanlıların oluşturduğu kuyruklar oluşurdu. İnsanlar savaş korkusuyla, şeker, un, zeytin yağ stoklamaya başlamışlardı. Genç delikanlılar –ölüm- gerçeğini düşünüp savaşa, sevdiklerinden, yavuklularından ayrılarak gitme yerine arkasında bir çocuk bırakarak gitmek için görücüleri sevdikleri kızların evlerine gönderip istetiyorlardı. Evlilikler artmıştı. Radyoda ve televizyonda mehter marşları ile Hasan Mutlucan’ın sesinden kahramanlık türküleri çalınıyordu durmadan… Kahvelerdeki konuşmalar hep Kıbrıs ve Kıbrıs’ta savaşan askerler üzerine kurgulanıyordu. Orta yaşlı ve yaşlı kesim yapılan savaşta verilen o kadar kayıptan sonra neden Kıbrısın tamamının alınmadığı yolunda yorumlar yaparken bir kısım ise Kıbrıs’ın Türk kuvvetleri tarafından işgal edildiğini söylüyorlardı. Oturdukları semte yakın olan askeri havaalanından eğitim uçuşu için sık sık kalkan savaş jetleri her kalkış yaptığında insanları korkuyla karışık bir heyecan kaplıyor, sokaklarda oynayan çocuklar evlerine kaçarken, sokaktakiler de en yakın kahveye girip televizyon başında bekleyen insanların arasına karışıp yeni ölüm haberleri beklemeye başlıyorlardı. Sokaklarda, caddelerde hiçbirşeyden korkmayan cesur delikanlılar kalıyordu sadece. Dedikodu çarkının ortaya çıkardığı-saldırı olacak-rivayeti sık sık insanların diline pelesenk olmaya başlamıştı. Sonra ölüm haberleri gelmeye başlamış Metin’in oturduğu semtte askerlik yapan yedi kişi şehit olmustu. Kahvede anlatıyorlardı. Özellikle paraşüt alayı çok ağır kayıplar vermişlerdi. Yüzlerce gencecik askerimizi havadayken vurarak şehit etmişti Rum gavuru. Ölen askerlerimizi Akbabalara yem ediyorlardı...Ama hepsinin intikamı alınmıştı. Bizim askerlerde Rum kızlarına tecavüz etmişler, her yeri talanlamışlardı. Kıbrıstan gelen askerlerin çoğunda kilolarca altın olduğu söyleniyordu. Askerler özellikle kiliseleri talan etmişlerdi...Kahveden birisi Kıbrıs’ta savaşıp-Gazi-olarak dönen bir askerin evinde üç tane büyük altın haç görmüştü kiliseden aldığı... “Metin, Metin...” Dudak Saim’in sesiydi bu. Ufak pencereden dışarı bakmaya çalıştı. Karakolun karşısındaki lokantanın önündeydi. Elinde bir paket, üstünde de beyaz gömleği. Dudağı her zaman olduğu gibi sarhoş kabadayı gibi bir tarafa doğru yatmıştı. “Sana bir şeyler getirdim. Kızları da getirdiler. Birisi sağlam diğeri de çürük çıkmış. Ben dayısıyla konuştum. Davadan vazgecti. Gençlik hesabı bağladık işi sen merak etme ama hafta sonu olduğu için sizi üç günden önce salmazlar onu da bil…Ben sonra İkinci şubeye gelirim merak etme sen eve de haber veririm merak etmesinler diye…” “Sagol…” dedi Metin.Babası her zaman olduğu gibi Ankara’da, kendilerine tercih ettiği diğer kadının yanında olduğundan önemli değildi ama annesi merak ederdi tabii. Hadi bir gece tamam olabilir ama üç gece!. Nezarethanenin kapısı acıldı ve Levent girdi içeriye. “Ne hesap” “Ya bunlarin hepsi manyak biliyormusun? Sapık herifler. Benim saçlarıma taktılar. Bu arada birkaç tane de yedik. Bunlar barış’tan, hippi felsefesinden bir şey anlamıyorlar. Biz rahat yaşayıp müziğimizi yapmak istiyoruz. Savaşma seviş diyoruz. Elleri rahat durmuyor ki. Biz ne yaptık ki? Acaip acaip sorular. Ne içmişik?Nereden almışık? İşe bak yahu. İnan seninle Bursa’dan buraya geldiğim için çok pişman oldum. Kusura bakma böyle olacağını bilseydim hiç gelmezdim.” Metin kızdı birden, sesini sertleştirdi “Nereden bilecektim ki böyle olacağını? Daha birkaç gün önce Plajda sevisiyorduk ne güzel. Günler güzel geçerken neden şikayetçi olmadın?.. Ayıp olmuyor mu?” Metin’de pişman olmuştu ama söylemeye cesaret edemedi. Cafe Hakan’da yaşananlar sonrası bir süre Bursa’dan uzaklaşmak istemişti. Levent başını öne eğdi yorgunluktan. Bursa’da heykel önünde, evinde veya Café Hakan’da olması için çok şey vermeye hazırdı. Keşke gelmeseydi, bin pişmandı şimdi…O kadar hücre kurma çalışmaları yapmışlar, peşine poliseler takılmış ama böyle bir durum yaşanmamıştı. Nasıl’da…Hayır adamlar saçlarına takmışlardı, ya kesmeye kalkarlarsa? Yok canım neden saçlarımı kessinler ki? Yok olmaz o kadar özen gösterirken, önem verirken. Beş yıldır uzattığı saçlarını kimsenin kesmesine müade etmezdi. Sonra Bursa’da arkadaşlarının yanına nasıl gidebilir, nasıl onların yüzüne bakabilirdi ki? Çocuğunu seven bir anne gibi beline kadar gelen uzun saçlarını sevgiyle okşadı. Kokladı, Parmaklarıyla defalarca taradı. “Haklısın! İnsan bazen yaşanan güzellikleri hemen unutabiliyor. Bazen siyahın yanında beyaz da olduğunu görmek istemiyoruz!” Birer sigara yaktılar. Çocukluktan gençliğe geçiş dönemlerinde çok gelirdi buralara...Dedesi yıllar önce Anadolu’dan en son aile göçünü Kumkapı semtinde sonlandırmıştı. Dedesi yıllarca, karakoldan iki sokak ilerde oturmuştu. Babası, Ermeni ve Rum’ların çoğunlukta olduğu bu sokaklarda büyümüş, zamparalık yapmış, ilk aşklarını yaşamıştı. Metin ilkokul çağlarında sık sık buraya babasıyla beraber gelir ve ailesini, eski arkadaşlarını ziyaret ederdi. Hatta bir keresinde hemen karakolun karşısında bulunan bir lokantada beraber oturup yemek yemişler daha sonra da meyhanede Ajda Pekkan’ın seks filmi olduğunu iddia edilen filmi seyretmişlerdi babası ile beraber. Ailenin tek erkek torunu olmasına karşın Metin’i pek sevmezler, yüz vermezlerdi. Metin’de onları sevmez ve görmek istemezdi ama Kumkapı’nın ilginç ve yoksul toprak sokaklarında dolaşmak. Yeni yerler, şimdiye dek tanık olmadığı, görmediği evler görmek için babasına eşlik ederdi...Metin yaşamında ilk kez siyah giyimli, kafasında uzun siyah bir şapka olan bir Papaz’ı bu sokaklarda görmüştü, yoksulluğu da. İnsanın kulağını okşayan kırık Türkçe konuşan Ermeni ve Rum kadınlarını da burada görmüştü. Evlerin çoğu ahşaptı ve her an yıkılacakmış gibi insana korku salıyordu. İki, üç veya dört katlı, çıkmalı, küçük arka bahçe ya da taşlıklı kagir yapılar ve bunların bir araya gelerek oluşturdukları sıra evlerin aralarında dolaşmak bir romanı okumak gibi geliyordu Metin’e. Kapı açıldı bir polis memuru elinde tuttuğu paketi uzattı Metin’e” Arkadaşınız gönderdi alın bakalım. Afiyet olsun” “Sağolun…” dedi Metin Mis gibi köfteye karışan soğan kokusu doldurdu ufacık odayı. Metin gazete kağıdına sarılı paketi açtı, açık sarı saman bir kağıtla sarılı iki paketten birini Levente uzattı.” Bak seni hapiste bile besliyorum!” “Çok şakacısın!” dedi Levent, “Nerde gülecektik?” Dışarda hava kararmaya başlamıştı. Şimdi iki tane de çay olsa ne güzel olurdu ama?Acaba polislere iş koysa yardımcı olurlar mıydı? Levent’e baktı göz ucuyla. Yıkılmış, yorgun ve perişandı. Zaten içine kapanık bir kişiliği vardı şimdi daha da içine kapanmıştı. Cafe Hakan’da devrimci hücre kurma çalışmaları sırasında tanışmıştı kendisiyle. Yapılan konuşmalar sırasında da sadece dinlerdi. Müzisyendi. Gitar çalıyordu...