Adalet… İyi ama nerede?
Yargı yetkisini kullananlar, yasaların hükümlerini uygulamak zorundalar, çünkü yasalar adaletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Eğer bugün kör topal da olsa karmaşa içinde yaşamıyorsak bunu onlara borçluyuz… Ancak: a-Yasaların içtenlikle ve tarafsızca uygulandığına inanıyor muyuz? b-Yargıçlar, kısacası yargı görevlileri korkusuzca ve cesurca karar verebiliyorlar mı? Yukarıdaki sorular ve benzerleri çok eskidir… Her çağ, her dönem bu tür sorular sorulur ve konunun anlaşılmasına yönelik can alıcı birkaç örnekle başlayalım… Sözgelimi iktidarın ya da dizginleri elinde tutanların aleyhine olumsuzluk içeren herhangi bir söz edildiğinde hemen soruşturma açılır, farklı görüştekiler kovuşturmaya tabi tutulur. Ya da bir topluluk, bir grup, alt edilmesi gereken tehlike olarak görüldüğünde, yasalar üstü yetki kullanımı diyebileceğimiz bir yerlerden gelen talimat ve yönlendirmelerle söz konusu topluluğu cezalandırma yoluna gidilir ve bu tür uygulamaları dünyanın her ülkesinde görebiliriz. Her ülkenin yargısı, yargılama yetkisini öncelikle “ulus” adına kullanır. Hukuk ve yasa her koşulda devletin ve egemenliğin çıkarları öncelenerek yorumlanır… Bu her yerde böyledir. (Eskiden Tanrı, kilise, kral adınaydı.) Birey adına hak ve hukuku kullanmak ise ikinci, hatta üçüncü sıradadır… Bu önemli bir eksikliktir, çünkü kişinin hak ve hukukundan önce devleti, tapınakları veya ilahi güçleri önceliyorsak, burada ne adaletin eşitlik ve uygunluğundan söz edebiliriz ne de keyfi sapmaların önüne geçebiliriz… Keyfiyet eşitliği reddeder. Eşitliği reddeden yasayı da reddeder. Herhangi bir mahkemeye, yargıca, savcıya son yıllarda toplumda travmalar yaratmış, yaralar açmış “mülakat” adaletsizliğinin giderilmesi için “bu bir hak gaspıdır, hırsızlıktır… Tıpkı geçmişte yapılan soru çalmakla aynı işleve sahiptir,” diyerek şikayete bulunacağımızı varsayalım… Muhtemelen şikayetimiz dikkate alınmaz ya da sonuçsuz kalır, çünkü yargıcın iktidarın kararına karşı gelmesi veya onu yok sayması ciddi şekilde soruşturma konusu yapılabilir… Yargıç görevden alınabilir… Mesleğinden olma korkusu yaşayabilir… Bu ve benzeri risklerle karşılaşmamak için belki de hiç arzu etmediği halde iktidarın kararına uygun şekilde mülakatın adil ve yasal olduğu yönünde karar vermek zorunda kalabilir… Daha vahimi: Eğer iktidar kendi isteği, düşüncesi, davranışı ve beklentileri dışında kalan birini işe almamaya niyet etmişse, olmayan kanıtlar, boş lakırdılar, kusursuz yalanlar, abuk sabuk gerekçeler oluşturarak, hatta bazen bütün bir geçmişi, soy sop didik didik edilerek ilgili kişiyi saf dışı bırakabilir… Kendi yolunun doğru, ötekinin yanlış olduğunu gerekçe göstererek bildiğini okumaya devam edecektir ve bunun anlamı şudur: “Yasalarınızın, hak ve hukukunuzun benim için önemi yoktur… Ben sahip olduğum ahlaki değerleri, kültürü ve bana yakın olanı tercih ederim,” der ve böyle düşünen biri için doğal olarak yasaların bağlayıcı ve eşitlikçi gücü rahatsız edici olur… Geleneksel ahlaki sistemlerimiz her zaman, geçmişte de bugün de hüküm süren adaletsizliğin kaynaklarını besleyen unsurların başında gelmişlerdir… “Komşun açken tok yatan bizden değildir,” der ama aslında komşunun açlığı umurunda değildir… “Fırat’ın kenarında bir kuzu kaybolursa sorumlusu benim…” gibi bayat, ucu açık söylemlerle kendini yasa yerine koyan birinden asla hak ve hukuk beklenilmez. Tanık olduğumuz kadarıyla -en azından bugün için- herkesin işini düzgün yapabileceği ahlaki bir sitem ufukta görünmüyor. Ne yazık ki ahlaki kurallarımız bizi suç işlemekten alıkoymuyor. Kültürel motiflerimiz, eğitim sistemimiz yanıltıcı ve gerçeklikten uzaktırlar. Bunlarla doğruyu yanlıştan ayırt edemeyiz. Böyle olunca geriye sadece yasalara güvenmek, inanmak ve onları güçlendirmek kalıyor. .. Karizmatik liderler, vaatler, yalan ve aldatmalar, büyülü işler ve işlemler, yasaların önemini yitirdiği pazarlarda ortaya çıkar. Yasaların denetiminden veya adaletten koptuğumuz zamanlarda nereye varacağı kestirilemeyen keyfi ahlaki kurallar, keyfi kişisel uygulamalar devreye girer. Bu da “bir defadan bir şey olmaz,” diyen birilerinin kuşaktan kuşağa aktarılmasına neden olur. Hoşumuza gitsin gitmesin, adalet ile ahlaki ve kültürel motiflerimiz karşılaştırıldığında, gücünü yasalardan alan adalet daha etkin, daha dürüst ve eşitlikçi role sahip görünüyor. Ahlak bencildir ve çıkarlara göre sonuca varır. Nerede başlayıp nerede biteceği belli olmayan, sınırları belirsiz kurallar dizgesi olarak karşımıza çıkabiliyor ve yanlışı düzeltmez. Aksine kalıcı hale getirir… Adalet ise zaman zaman sendeler ama ayağa kalkmasını bilir. Bundan dolayı adalet en değerli şeydir. Haydar Uzunyayla AHLAKİ SİSTEMİMİZ ADALETSİZLİĞİ BESZLİYOR
Gerçekedebiyat.com