‘Falih Rıfkı Atay’ı 'gördünüz mü?'
Bana göre, dünya durdukça Türkçe yazılan en güzel metinler arasında yer alacak aşağıdaki satırların yazarı Falih Rıfkı Atay’ın 52. ölüm yıldönümü 20 Mart 2023… (…) Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan'ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs'süz, Şam'sız, Lübnan'sız, Beyrut'suz ve Halep'siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız. Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe: - Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor. Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağnağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi! - Eğer kalırsam, diyor, bütün emelim Anadolu'da çalışmaktır. Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa... Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz, istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: - Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın: - Ahmed'imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü. Şimdi Anadolu'ya, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu'dan utanır gibi, hepsi İstanbul'a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed'ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz. Ahmed'i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek... Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik! (…) ‘Zeyindağı’ adlı kitabından alıntıladığımız bu çarpıcı satırların sahibi, 1. Dünya Savaşı yıllarında Cemal Paşa’nın emir subayı Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in yakın çalışma arkadaşlarından olmuş, usta kalemiyle Ulusal Kurtuluş Savaşımıza verdiği destek yüzünden idamla yargılanmıştı. ‘Kurtuluş’ta Mustafa Kemal’in yanında olan Falih Rıfkı Atay, ‘Kuruluş’ta Atatürk’ün ideallerinin, özellikle ‘1938’den sonra, ne kadar yanındaydı? Atay sağlam anlatımı ve duru Türkçesiyle dönemin basınının en etkili kalemlerinden biri oldu. Türkçeyi etkin kullanmadaki ustalığıyla gazetecilik mesleğinde en üst basamaklara kadar yükseldi. Gazetecilerin meslek örgütü Türk Basın Birliği’nin başına seçildi. Gelin görün ki mesleğinin her aşamasında eleştirilerin hedefi, üslubu ve yaşam tarzı yüzünden pek çok kere karikatür konusu oldu Falih Rıfkı Atay. "Çocukluğumun en tatlı hatırası rıhtımda uzun sefer gemilerinin düdük sesi idi. Hamit despotluğunda Türklere seyahat yasaktı. Çocukluk özlemi içimde kalmış olacak ki otuzdan fazla kitabımın büyük çoğunluğu yolculuk yazılarıdır." diyerek anlattığı bu bitmez gezileri, dönemin önemli karikatürcüsü Cemal Nadir Güler’e de fazla gelmiş olmalıydı: Cumhuriyetin inşa sürecinde, zamansız ölen bir iki çalışma arkadaşını saymazsak, çevresindeki herkes sınırlı çapları yüzünden büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ü yalnız bırakmışlar… Hele bugünden bakınca daha iyi anlıyoruz ki, bu yazının konusu olan Falih Rıfkı Atay, Gazi’nin “Arasız Devrimler” şiarını “Arasız Gezmeler” olarak anlamış, Evliya Çelebi gibi! Dünyanın belli başlı şehirlerini gezmekten, görünüşe göre “gördün güzelleri beni unuttun” vefasızına dönüşmüş… Öyle olmasa, usta mizahçı ve gazeteci Osman Cemal Kaygılı’nın ölümüne yakın hasta yatağında: “Biliyorum; öldükten sonra Birlik bir çelenk gönderecektir. Bu hakkımdan vazgeçiyorum ben. Suya ihtiyacım var. Param yok, alamıyorum. O çelenk parasını yollarsanız, hiç değilse su ihtiyacımı karşılarım.” siteminin muhatabı olur muydu Falih Rıfkı Atay ve başında bulunduğu Türk Basın Birliği! Yazıya ara verip bir bardak su içmek, Kaygılı’nın sözlerinin acısını kandırır mı! Falih Rıfkı Atay ‘gezip dururken’ aslında yaptığı tam olarak “durmakmış”… Duran devrimci gerileyeceğine göre, onun da başına ancak bu gelirdi! Üstelik Falih Rıfkı gerilemek bir yana, insanın dili varmıyor ama sanki giderek gericileşmiş… Ölümünden 15 gün önce, 5 Mart 1971'de, gazetesinde, Deniz Gezmiş ve arkadaşları için yazdığına bakar mısınız: "Her zaman bir aşiretten cihangirane bir devlet çıkaramayız ya. Ama ilhamımıza sınır yoktur: Bu defa da banka soyguncusu hayduttan bir kahraman çıkardık. Solların dilinde, eski Çakırcalı gibi destan kahramanı olmuştur. Ama Çakırcalı sonunda bacaklarından baş aşağı asılmıştır. Kanlı eşkıyaların el üstünde tutulduğunu da görecekmişiz! Yazık üniversiteler için harcadığımız on milyonlarca liraya! Eşkıya yetiştirmek için üniversite kurmaya ne lüzum var? Onları dağ da yetiştirir!" Oysa 29 Ekim 1968’de, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Samsun’dan Ankara’ya yaptıkları yürüyüşe; “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” adını vermişlerdi. Yaşadığı dönemde kimi kesimlerin Falih Rıfkı Atay‘la Nazım Hikmet için: “Stalinci” yakıştırmasıyla haksızlık ettiklerini unutmuş, şimdi kendisi Deniz Gezmiş’e “kanlı eşkıya” diyerek haksızlık ediyor. Yurtdışına gidebilmek, dünyayı gezip görmek şüphesiz ki ufuk açıcı, insanı geliştiren şahane bir şey… Fakat ülkesinden, insanından kopacak kadar, kendini “kaybedecek” kadar gezmeyi Allah bana nasip etmesin, amin! Ne üzücü ki bir zamanların “biçare Ahmetlerinin” yazarı Falih Rıfkı Atay rahat günlerde keyfince gezip tozarken yolunu şaşırmış, sonunda kaybolmuş! Bizim Falih Rıfkı Atay’ı gördünüz mü! Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com