İçinde Levent’e karşı bir acıma hissi oluştu birden ve kendilerine bu duruma düşüren Sultan’ın dayısından nefret etti, lanetler, yıldırımlar yağdırdı gök tanrısı olup. Ağız dolusu küfürler etti. Tüm cesaretini toplayarak yerinden kalktı, belki karşı kahveden iki çay söyletebilirdi. Kapıya doğru yönelmişti ki kapı açıldı ve kumral tenli polis memurunun şapkasız başı gözüktü. “Sizi biraz sonra ikinci şubeye sevkedicez…” Dudak Saim’in dediği çıkmıştı. Metin, sesine verebildiği en masum duyguları yerleştirdi. “Neden serbest bırakmıyorsunuz ki? Bir suçumuzun olmadığı belli değil mi? Ayrıca hakkımızda bir şikâyet te yok...” Polis güldü “Tamam ama bırakamayız. Sizleri biz yakalamış olsaydık o zaman konuyu kapatabilirdik ama artık imkânsız çünkü artık devlet baba işin içine girdi o nedenle hakkınızda kamu davası açılacak…” “Neden…” “Kızların yaşları ufak henüz reşit değiller.” Metin’e baktı,” Şimdi sizi-Reşit olmayan kimseyi kendi rızası ve şehvet hissi ile alıkoymak-suçlamasıyla mahkemeye sevkederler.TCK 430/2 ve71.maddesine göre yargılarlar ama sonuç çıkmaz...” “Yani devlet baba yaşları küçük kızlarla gezdiğimiz, eğlendiğimiz için bizden hesap mı sorucak? Biz kaç yaşındayız ki? Ayrıca şikayetçi olan da yok?” Metin polise baktı soran gözlerle. “Memur bey inanın annem meraktan çıldıracak, hele birkaç gün eve gitmezsem polise bile başvurabilir…” “Anlıyorum çok saçma bir durum ama dediğim gibi gerçekten yapılacak bir şey yok olsaydı size hemen serbest bırakırdım. Üzülme pazartesi günü sizi bırakırlar…” dedi Polis, Metin’in endişeli bakışları, özellikle de annesinin kendisini merak edeceğini söylerken yüzündeki endişeli ifade kendisini etkilemişti. Oğlu Mustafa’da onun gibi bakardı böyle beklenmedik durumlarla karşılaşınca. Mustafa’da annesi için karşısındaki genç kadar endişelenir ve severdi. Belli ki tahsil, terbiye görmüş birisiydi...karşısındaki delikanlıya kanının ısındığını hissetti. “Memur bey sizden bir ricamız var. Mümkünse bize birer çay söyleyebilir misiniz? Kuru kuru yenmiyor…Parasını biz öderiz...” Polis memuru bir an durakladı. Sonra pencereyi açarak yolun karşısındaki kahveye doğru seslendi…” Bitirim, iki tane büyük çay..acele.” “Tamam amirim hemen icabında...” diye bir ses duyuldu. “Tamam çocuklar çaylar geliyor...” “Sağolun efendim. Çok teşekkür ederiz...” “Bundan sonra dikkatli olun. Tamam gençsiniz ve eğlenmek sizin de hakkınız ama ilişki kuracağınız kişilere biraz daha dikkat edin. Bak tertemiz çocuksun,kimbilir evdekiler seni nasıl merak ediyorlardır..” Metin’e baktı,” Annen, baban sağ değil mi?” Birdenbire mahsunlaşan Metin,” Evet memur bey”dedi Orta boylu, zayıf, saçlarının önü dökülmüş, yorgun bakışlı çaycı elinde üstünde dumanı tüten sıcacık, içinde tavşan kanı misali çay bardaklarıyla karakoldan içeri girdi. Etrafına bakındı, polis memuruna baktı. Bakışlarıyla çayları kime vereceğini sordu… “Ekrem abi...” “Çayları gençlere ver...” dedi “Mevzuata uyar mı abi? Sonra bir yanlış olmasın da..Di mi icabında..Yangını var zelzelesi var..“ “Uzatma da soğutmadan ver çayları…” Bitirim, Metin’e baktı. “Buyur bilader..” Metin kendisine uzatılan çayı alıp Levent’e verdi. Diğer çayı alıp tahta sedirin kenarına oturdu. “Teşekkür ederiz...” Kumral tenli polis memuru önemli değil dercesine başını salladı. Tam kapıyı kapatacakken, “Size güvenebilirim değil mi?” Metin şaşkınlıkla baktı, “Nasıl, anlayamadım?” “Tamam, tamam yok bir şey,” dedi polis memuru ve kapıyı kapatarak üstünden kitledi. “Helal olsun valla,” dedi Levent, ağzına doldurduğu lokmaları yutabilmek için çaydan birkaç yudum aldı arka arkaya. Ekmeği ısırdığı an kurt gibi acıktığını hissetti ”Sendeki bu dil yok mu?” Metin’in birden tüm açlığı gidivermişti. Tıkanmıştı boğazına kadar. Çaydan başka bir şey geçmiyordu… “Metin....Metin beni duyuyor musun?” Dudak Saim’in sesiydi. Pencereye yaklaşıp yanıtladı, ”Evet…” “Nasılsınız?” “Yiyecekler için sagol…iyiyiz…bir de bize sigara halledebilirsen? Önünde durduğun kahvenin bitirim bir garsonu var, ona rica edersen belki bize getirir..” “Tamam konuşurum…” dedi dudak Saim. Kendilerinin yalnız bırakmıyordu.Çok ilginçti, oysa kendisiyle öyle çok samimi bir arkadaslığı yoktu.Arada sırada yolda birbirlerini gördüklerinde-Merhaba-der geçerlerdi. En uzun konuşmaları- Nasılsın? İyiymisin? Görüşmek üzere-olmuştu...Metin’i şaşırtmıştı doğrusu. Bir sigara yaktı. Çay’ın yanında sigara içmeyi seviyordu. Ama çay içmeyi hiçbir şeye değişmezdi. Çok seviyordu ve hergün onlarca içiyordu tabi en iyisi evde içmekti. Kaçak Kilis çayı vardı evde. Annesi, uzun bir süredir tanıdığı ve müşterisi olduğu Kilisli pazarcılardan alıyordu. Zeytin, peynir, çay gibi gıda maddeleri satıyorlardı. Siyah sakallı siyah tenli ve sert bakışlı insanlardı. Pek güldüklerini görmezdi. Çaydan bir yudum daha aldı. Rize çayı olduğu belliydi ama hiç olmamasından daha iyiydi. Kilis çayı kendisine Leyla’ile olan tanışmalarını anımsattı birden. Onun sürmeli gözlerini, kırmızı etli dudaklarını ve attığı şuh kahkahaları anımsadı özlemle. Nerdeydi ne yapıyordu? O da kendisini özlüyor muydu? Yoksa çoktan unutmuş yeni maceralara yelken mi açmıştı? -Aman canım-dedi kendi kendine gözlerinde biriken ama yükseklik korkusundan dolayı aşağı atlayamayan gözyaşlarını sildi elinin tersiyle…Sultan ne yapıyordu acaba? Korkmuş muydu? Zavallım benim hiç suçu olmadığı halde onları kimbilir hangi şartlarda gerçekleştirilen bakire muayenesine tabi tutulmuşlardı. Belki de alay edip, aşağılamışlar, oraya muayene için gelen orospularla bir tutup onurunu kırmışlardı. Ne kadar da tatlıydı. Masumdu. Daha birkaç gün önce şimdiye dek hiç plaja gitmediğini, evden kendisini götürmediklerini, bir kez plajı görmek, kumlarda dolaşmak ve plaj tadını yaşamak istediğini belirterek Metin’den kendilerini plaja götürmesini istemişti. Metin havaların soğuk olduğunu, plaj mevsiminin geçtiğini, üşüyüp hasta olucaklarını söylemesine karşın ısrar edince Florya’da bir plaja gitmişlerdi hep beraber. Kendi yaşlarında birkaç kişi dışında kimsecikler yoktu. Hava ılık,su soğuktu.Hep beraber elele tutuşarak tertemiz,soğuk ve lacivertleşen denize doğru koşmuşlar, kendilerini soğuk suya bırakmışlardı.Buz gibiydi su Sultan’ın dudakları mosmor oluvermişti soğuktan.Birbirlerine sarılarak ısınmak istemişlerdi. Sultan’ın göğsüne dayanan sertleşmiş memeleri, belinin kışkırtıcı çukurluğu, kalçalarının ürperen yuvarlıklığı ve sertliği Metin’in kalbinin deliler gibi atmasına, içindeki sevişme isteğinin atların gemi azıya almasına neden olmuştu. Hemen sevişmeliydiler. Denizden çıkıp kabine gitmişler ve deliler gibi sevişmişlerdı. Sultanın mayosunu cıkartıp kucağına oturtmustu ıslak ıslak, tuz kokusu ve tadı karısmıştı dudaklarına... Sirkecide' ki İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasının önüne geldiklerinde Reno marka beyaz polis arabasından indiler. Hava serinlemiş ve kararmıştı.Tütün sarısı renkli bina zamanla bakımsızlıktan renk değiştirmeye başlamış ve özellikle geceleri bakıldığında ürpertici, korkutucu bir hal almıştı... Kalabalık bir işhanına benziyordu. Soğuk ve esrarengizdi. Sanki içinde yüzlerce hayaletin yaşadığı bir şatoya girmişti. Bir sürü elleri kelepçeli her boydan ve renkten erkekler, kadınlar itile-kakıla getirilip, götürülüyordu. Girişin sağ yanında merdivenlere kadar uzayan kuyruklar vardı. Amerikan filmlerindeki sahneleri yaşıyor gibiydi. Kalabalık, gürültülü. Halkı sadece polisler ve suçlulardan oluşan küçük bir köy’e misafir gelmişti sanki?.. Resmi, sivil, tutuklu, tutuksuz bir sürü insan merdiven çıkıp merdiven inmekten taş merdivenleri eskitmiş, yıpratmış, aşındırmıştı..”Burası ne oluyor şimdi? Adının Ekrem olduğunu öğrendiği kumral tenli polis memuru gülümsedi,” Burası yıllar önce Hovsep Aznavur isimli Ermeni bir Mimar tarafından yapılan Sansaryan Hanı. Şimdi ise Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılıyor. İşkence ve intiharları ile meşhurdur. Hani bana sormuştun ya en üst katında –Burada Allah Yok- yazısı var mı yok mu? Diye onu burada geçirdiğin iki gün içinde görüceksin.” Metin’e baktı yorgun gözlerle ,-şu işi bitse de bir an önce eve gitsem gibilerinden,-”Şimdi sizi nezarethane’ye götürüyorum. Hakkınızda gerekli işlemler yapıldıktan sonra savcılığa sevkedileceksiniz. Pazartesi günü sizi mahkemeye çıkartıcaklar, serbest bırakıp bırakmama konusunu ise Hakim verecek ama korkmayın sizi serbest bırakırlar.” Metin’in omuzuna elini koydu sevecenlikle, birkaç kez hafifçe vurdu,” Üzgünüm sizin için. Bizim karakolun ekipleri sizi almış olsaydı buralara kadar gelmezdiniz ama demek kaderinizde burasını görmek varmış. Inşallah bu sana ders olur ve buraya ilk ve son gelişin olur.”dedi. Bir boşluktan içeri girdiler. Demir parmaklıkların olduğu bir yere yanaştılar. ”Efendi olursan az dayak yersin, dikkatli ol,”dedi kumral tenli polis memuru.. Metin’i bir korku aldı birden çişi geldi, ürperiverdi içinde tanımlayamadığı, daha önce hiç yaşamadığı korkular ortaya çıktı bir anda. Kumral polis memuru demir parmaklıklara yakın bir yere konulmuş masanın etrafında oturan ve ayakta duran polislere yanaştı. Demir parmaklıklar ardında bir baştan bir başa yürüyen takım elbiseli, hırpani kılıklı, sakallı, bıyıklı, kara kara insanlar vardı omuzlarında ceketleri, ellerinde tespihleri ile volta atan. Boydan boya içersini kaplayan tahta ranzaların üstünde tek tük insanlar uzanmışlar uyuyorlardı. Kalbi deli gibi çarpıyordu Metin ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordu. Daha semtinin karakoluna düşecek bir olaya bile karışmış değilken…Ulan Sultan senin dayını ne yapmalı bilmiyorum…Bir sigara yakmak istedi ama çekindi sonra vazgeçti şimdi sıcacık evde olmak, annesinin yaptığı güzel yemeklerden yemek varken? Kim bilir belki de tanıdıklardan birine iftara giderdi...Etrafına bakındı, korktuğunu anladılar mı diye. Sanki tüm gözler kendisindeydi ve herkes ne olucağını merak edip bahse giriyordu kendi hakkında. Elinde silahsız bir şekilde Aslan’lara yem olsun diye Arena’ya atılan hıristiyan esirlere benzetti kendisini bir an. Dayak yiyecekleri kesindi, anlamıştı onu ama ne kadar yiyiceklerini merak ediyordu. Daha önce babasını kendisini sobayı karıştırma demiri ile iki kez dövmüştü. Korkmuyordu dayak yemekten ama başkalarının göünün önünde dayak yemekten utanıyordu. Kendini avutmak için cesaret verip duruyordu kendi kendine. Hazırlıklı olmalıydı. “Şimdi nöbet değişimi olucak, onu arkadaşlar halletsin. Biraz bekleyin..” Hep beraber beklemeye başladılar. “Bir sigara içebilirim değil mi?” dedi Metin “Tabi..” Ekrem abi dedikleri polis memuru ceplerini yokladı. Metin cebinden çıkardığı paketi uzattı, “Burdan yakın lütfen..” sonra Levent’e tuttu,”Yakıyor musun? Son içişin olabilir dikkat et. Biliyorsun buradan intihar edenlere rastlanıyor. Adam birdenbire cup diye en üst kattan atlayıveriyor aşağıya..”Memura döndü, ”Gazetelerde okuyoruz..” Sigaraları yaktılar. “Eve haber verebilecek kimsen var mı? Tam hafta sonuna geldiği için siz şimdi iki gün burada kalırsınız. Sizi çıkartmazlar..” “Sağolun, o bize yardım eden kişi bizim semtte oturuyor, sanırım eve haber verebilir...” sigarasından derin bir nefes çekti. Demek iki gün burada kalacaklardı.Nasıl dayanabileceklerdi ki? Ama zaten bu gece ve yarın gece vardı sabahında serbest kalırlardı… Levent’e baktı, saçlarıyla oynuyordu.Rengi bembeyaz olmuştu. Uzun boylu, ince bıyıklı bir polis memuru dişlerini ince bir kürdanla karıştıra karıştıra merdivenlerden inerek masaya doğru yaklaştı. Masada oturan polis ayağa kalktı.Yeni gelen sandalyeye oturdu.Bir şeyler konuştuktan sonra yeni gelen masanın üstünde duran defteri açtı.Ayakta duran yeni gelenin omuzuna dayandı sonra bir şeyler işaret etti,bir şeyler konuşup gülüştüler.Ayakta duran elini uzattıktan sonra yanındaki iki polis memuruyla birlikte yürüdü.. Yeni gelen onları işaret etti… Kendilerini getiren polis yaklaşıp birşeyler söyledikten sonra elindeki dosyayı uzattı...Yeni gelen elindeki dosyaya bir göz attıktan sonra kendilerine yaklaşmaları için eliyle işaret etti..”Suçunuz nedir sizin..?” “Bilmiyorum memur bey” dedi Metin.O an gözgöze geldiler polis memuruyla. “Bilmiyor musun?” Sesi birden değişmişti. Ayağa kalktı.Yeni gelen polisin başucunda bekleyen diğer polis memuru bir şeyler fısıldadı sonra”İyi nöbetler”diyerek ayrıldı yanlarından. Yeni gelen masanın etrafında dolaşarak Metin’in karşısına geçti. Elleri arkasındaydı, etrafına bakınıyordu. “O zaman ben sana söyleyim. Ufak yaştakı kızı zorla alıkoymak..” Metin tam karşı çıkıp anlatmaya başlayacaktı ki nereden ve nasıl geldiğini görmediği bir tokat yedi. Şak diye bir ses duyuldu sadece. Metin yediği şiddetli tokattan düşmemek için geri geri gitmek zorunda kaldı ve kapısı açık nezaret kapısından içeri giriverdi. Polis memuru kısa bir an Metin’e baktı. Metin hala ne olduğunu anlayabilmiş değildi ama yıldız gördüğünden emindi. Beyaz beyaz binlerce yıldız birden konfeti olup gözlerinin önünden geçivermişlerdi. Polis memuru bu kez Levent’e döndü. “Ya sen? Ne ulan bu saçların hali? Sen ibne misin yoksa?” “Ben müzisyenim…” dedi Levent “Nesin nesin? İbne misin?” dedi arkasından da boyuna uygun olan Levent’e sağlı sollu iki tane vurdu.” Neydin anlamadım? Ulan bu kızlar senin neyini beğenmişler ki. Seni yanındaki çocuk mu sikiyor yoksa?” hem konuşuyor hem de ard arda Levet’e vuruyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı Levent. Kendisini korumaya çalışıyor ama başaramıyordu…Bir ara polisten uzaklaştı. “Neden dövüyorsunuz ki benim hiç bir suçum yok ki? Neden bana vuruyorsunuz? Buna hakkınız yok... Bana vuramazsınız…” Levent’i dövmekten vazgeçen polis geriye döndü... “Ulan ben sana gösteririrm şimdi. İstersen git şikayet et. Birde polise karşı geliyorsun ha..” Polis memurunu ağzından, burnundan köpükler saçan boğaya benzetti bir an. Polis Levent’in saçlarından tuttuğu gibi yere savurdu. Bir tutam saç kaldı polisin elinde. “Ulan ibne ben de seni burada sikmezsem ne olayım…Demek bir de kafa tutuyorsun ha! Hem suçlusun hem güçlüsün...” Hem bağırıyor hem de ha bire Levent’e vurup duruyordu. Sakinleşmesini imkânı yoktu. Herkes gözler önünde yaşanan dayak olayını izliyor ama hiç kimse sesini çıkaramıyordu. Masanın yanında duran iki polis memurundan birisi elindeki gazetenin bilmecesini çözmeye çalışırken diğeri ise tırnaklarının içini temizlemekle meşgüldü. İri yarı, ince bıyıklı Polis ise Levent’i yere yatırmış dayağa yerde devam ediyordu. Nezarethane’nin içinde bekleyenlerin hepsi demir parmaklıklara yaslanmışlar seyrediyorlardı. “Yeter..!” diye bağırdı Metin, “Kendisi hasta, ölebilir...” Masanın yanındaki polis memurlarından biri dayakçının yanına yaklaşıp kollarından tuttu…diğer eliyle de Levent’e içeri girmesi için işaret etti. Levent topallıya topallıya nezarethane den içeri girdi. Kapı üstlerine kapandı… Ranzalardan birinin alt katına oturdular. Nezarethane’nin içindekiler yine kendi yaşamlarına dönmüşlerdi. Birkaç kişi –Geçmiş olsun- dedi. Birer sigara yaktılar. Omuzunda ceketi birisi yaklaştı kendilerine, “Geçmiş olsun kardeş. İyi dayanıklıymışsın. Bu herif gaddarın tekidir. Acımasızdır. Dövdükçe açılır dövmeye devam eder..”sustu.Kendilerinin göstereceği tepkiye baktı,”Fazla sigaranız varsa bir tane verir misiniz?” Metin cebindeki paketten çıkarıp bir tane verdi. “Bir tane de kulak arkası icabında…” “Kusura bakma bilader…” “Sizin işiniz zor ben bilirim. Şimdi siz yaşı küçük kızları alıkoymak suçundan en az altı ay yatarsınız. Eğer davacı olmazlarsa o zaman çabuk yırtarsınız...” arkasını dönmüş gidecekti ki,”Bayrampaşa da görüsürüz icabında..Hadi eyvellah..” Ses çıkarmadılar. “Gaddar köpek benim saçımın uzunluğundan sana ne ki? Sana giren çıkan mı var...” Demir parmaklıkların ardındaki masada oturan polise baktı,” Faşist köpek. Sanki saçlarımı uzattık diye ibne mi olduk? Bırakamaz mıyız?..” Ellerine baktı, ellerini başında gezdirdi… “Saçlarımı kopardı.Çekip kopardı resmen. Esasında kendisini dava etmem gerekir. Evet buradan çıktıktan sonra hemen bir avukata gidip kendisini dava edecem..”Metin’e baktı,”Şahidim olurmusun?” “Tabi,” dedi Metin. “O ne biçim soru?” “O gün plajdan çıktıktan sonra sen farkında olmadın ama bizim önümüzden bir karakedi geçti. Bütün şansızlığım oradan geliyor…” “Sen iyimisin?” dedi Metin “İyiyim merak etme...” “Ne bileyim o kadar dayaktan sonra belli olmaz! Beyin kanaması falan olabilir. Sen iyimisin gerçekten?” “Gerçekten iyiyim..” dedi Levent.. Nezarethane’nin en köşesinde oturan kalın bıyıklı, beyaz saçlı birisi yanlarına yaklaştı, “Geçmiş olsun çocuklar..” “Sağolun...” dediler Levent’e baktı.” Seni çok dövdü. Gaddar’ın tekidir. Onun nezarete düşüp dayağını yemeyen yoktur. Girişte ve çıkısta muhakkak döverler insanı. Sizde dikkat edin sabahleyin sizin isminizi okuduktan sonra yanıt vermezsiniz bu sefer daha çok döver…” Metin bir sigara uzattı. “Sağol delikanlı…” Kendilerine baktı, “Sizler temiz çocuklara benziyorsunuz? Neden sizi buraya getirdiler?” “Biz de anlamadık...” dedi Metin, “Yaklaşık on gün önce iki tane kızla tanıştık,gezip tozduk..Dün aksaray da bir discoya gittik.Kızın dayısı onları takip etmiş bizim girdiğimiz yeri tespit edip sonra gidip polise haber vermiş..şimdi buradayız..” “Davacılar mı?” “Hayır canım. Davacı falan yok. Kızların dayısı karakolda davacı olmadığını bir yanlışlık sonucu böyle olduğunu belirtmiş ama sonuçta buradayız. Kamu davasıymış..” “O zaman önemli değil bir-iki gün içinde sizi serbest bırakırlar...” dedi. sonra ayrıldı yanlarından. “Daha iki ay önce Cafe Hakan’da keyif yaparken bugün içinde bulunduğum duruma bak? İçine edeyim ben böyle –savaşma seviş-in. Düşman askeri gibi dövdükçe dövmek istiyorlar...” Metin’e baktı, “Sahi sen yengeden bir haber alabildin mi? Gerçi onun yerini tutabilecek Sultan var şimdi ama?” dedi esnedi birkaç kez. “Ben uyumak istiyorum, iyicene yorgunum,” dedi “O zaman ranzaların üstüne çıkalım...ama önce ben bir tuvalete gideyim.” Oturduğu yerden kalktı burnuna gelen pis kokuları takip ederek açık tuvaleti buldu. Her taraf eski sidik ve bok kokusuyla sıvalanmış gibiydi.Tuvalette biriken obak obak sarı, koyu kahverengi, kiremit rengi, açık sarı boklar insanın midesini alt üst ediyor insanın ardına bakmadan ordan kaçası geliyordu. Bu tuvaletlere imkan yoktu bir şey yapmaya ama çok çisi gelmişti. En temiz olanını seçtikten sonra zorla, burnunu tuta tuta işedi...Ayakkabıları olduğu gibi sidiğe bulanmıştı. Kızdı kendi kendine acele etmeye çalışırken ayakkabılarını kirletmişti. Acaba burası neden temizlenmiyordu? Buraya girip kontrol eden birisi yok muydu? Korkunç, iğrenç ve mide bulandırıcı bir kokusu ve görünümü vardı. Ranzaya çıktıktan sonra, “Sakın mecbur kalmadıkça hatta mecbur kalsan bile tuvalete gitme...” Levent uyuyordu. Sırtüstü sert ve kirli ranzaya uzanmaya çalıştı. Burada bit, pire gibi bir sürü asalak da vardır şimdi. Eve dönünce iyice bir keselenmeliydi. Kimbilir kendi yattığı yerde şimdiye kadar kaç kişi yatmış ve neler düşünmüştü. Belki de geceleri gizli gizli ağlamışlardı. Evlerini, eşlerini, çocuklarını düşünüp içlenmişlerdi. Acaba kaç kişi kendileri gibi suçsuz yere buraya gelip dayak yemişti? Hay allah...Karnı da bir acıkmıştı ki ama bu saatte nerden bir şey bulucaktı ki…Ellerini başının altına koydu. Üzerinde ceket gibi bir şey olsa yastık yapacaktı ama hava güzel diye gömlekle çıkmıştı evden. Hafiften bir üşüme de girmişti içine…Ama hayır uyumuyacaktı. Ya uyudukları zaman kendilerini soyarlarsa veya saldırırlarsa ne olurdu? Poisler kendilerini kurtarırmıydı yoksa iki serserinin kavgası diye arkalarını mı dönerlerdi? Gerçi alınacak bir şey yoktu ama yine de belli olmazdı. Sabahleyin bir kalkarlardı ki ayakkabıları kanatlanıp yok olmuş…Sonra? Hayır uyumaması gerekiyordu. Birşeyler düşünmesi, kendisini oyalayacak bir şeyler bulması gerekiyordu... Leyla ile son sevişmesini anımsadı. Leyla’nın organını öperken ona babasının notları arasında bulduğu kadınlar üzerine yazıları okumuştu sıcak nefesiyle.Türk ve Ermeni kadınların doğurgan olduğunu, Hintli kadınların yüzlerinin çirkin, kıskanç ve akılsız olup organlalrının da kirli olup koktuğunu. Zenci kadınların paha biçilemez güzellikler olduğunu, bedenlerinin yumuşacık ve kadife gibi olduğunu. Mekkeli kadınların cazibeli, şehvetengiz ve sevişmeyi bilen kadınlar olduğunu. Mısırlı kadınların şehvetli ve azgın olduklarını. Her gün defalarca seks yapmak istediklerini. Halepli kadınların kısa boyulu ama cinsel organlanın çok sıkı olduğunu. Bağdatlı kadınların da güzel seviştiklerini anlattıkça şuh kahkahalar doldurmuştu odayı. Canım benim. Seni nasıl özlediğimi bir bilen... Yerinden kalktı, ranzadan aşağıya indikten sonra bir sigara yakıp demir parmaklıkların önüne geldi...Kendilerini döven polis memuru gazete okuyordu. Parmaklıklara yaslanarak bakmaya başladı. Bir ara Dudak Saim’i görür gibi oldu ama onun bu saatte ne işi olabilirdi ki burada? Yok canım o değildi benzetmişti muhakkak. Aşağı tarafa doğru tekrar geçince gördü. Gerçekten oydu. O da kendisini görmüştü. Eliyle selam verdi. Bir şey isteyip istemediğimi sordu işaretlerle sonra yarın geleceğini söyleyip gözden kayboldu. Gecenin bu saatinde? Sigarayı kapının yakınında bir yere söndürdükten sonra tekrar ranzaya çıktı uzandı. Kendisi de iyicene yorulmuştu. Levent hafif hafif horluyordu. Bir iki kişi hala volta atmağa devam ediyorlardı. Gözlerini kapattı... Sultan ne yapıyordu acaba. Neredeydi? Onları başka bir araba ile getirmişlerdi ama görememişti kendilerini. Oysa kadınların kaldığı yer hemen çarprazlarındaydı. Onları oraya koysalar görürdü muhakkak. Acaba dayak yediklerini görmüşlermiydi?..Tam dalmak üzereydi aniden bir elin omuzuna dokunmasıyla uyanıverdi. Nezarethanenin kapısı açılmış ismi okunan çıkıyordu... Levent’i dürttü, “Levent kalk çabuk... Levent.” Levent elini başının altına alarak diger tarafına döndü… “Levent kalksana oğlum, yine dayak mı yemek istiyorsun? Levent..” Dürttü bir kaç kez. Birkaç tokat vurdu yanağına. Ama Levent horlayarak uyumaya devam ediyordu top atılsa duymaz örneği. Hemen ranzadan aşağı inip kapının oraya doğru yürüdü. İnşallah Levent kalkardı yoksa yine dayak yiyecekti... Kulakları okunan isimleri takip ederken ranzaya koşup ayaklarını dürtttü, çekti hızla ”Levent kalksana ulan..” Levent bacaklarını salladı ileri geri...” Ne var oğlum? “Hemen kalkmazsan göreceksin…” İsminin okunduğunu duyunca “Efendim…” dedi bağırarak, kapıya yöneldi...Boşlukta iki sıra halinde bekleyenlerin arkasına sıraya geçti...Akşam kendisine tokat atan polis gülümsedi bıyıkaltından, “Hadi neyse gibilerinden..” Kendisinin ardından Levent’in adı okundu. Hiçbir yanıt yoktu. Polis bir kaç sefer daha okudu…Metin polise döndü, “Uyuyor memur bey kendisini kaldıramadım..” Dün akşam o dayağı kim yese bir hafta yerinden kalkamaz diyecekti ama cesaret edemedi. “Kaldırın şunu…” dedi Polis.. Kapının önünde isminin okunmasını bekleyenlerden biri gidip Levent’i kaldırdı…Levent gözlerini oğuştura oğuştura kapıya yaklaştı… Zor yürüyordu. Kendisini döven polisi birden karşısında görünce hazırola geçti aniden” Komiserim duymadım…” “Kusura bakmayın sizi rahatsız etmek istemezdim ama sabah kahvaltısında ne alırsınız diye soracaktım..” Levent elini yüzüne götürdü o anda tokat geldi. Sallandı deprem oluyormuşcasına. Ardından bir tokat daha ardından bir tekme..”Geç ulan sıraya Bursa ibnesi..” Polisler yan taraflarında ikili sıra halinde taş merdivenlerden çıkmaya başladılar. Ayni amerikan filmlerinde gördükleri gibiydi. Heyecanlandı daha kendisine gelememişti. Gelemezdi de. Sabahleyin bir çay içmeden afyonu patlamıyordu, kendisine gelemiyordu. Bir sigara yaktı...İkinci subeye işi için gelenler kendilerine bakıyorlardı. Bazen güzel kadınlar görüyordu gruplar halinde. Kendilerini götüren polise suçsuz olduğunu savunan orta boylu, şişman, göbeklerini oynata oynata yürüyen çingene kadınları, hayat kadınları. Gözleri morarmış bir halde üst kattan inen suçlular. İkinci şubede sabah başlamıştı. “Nereye gidiyoruz memur bey?” Hemen yanında duran polis Metin’a baktı. Orta yaşlı olmasına karşın saçları bembeyaz olmuş birisiydi. Olgun ve anlayışlı birisine benziyordu. Bir de çok yakısıklıydı. Bir zamanlar okuduğu Mike Hammer roman kahramanını onunla eşleştirdi. Ne çok da yaraşırdı. Ama demek yükselememişti. “Önce resminiz cekilecek ardından da parmak iziniz alınıcak...” “Şimdi biz sabıkalı mı oluyoruz yoksa?” İçini bir korku kaplayıverdi. Ama suçlu değillerdi ki neden sabıkalı olucaklar? Tüm bu işlemlerin yapılması gerektiğini Polis Ekrem kendilerine anlatmıştı zaten. İçi rahatladı. Herşey filmlerdeki gibi gerçekleşiyordu. Ellerine üzerinde sayılar olan siyah bir tabela verip kendilerinin sağdan, soldan, tam karşıdan resimlerini çektiler. Resimleri çeken orta yaşlı bir kadın polisti. Uzun zamandır ayni işi yaptığı davranışlarından ve zamanla anlamlarını yitiren ve taşlaşan miniklerden anlaşılıyordu. Emirler bir robotun ağzından çıkar gibiydi. “Sağa dön. Kıpırdama. Konuşma. Düz dur. Gülme.Tabelayı oynatma…” Daha sonra parmak izlerini aldılar. Metin şaşkınlıkla etrafını izliyordu. İlk defa bu kadar çok sivil polisi bir arada görüyordu. Ayni amerikan filmlerindeki sahneleri yaşıyor gibiydi. Koltuk altlarında, bellerinde silah taşıyan polisleri gördükçe içi gidiyordu. Kendisi de polis mi ne olsaydı? Ama sivil polis olmak isterdi. Kimbilir ne cinayetleri aydınlatırdı? Türkiye’nin Mike Hammer’i olurdu. Herken kendisini tanır ve bir anda Türkiye’de cinayetler Mike Hammer korkusundan dolayı kesilirdi. “Gelin bakalım,” dedi polislerden birisi, “Müdür bey sizi görmek istiyor..” Polisle beraber yürümeye başladılar. Merdivenleri çıktıkça bitmiyordu. Bir kapının önüne geldikten sonra polis” Burada bekleyin”dedi. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. En üst kata çıkmışlardı. Yani buraya düşenlerin Allahın olmadığını iddia ettikleri yerdeydiler. En sondaki kapının yanında bekliyorlardı. Kapı açıldı biraz önce içeri giren polis kendilerini içeriye çağırdı... Metin önde Levent arkada odaya girdiler. Sultan ıle Nurten de odadaydılar. Metin, Sultanı görünce gülümsedi. Seni Seviyorum dedi dudaklarını oynatarak. Sultan’ın bakışları buğulandı birden, ağlamaklı oluverdi...Büyük ceviz bir masanın ardında oturan beyaz gömlekli polis müdürü Yılmaz’a bakarak,” Ne yapmışsınız siz bakayım? Ayıp değilmi? Şimdi gazetecileri çağırıp resimlerinizi çektireyim mi? Ne diyeceksin o zaman? Hem bak babanı tanıyorum ben...”dedi Metin’e baktı,-anlat-dercesine. “Efendim özür dileriz. İnanın kötü bir şey yapmak istememiştik sadece eğlenmek istemiştik ama çok üzgünüm ki şimdi sizin karşınızda duruyoruz. Tekrar özür dileriz. Bir daha olmaz.” Müdüre baktı yorgun gözlerle. “Tamam, tamam”dedi müdür.” Zaten davacı bir taraf yok ben kızlarla da konuştum. Tamam gençsiniz, eğlenmek hakkınız ama bundan sonra biraz daha dikkatli olun..”elindeki kalemle oynayıp duruyordu.Kapının kenarında ayakta bekleyen polise işaret etti.. “Bir daha sizi buralarda görmeyim. Tamam mı?” “Tamam efendim...” Polisle beraber kapının önüne çıktılar. Çıkarken Metin uzatıp Sultan’ın elini okşadı hafiften...Gülümsedi tekrar.” Canım benim seni çok seviyorum”dedi sadece onun duyabileceği bir sesle...Yumuşacıktı eli. Korku kokuyordu. “Gelin bakalım...” dedi polis. Kendilerini koridorun sonunda ufacık bir odaya soktu... kimse yoktu içerde. Metin hemen bir sigara yaktı.” Neyse yırttık galiba.. Bundan sonra beklicez. Yediğimiz dayak yanımıza kar kaldı hem de kızlarla doğru dürüst sevişemedik bile...Oysa nasıl da Sultanı su gibi içiyordum..” Uzaktan kalabalık ayak sesleri duyuldu sonra kaldıkları kapı açıldı ve onlarca insan içeri doluverdi. Kenara çekilip duvara yaslandılar. Kıpırdıyamıyorlardı. Balık istifi gibi üst üsteydiler. Değil kıpırdıyacak nefes alıcak gibi değildi. Kapının vesıkalık resim büyüklüğündeki pencere boşluğundan ne kadar hava gelebilirdi ki? Kısa bir süre içinde odanın havası değişmiş ağır bir koku yayılmıştı ortaya. Ter, ayakkabı, osuruk, sigara, pislik kokuları birleşmiş nefes almayı zorlaştırıyordu. Levent’e baktı “Yukarda havalar nasıl?” Ses çıkarmadı levent… Uzun bir müddet sonra kapı açıldı. Dışarı çıktılar. Polis uzun koridora ikişerli sıra olmalarını istedi. “Yüzünüzü bana dönün..” Metin sıranın en sonuna düşmüştü, hemen arkasında da Levent duruyordu. Neden buraya dizmişlerdi ki kendilerini? Resimlerini çekmişlerdi, parmak izlerini de almışlardı? Başını arkaya çevirip önünde durduğu odadan içeri baktı. İçerde bir sürü masa ve çoğu beyaz gömlekli bir sürü sivil polis vardı. Çoğunun doğulu olduğu yüzlerinde taşıdıkları anadolu resminden belli oluyordu. Çevresindeki insanlara dikkat ettiğinde insanların nereli olduklar hemen anlaşılabiliyordu. Büyük odanın en köşesinde oturan ve ayaklarını masanın üzerine uzatan polisle göz göze geldi bir an. Bakışlarını kaçırdı hemen. Hala sırada bekliyorlardı. Susamış karnı açıkmıştı. Şimdi bir kurufasulye olacaktı, yanına da bir baş kırmızı soğan ve turşu tabi bol miktarda acı biber... yenmezmiydi be.. Acaba evde ne yemek vardı?Annesi yemek yapmış mıydı ki? Babası evde olmadıkları zaman pek yemekle ilgilenmiyordu. Eskisi gibi değildi hiçbirşey. Mutlu aile yaşamları bitmiş, acı, gözyaşı ve hastalıkların ele geçirdiği çekilmez bir yaşam biçimine dönüşmüştü. Babasının annesinden ayrılarak Ankara’ya yerleşmesi ve yılın uzun bir süresini orda yaşaması düzenlerini tamamen bozmuştu…Aklına Oya geldi birden. Geçen gün memelerini görmüştü çeşmede yıkanırken ve aklı başından gidivermişti. Nasıl da ufacık ve diriydiler. Başları sanki yeni tomurcuk vermiş güllere benziyordu. Üzerinde öğle güneşinin tüm sıcaklığı ve güzelliğiyle tecavüz ettiği beyaz ve işlemeli bir sabahlık vardı. Metin’i görünce önce ne yapacağını şaşırmış ama toparlanmamıştı. Ama Metin’in göğüslerine baktığını görünce bir eliyle kapatmış ve kendisine gülümsemişti-Seni gidi hınzır-gibilerinden. Kendisi de gülmüş “Ama çok güzeller bakmadan edemedim. Senin gibi güzel bir kıza da böyle memeler yakışır”demişti moral vermek için. Oya’nın memelerinin ufaklığından şikayetçi olduğunu biliyordu. Elinde bileği kadar kalınlığında sopalarla bir polis çıktı ortaya. Gülümsüyordu. Elindeki sopayı eline vurdurarak sıranın tam orta yerinde durdu... Ayaklarını açmıştı. “Herkes ellerini ileri uzatıp açık bir şekilde diğer elinin üzerine koysun” Yılmaz anlamadı, sıradaki diğer insanlara baktı. Sag elini sol elinin altına sokup ileri uzattı. Polis sıranın en başına geçti. Sopayı hala elinde oynatıp arada sol elinin içinde tutuyordu. Karşısındaki adamın gözlerine baktı sonra arda arda sopa inmeye başladı. Her eline istediği kadara vuruyordu. Sopa kırıldıkça da bir yenisini alıyordu. Metin’in kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Bulundukları uzun köy anahtarlarına benziyen salonun bir köşesinde üç tane polis gülümsüyerek sigara içiyorlardı. Bazen –Ah Yandım- sesi duyuluyordu. Et ve sopa kokusu karışmıştı aldıkları havaya. Kendisine gelmesi için iki kişi kalmıştı sadece, dayak yemekten kaşış yoktu, herkesin yediği sopayı kendisi de avuçlarına yiyecekti. Sigara içen polislerden biri sigarayı yere atıp üstüne bastıktan sonra sıradakilerden birine işaret etti.. “Gel bakayım sen..” Sıradan çıkan siyah sakallı birisini kolundan tutup arkasındaki odaya soktu ve kapıyı aralık durumuna getirdi. Sıra kendisine gelmişti. Elini ileri uzattı ve sağ eliyle destekledi. Konsantre olmuş polisin kendisine vurmasını bekliyordu. Tüm cesaretini toplayıp polise baktı. Polis açık tuttuğu eline vurdu önce. Anlamadı, acı duymadı. Sanki birden eli uyuşmuştu. Sag eli hafifçe aşağı doğru gitmişti ama hemen kendisini toparlayıp düzeltmişti hemen. Hiç ses çıkarmamıştı. Polis tüm gücüyle bir tane daha vurduktan sonra “Değiştir” dedi. Sadece iki tane vurmuştu hemen elini değiştirdi. Kendisine diğerlerine göre hiç vurmamış sayılırdı. Bu düşünce cesaretini coğalttı. İki tane de sağ eline vurdu ama bu sefer o kadar hızlı değildi vuruşları. Sanki gizli bir güç kendisini koruyordu! Arkasındaki odadan inleme sesleri, haykırışlar gelmeye başladı bir an. “Arkadakiler öne çıksın” Leventle yer değiştirdiler. Ellerine baktı, hafif şişmişlerdi. Sopa izinin rengi kırmızıydı. Ellerini aşağıya doğru bıraktı. Yanıyorlardı, sanki avuçlarına birer kor parçası bırakılmıştı. Dayak yiyip arka sıraya geçenlerin çoğu ellerine bakıyorlar. Soluklarıyla üfleyerek, tükürüğüyle ıslatarak acılarını dindirmeye çalışıyorlardı. Polis bu sefer Levent’ten başladı, ayni polis değildi. Ama nedense polislerin çoğu Levent’in saçlarına takmışlardı. Saçları uzun olduğu için dövüyorlardı kendisini. Ne kadar ilginç bir durumdu aklına Bulgaristan geldi birden. Geçen yıl ikinci kez yaz tatilini geçirmek için önce Almanya’ya sonrada Bulgaristana gitmişti. Gençlerin saç uzatması yasaklanmıştı. Nerede uzun saçlı birisini görseler hemen sokak ortasında saçlarını kesiyorlardı bu nedenle de genç erkeklerin çoğu peruk taşıyordu. Polisi gördüklerinde hemen peruklarını çıkartıyor tehlike geçtikten sonra tekrar takıyorlardı. Polis Filibe meydanında bir keresinde kendisini durdurmuş ve birtakım sorular sormuş Turist olduğunu anladıklarında ise serbest bırakmışlardı. Nereye gitse uzun ve kıvırcık saçları ile odak ve kıskançlık noktası olurken kendisine, özellikle genç kızlar ve kadınlar tarafından gösterilen bu ilgi Metin’in çok hoşuna gitmişti. Özellikle genç ve çok güzel kızların kendisine gösterdiği ilgiden çok memnun kalmış harika bir tatil geçirmişti Bulgar kızlarıyla. Dayak bitmişti. İlk sırayı döven polis Metin ile Levent’in yanına gelerek “Siz ikiniz şöyle geçin”dedi. Kendilerine boşluğu gösterdi. Kısa bir süre içinde kimsecikler kalmamıştı bulundukları yerde. Polisler hepsini tekrar aşağıya indirmişti. Bulunduğu yerden odaya baktı yine ve ayni polisle bakışları tekrar karşılaştı. Hemen kenara çekildi Levent’e çevirdi bakışlarını. Sanki iki gün içinde çökmüş ve kamburu çıkmıştı. Metin’de rahat değildi ve kendini kirli hissediyordu. Oysa çorap taşımayı hiç sevmeydi ve eve gider gitmez çıkarırdı ayaklarından ama şimdi iki günden bu yana ayaklarındaydı ve sadece onun duyabildiği bir koku yayıyordu etrafa. Kapıdan zayıf, siyah pantolonlu ve sarkık bıyıklı bir polis çıktı, Metin’i işaret etti, “Sen gel bakayım” Metin odaya doğru yürüdü. Bakışları karşılaşan polisti kendisini çağıran” Gel bakayım yaklaş”dedi. Metin odaya girdi. Kapının hemen arkasında polisler biraz önce içeriye götürdükleri adamı yere yatırmışlardı. Polislerden birisi adamın tam göbeğinin üstüne yerleştirdiği bir sandalyede oturuyordu. Adamın pantolonunun kemerini çözmüşler pantalonunu aşağı doğru indirmişlerdi. Beyaz pazen donu görülüyordu... Adamın ayakları ise sandalyenin boşluğundan geçirilerek kalın bir sopaya bağlıydı. Kollarını sıvayan ve ağzında yarı yarıya yanmış bir sigara olan polis elindeki sopayla adamın ayaklarına vuruyordu. Her vuruş bir çığlık olarak geri dönüyor, odadan çıkıp bina da yankılanıyordu her defasında. Falaka dedikleri buydu demek hani Osmanlılar’da okullarda uygulanan. Ömer Seyfettin’in kitabını yazdığı…Kendisini çağıran polise doğru yürüdü. “Beni istemişsiniz?” “Senin adın ne bakayım?” “Metin efendim…” “Bak seninle adaşmışık benim de adım Metin.Senin suçun ne?” “Kızlarla yakalandık. Kızların yaşı ufakmış...” “Ne kadar ufakmış? Yoksa sübyancılık mı yaptın?” “Hayır, reşit olmalarına sadece birkaç ay var…” “Bak adın Metin olmasaydı ve sübyancılık yapmış olsaydın seni de falakaya yatırırdım...” Metin’e baktı,” Sen Efendi, temiz yüzlü bir çocuğa benziyorsun, okula gidiyormusun?” “Evet,” dedi Metin, “Liseye gidiyorum..” “Aferin,” sonra sesi yumuşadı,” Seni bir daha burada görmeyeyim? Okuluna devam et kimbilir belki de sende bizim gibi polis olursun ilerde...Eğitimini tamamla ve toplum içinde yararlı bir fert ol tamammı?” “Tamam efendim,” dedi Metin rahatlamıştı. “Teşekkür ederim...Size bir şey sorabilirmiyim?” Polis Metin gülümsedi, “Sor bakayım..” “Karakolda bize yöneltilen suçun Reşit olmayan kimseyi kendi rızası ve şehved hissi ile alakoymak olduğunu söylediler. Bize TCK nin 430/2 ve 71 madde uygulanıcakmış…Ben bunların hiçbirinden bir şey anlamadım çünkü bu doğru değil. Bir kız arkadaşlarımızla discoda eğlenirken yakalandık. Kızların dayısı şikâyet etmiş ama sonra yanlışlık yaptığını anlayıp şikayetini geri almış, ayrıca kızların bir şikayeti yoktu ki onlar istiyerek bizlerle beraber oluyorlardı...Biz şimdi sabıkalı mi oluyoruz?” “Hayır, sizi yarın sabah mahkemeye çıkaracaklar. Tabi serbest bırakıcaklar… mahkeme bir süre devam eder sonra biter. Ama bizim görevimiz buraya herhangi bir suç iddiasıyla getirilenlere gerekli işlemi yapmak ve mahkemeye sevketmek...Aferin akıllı bir çocuksun…sakın siyasete falan karışma…bundan sonra da yaşları reşit olan kızlar bul kendine...” Gülümsedi. Metin,” Sağolun efendim. Birde önünüzdeki gazeteyi okuduysanız sizden rica edicektim. Babam her gün iki gazete okumaya alıştırdı da...” Metin’in adaşı polis gülümsedi,” Demek her gün gazeteye okumayı alışkanlık hale getirdin al o zaman, senin olsun!” “Çok teşekkür ederim, çok sağolun”dedi arkasını döndü. Adamı hala dövüyorlardı suçunu merak etti ama soramazdı ki? Birini daha getirmişlerdi. Onu ise sandalyeye oturtmuşlar sorguya çekiyorlardı. Polisin biri en fazla 30 yaşlarındaki adamın omuzuna dayanmıştı. Odadan dışarı çıktı...İki polis biraz önce durdukları boşlukta bir sandalyeye oturttukları Levent’in saçlarını kesiyorlardı. Bir şeyler söylemek istedi ama ne söyleyebilirdi ki? “Sen orada bekle...” dedi polislerden biri. Levent karşı koymak istedi,” Siz benim saçlarımı kesemezsiniz, hakkınız yok buna..” “Sus ulan Eşşekoğlueşşek…sen ibne misin? fazla konuşma yoksa gebertirim şimdi seni...” Biri Levent’ı tutuyor diğeri ise Levent’in saçlarının herhangi bir yerinden tutup kesiyordu. Levent ağlamaya başlamıştı..”Ben artık yaşayamam..” diyordu. “Yaşarsın yaşarsın bu sana ders olsun...” Levent saçları kesilince bır tuhaf olmuştu. Saçları delik deşik edilmiş bir başak tarlasına benziyordu. Karşısına konulan aynadan kendisine bakan Levent’in iç çekmesi, ağlaması devam ediyordu…” Ben size ne yaptım? Neden benim saçlarımı kestiniz? Suçum neydi? Dövdüğünüz yetmedi? Ben size ne yaptım!” Donuk donuk bakmaya başladı. Polisler kahkahalar eşliğinde saç kesme işlemini bitirdiler. Kalk bakalım traşın bitti. Bak böyle bir traşı en ünlü kuaförde dahi bulamazsın. En azından yüzün gözün açıldı... Meğer sen ne kadar efendi bir çocukmuşsun... Saçların kısa olsaydı bu kadar dayak yemezdin. Metin bir köşede çaresizce Levent’e yapılanları seyrediyordu. Polislerden birisi bir süre önce kaldıkları ufak hücre’nin kapısını açtı..”Gelin bakalım..” Levent sendeliyerek ayağa kalktı. Başı önüne düşmüştü. Kendi kendine bir şeyler söylüyordu. Hücreye girdiler. Metin kapının önünde kaldı. Daha ne kadar bu katta tutucaklardı ki kendilerini? Her an herşey olabilirdi. Sıkılmaya başlamıştı sabah nasıl olucaktı ki? “Ben artık yaşayamam…” dedi Levent,başını duvara vurdu.”O kadar dövdükleri yetmiyormuş gibi birde saçlarımı kestiler..yok yok yaşayamam artık.ben bu saçlarla nasıl Bursaya dönerim?Benim de bir gururum var.Evet en doğrusu benim ölmem.” Dedi başını duvara vurmaya başladı. Metin, kalkıp sarıldı engelledi. “Saçmalama…” Levent, soran gözlerle etrafına bakındı, tavana baktı. Sonra belindeki kayışı cıkarıp boğazına geçirdi ve çekmeye başladı... Metin hemen Levent’in yanına gidip engel olmaya çalıştı,” Yapma Levent…Saçmalama. Çok haklısın ama bundan sonra ne yapılabilir ki..İnsan saçları kesildi diye kendisini öldürürmü? Saçmalama Levent..” Hem konuşuyor hem de Levent’in boğazına geçirdiği ince deri kemeri sıkmasını engellemeye çalışıyordu. Ama Levent kendisinden uzun boyluydu, yukarı uzattığı ellerine ulaşamıyordu. Karnına iki tane vurdu. “levent kendine gel oğlum bir saç için değermi bak seni haşat ederler şimdi yapma…”dedi bir tokat attı ama…engel olamıyordu kemeri sıkmasına, suratı kırmızılaşmış ve terlemeye başlamıştı.. ”Levent,” Belinden tutup sarstı kendisini. İleri geri salladı, ellerini ayırmaya çalıştı. Zıpladı bileğinden tutup çekmeye çalıştı ama bir türlü başaramadı. O zayıf, sıska birisi sanki film kahramanı Herkülün gücünü almıştı, engel olmak imkansızdı. Karnına bir yumruk vurdu…Levent kayışı sıkmaya devam ediyordu...Metin kapının ufacık deliğinden bağırdı, “Memur bey bu kendisini öldürmeye çalışıyor, engel olamıyorum bana yardım edermisiniz? Çabuk lütfen..” Levent’in saçlarını kesen polis memurunun yüzü endişelendi birden, “Ne yapıyor, kendini öldürmeye mi çalışıyor..?” Inanmamıştı herhalde. Öyle ya o ufacık yerde kendisini nasıl ve neyle öldürebilirdi ki? Polis kapıyı açıp Levent’i görünce hemen koşarak Levent’in eline sarıldı. Kemeri sıkan ellerini ayırmaya çalışıyordu.” Yardım et bana..” Metin bir eline, polis bir eline sarılmış çekmeye çalışıyorlardı ama başaramıyorlardı. İnsan bu kadar kuvvetli olabilirmiydi? Polis, ayağını Levent’in kasığına dayada, sol kolunu çekmeye çalıştı...Levent’in nefesi kısılmaya ve morarmaya başlamıştı. Polis ağzıyla tiz bir ıslık çaldı. Hücre kapısının açık olduğunu gören iki tane polis hemen içeri girdi. “Yardım edin sanki çocukta ayı kuvveti var…” Metin kenara çekildi. Üç polis Levent’i yere yıktılar. Levent hala kemeri sıkmaya devam ediyordu. Elleri kilitlenmişti sanki. Polislerden birisi üstüne oturdu... Dünyayla zihinsel bağlarını kopartan, umulmadık dayak ve hakaretlerden sonra saçlarının kesilmesini zihninde yarattığı depremlerin etlisiyle korku, çekinme gibi tüm duygularını yitirip, kontrolsüz ne yapacağı belli olmayan bedensel gücü doruk noktasına taşıyan Levent’le baş edemiyorlardı. Levent’in saçlarını kesen polis birden hiddetlendi,” Ulan demek sen başımıza bela olmak istiyorsun öylemi…” dedi bir tekme salladı.” Ben de seni pencereden atmazsam şimdi...” Kendisini kurtarmalarını engellemek için sağa sola tekme savuran Levent’in üzerindeki polis birden acıyla yüzünü buruşturdu.” Bana vurdun...” Canı yanan poliste kızmıştı...Sopayla, tekmeyle, yumrukla, copla Levent’i dövmeye başladılar. Metin’in içinden fırtınalar kopuyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi birden... “Yeter öldüreceksiniz!” “Sen karışma!” Yerde yatan Levent’i kollarından sürüyerek hücreden çıkardılar. Metin hücrenin birleştiği köşelerden birini arkasını vererek çömeldi. Bir sigara yaktı tıtreyen elleriyle mavi dumanı içine çekti. Başı döndü birden. Ne düşüneceğini bilemiyordu. Levent için çok üzgündü ama elinden bir şey gelmediği gibi tüm olanlardan kendisini sorumlu tutuyordu. Sanki onun yüzünden olmuştu herşey. Kendisini korur gibi davranıp Levent’i dövmeleri vicdanını rahat bırakmıyordu. İkisinin de suçu ayniydi o zaman ikisini de ayni dövmeleri gerekmiyormuydu? Sigarasından bir duman daha aldı. Yarı aralık kapıya baktı. Yerde sürünürken Levent’in kapı aralığında kalan bakışları hala oradaydı.İnşallah bir şey olmamıştı! Levent’in saçlarını kesen polis içeri girdi...Terlemiş yüzü kızarmıştı hafiften.” Yardımın için sagol”dedi. “Bize haber vermeseydin şimdi belki de arkadaşın ölmüştü...Kendisini zor kurtardık tabı bu arada biraz dövmek zorunda kaldık..” Gerek yoktu herşeyi görüyor ve yaşıyordu Metin. Karakola düştüklerinden bu yana polis’in tek işinin dayak atmak olduğunu öğrenmişti. Kendilerine ders mi vermek istemişlerdi ki? Neydi mesele? Suçsuz oldukları halde, baskıya, dayağa, şiddete maruz kalmışlardı durmadan. Ya suçlu olsalardı o zaman ne olurdu acaba? Herhalde ikisini de iki gün boyunca ıslatıp ıslatıp döverlerdi. Ne babasını tanıyan polis ne adaş polis –sen temiz bir çocuğa benziyorsun- demezdi herhalde. Şimdiki gibi anlayışlı davranmazlardı. “Arkadaşını doktor muayane ediyor...biraz sonra getiririz. Tekrar sağol yardımlarından dolayı. Ne kadar kuvvetliymiş meğer..” Kapıyı kapatıp dışarı çıktı. Demek Levent’i doktor getirecek kadar çok dövmüşlerdi. Kimbilir ne haldeydi zavallı. Oysa sessiz, kendi halinde, hani derler ya ensesine vur lokmasını ağzından al örneği birisiydi...Ne kadar da seviyordu saçlarını. Bazen Metin sorardı kendisine saçlarını kestirip kestirmiyeceğini... Gülerdi... “Benim saçlarımı kimse kesemez. Ben onlara gözüm gibi bakıyorum...” Severdi, okşardı saçlarını, konuşurdu onlarla... Şimdi ne yapıcaktı? Herhalde aylar boyunca evden dışarı çıkmazdı artık. Arkadaşlarının yüzüne bakamazdı. Hem ne diyecekti ki onlara, nasıl bir bahane uyduracaktı...Ayakları yorulmuştu. Pantolonunun kirlenmesine aldırış etmeden yere oturdu. Kirleneceği kadar kirlenmişti zaten.. Polisten aldığı gazeteyi açtı. Taşkömürünü tonu 33 lira ucuzlamıştı. BM Genel Kurulunda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Turan Güneş, ”Türkiye’nin Kıbrıs’taki müdahelesinin işgal veya ilhak amacını gütmediğini asıl amaçlarının ada’nın bağımsızlığını,egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak “olduğunu söylemişti. Yılmaz Güney’in rolü Erkan Yücel’e verilmişti. Endişe filmi çekilirken Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’yu öldürmek suçundan tutuklanan Yılmaz Güney’in rolu Erkan Yücel’e verilmişti. Kıbrıs için askere alınan işçilere ücretleri ödenecekti. 3 Mart’ta, Paris yakınlarında Ermenonville ormanlarına düşen THY ait uçakta yaşamını yitiren 48 Japon yolcunun yakınları THY’nı mahkemeye veriyordu. 30.Ekim’de Zaire’de yapılacak olan Dünya Ağır Siklet maçında Foreman ile karşılacak olan Muhammed Ali, “Foreman’ı dünyada devirecek tek böksör benim” demişti. Amatör Milli Takımı, Batı Almanya ile beraber kalmıştı. Göztepe oyuncusu Özer’i 1.5 milyona Fenerbahçe’ye veriyordu. Gençlik ve Spor Bakanı Yılmaz Mete,” Federasyonlar seyahat acentasına dönmüş eğer görevde kalırsam Altı başkanı görevden alıcam”demişti. Galatasaray ile Beşiktaş berabere kalmıştı. Doğan Babacan’ın yönettiği maç süratli, haraketli, sert, itişmeli ve bol tekmeli fakat futbol açısından kalitesiz geçmişti... Aşağıdan bir haykırış geldi kulaklarına. Saçları dimdik oldu.Saçlarını saran ürperti önce sırtına sonra da tüm vücuduna yayıldı.Kurban edilen danaların böğürmesine benziyordu dışardan gelen bağırtı.Yeniden bir kez daha bağırdı adam. Suçu neydi acaba? “Ben yapmadım, ben yapmadım”diye haykıran, yalvaran ağlamaklı sesi bir kez daha duydu. Polislerin, “Herşeyi anlat yoksa buradan çıkamazsın!Söyle nasıl öldürdün, neden öldürdün? Acımadın mı zavallıya” sözlerine, “Acıyın ne olur ben yapmadım. Ben müslüman, beş vakit namazında birisiyim Allahınız yok mu sizin? Beni herkes tanır, isterseniz Vali beye sorabilirsiniz. Nolur artık vurmayın” sözleri karışıyor sonra adamın bağırtıları bir kez daha tüm odayı kaplıyordu. Kapı açıldı, Levent’i iterek içeri soktular… Sol gözü morarmıştı. Ayağını yürürken sürüyordu. Metin’in yanına geldi oturdu yere.. “Bir sigara versene bana..” Rahatlamış gibi bir hali vardı. Bir şey mi yapmışlardı kendisine acaba, iğne, ilaç gibi.. “Sana bir şey mi verdiler?” “Bilmem”dedi Levent, Metin’e baktı. “Neden kurtardın beni?” Metin, Levent’in sorusunu geçiştirmek için, morarmış ve şişmiş gözüne baktı “Çok acıyor mu?” dedi. “Beni neden kurtardın? Hem ölemedim hem de ölmek istediğim için bir ton dayak yedim bu ne biçim iş ki? “Hiçbirimiz senin ölmeni istemiyor ki..” sevecenlikle omuzunu okşadı. “Ben nasıl Bursaya dönücem şimdi? Bana soru soranlara ne anlatıcam?” “Doğruyu söyleyeceksin...İstanbul’daki ikinci şubedeki şanlı direnişini anlatacaksın onlara. Saçlarını nasıl kestiklerini nasıl dayak attıklarını...Artık arkadaşlarının belki de hiçbir zaman sahip olamayacağı bir deneyim elde ettin... Anlatırsın... İkinci subenin en üst katında Allah’ın olmadığına tanık olduğunu.” sigarasından bir duman çekti. “Biz ailelerimizin yüzünü kızartıcak bir şey yapmadık. Suç işlemiş falan değiliz.. O yüzden alnımız ak..” “Haklısın ama saçlarım...” “Uzar be arkadaşım…bak benim de saçlarım ne kadar uzundu ama ben kendim kestim...Kökü bende değilmi istediğim zaman uzatırım…” “Sanki bedenimden bir parça etimi kopardılar. Dayanılıcak gibi değil, hayır bari Nurten’e birşeyler yapabilseydim gene de bu kadar üzülmezdim! Doğru dürüst bir öpemedim bile...” “Suç senin.. Sana kaç kez söyledim ama sen aldırmadın..” “İstemedi kaltak suç bende değil..O kadar iş koydum neler neler anlattım ama kandıramadım bir türlü...”Sigarasından bir duman çekti.”Sen işi iyi götürdün ama. Zavallı Sultan..” “Bir an önce mahkemeye çıksak ta ne olursa olsun...” “Onun için önce sabah olmalı..” dedi Metin “Olur mu dersin?” Başını duvara dayayıp gözlerini kapadı.İki aksamdır doğru dürüst uyumamışlardı. Kirlenmişlerdi, dayak yemişlerdi. Belki de katillerin, canilerin, hırsızların arasında haberleri olmayan bir gün geçirmişlerdi. Kaş kişi vardı ki? Gözlerini açıp hücrenin büyüklüğüne baktı. Kaç kişi olabileceklerini hesapladı.Sonra kendilerini iki kişilik sıraya dizmişlerdi yani en az elli kişi vardı.Bunların hepsinin suçsuz olduklarını sanmıyordu.Polis bazılarını gerçekten çok dövmüştü.Hele birinin elinde iki tane sopa parçalamıştı.Falakaya yatırmışlardı. Kimbilir son iki gündür İstanbulda meydana gelen olayların kaçını içinde bulunduğu kişiler işlemişti? Kendilerini de soyabilirlerdi. Dikkatli olmak zorundaydı. “Ne düşünüyorsun?” dedi Levent, sigarasından derin bir nefes aldı. “Bilmem!” dedi Metin, Levent’in yorgun gözlerine baktı. Yorulmuştu. Kirlenmişti. Dayak yemişti ve karnı acıkmıştı. Ama en azından eve dönüş parası vardı... “Ben şimdi bir hamamda olmak isterdim. Ohh şöyle sıcacık göbek taşına uzanıcaksın. Orada çalışan ayılardan birine de güzel bir masaj yaptıracaksın. Adam seni güzel bir yoğurduktan sonra güzelce yıkanıp çıkıcaksın...”dedi Levent. “Bursa’ya döndüğünde gidersin”dedi Metin isteksizce. “Eee o kadar dayaktan sonra güzel bir masaj gider doğrusu...” dedi Levent, hücreye boylu boyunca uzandı. “Şimdi buz gibi bir Uludağ gazozu ve Nurten olucaktı ki...” “Bir sigaradan başka bir şey veremem” dedi Metin Bakışıp gülüştüler. Erdem Buyrukçu
Gerçekedebiyat.com