Emekliler
Son birkaç yıldan beri dünyada genel bir eğilim olarak, emeklilerin bütçeye yük oldukları iddia edilir.
Denilir ki: “Sayıları çok fazla
ve her emekli ölene kadar maaş alıyor. Öldükten sonra da ödeneği
çok zaman varislerine, çocuklarına kalacak şekilde onlarca yıl
devam ediyor ve bu yük ekonomide dengeyi bozan olumsuzluklar
yaratıyor. Zenginlik ve refahı azaltıyorlar… Bir veya daha fazla
çalışanın sadece bir emekliyi yaşatmak için çalışması adil
değildir ve bu sürdürülemez… Emekli ücretleri düşük
seviyeye çekilmeli ve yaşam aktiviteleri kısıtlanmalıdır.” Peki bu iddialar doğru mudur?.. Kısmen
evet. Matematiksel olarak bir emekli üretmediği ve çalışmadığı
için fazladan bir masraf özelliğine sahiptir ama bu herhangi bir
çalışanın sırtından geçiniyor anlamına gelmez, çünkü o
yaşlılıktaki yaşamının gerekli koşullarını hazırlamak için
uzun yıllar pirim ödemiştir… Bu bir haktır ve dolayısıyla
emekliyi ekonomik sapmanın faili olarak göstermek yanlıştır.
Ömrün uzadığı bir dünyada, onun beslenme, barınma ve benzeri
ihtiyaçlarını kısmak çözüm değildir. Çözüm: Üretimi artırmak, issizliği
azaltmak; üretmeyen ve çalışmayan kesimleri paylaşımın dışında
tutmaktır. (Bana göre üretmeyen ve çalışmayan grupların
başında, politik ve mafyatik rant grupları yer alır ve bunlar hem
herkesten fazla kazanırlar hem de daha iyi koşullarda yaşarlar.) Aynı şekilde ekonomiyi, gelir
dağılımını ve adaletini bozan politik istikrarsızlıklardan,
savaşlardan, cehalet, akraba ve ideolojik yıkımlardan kurtarmak
gerekiyor.
Ancak bu şekilde adil ve dengeli bir
emeklilik sistemi (semirtilmiş ayrıcalıklı bir grup mutlu
emekliyi de normal bir emekli ile eşitleyecek şekilde)
oluşturulabilir. EMEKLİYE DÜŞEN GÖREV Çözümün ikinci basamağında ise
hak kaybı yaşayan, yaşam standartlarında düşüş görülen
emeklinin kendisi yer alır… Başka bir açıklama ile çözümde
ya da çözümsüzlükte, onun kavrama yeteneği ve sezgisel zekası
sorumludur. Nasıl mı?.. Emeklilik, yaşamın koşullarını
değiştirir, hareketi ve hayalleri küçük bir alana sıkıştırır… Önceleri parklarda, bahçelerde, kimi
zaman duvar diplerinde, kimi zaman evde, kahvehanelerde, okuma
salonlarında, çeşitli etkinliklerde, kısacası orada burada
oyalanmak ile başlayan günler, giderek kahredici tekrarlara
dönüşür. Hareket kısıtlılığı, ağrılar,
sızılar, her gün artan oranda başlayan büzüşme, kırışma ve
diğer etkenler, emekliyi sınırlı bir alana zorlar.
Çoğu tarama özürlü, geniş
işkembeli, gövdesi üzerinde düştü düşecek sallanan bir kafa
ile ötede beride dönüp durur…
Sesleri vardır ama sözcükleri
yoktur. Şu olağanüstü yaşamın kıyısında, köşesinde
bekleyip dururlar hep… Büyük kısmı asla aykırı bir sapma
içinde olmaz, çünkü aynı kültürel erozyonla biçimlenmişler
ve ne kadar ‘modern’, ne kadar özgür yargılı olduklarını
ileri sürseler de böyle olmadıklarını biraz sohbet ve düşünceden
sonra anlayabiliyorsunuz. Baskıcı, tapınmacı, itaat arz eden bir
kültürün devam ettiricisi olduklarını fark edebiliyorsunuz.
Boşluk, huzursuzluk, mutsuzluk
yaşamalarına rağmen, istek ve arzularını net şekilde ifade
edemezler… Kendi yerlerine ötekini öncelerler,
memnuniyetsizliklerine rağmen kendileriyle değil, ötekiyle onur
duyarlar ve haklı şekilde genç kuşaklar tarafından ayrı bir
‘tür’ -dinozor- olarak görülürler. Çünkü “yedisinde neyse,
yetmişinde de aynı,” sözünü doğrular nitelikte davranış
ve düşünce sergilerler. Sözgelimi genel politik bir seçimde,
seçim hakkını kullanırken, büyük kısmı kendi yararına
sorgulama bile yapmaz. Bir yandan sızlanır şikayet eder, diğer
yandan seçimini zam ve zulümden, sadaka ve ikramiyeden yana
kullanır.
Şimdi burada, yaşamın birçok
örneğinde olduğu gibi, bu örnekte de bireyin kendi olup olmadığı,
özgür iradeye sahip olup olmadığı karşımıza çıkıyor.
Politik ve ekonomik tahribatın üzerinde yarattığı etkiyi görmek
istemiyor. Her gün, her saat, sadaka bekleyip
duruyor ve oyunu sadaka verenden yana kullanıyor. Sadaka ve
ikramiyeden nefret etmesi gerekirken onları sever hale geliyor… Oysa her birimiz, hepimiz, emekli de
olsak şunu bilmek zorundayız: Doğada her canlı, bir diğeriyle
yaşamak pahasına savaş halindedir. Her sınıf diğer sınıfla
mücadele içindedir. Topraktaki bitkiler bile daha fazla ışık, su
ve hava edinmek için didişip dururlar. Ama “benim emeklim!” ne
hikmetse, ışığını, suyunu, ekmeğini azaltana hesap sormak
yerine, ona destek veriyor ya da köşesinde sessiz sedasız söylenip
duruyor. İşe karışmak zorundayız.. Hiçbir
şey kendiliğinden ortaya çıkmaz. Yapmamız gereken şey, devam
eden yaşamın olağanüstü seyri üzerine düşünüp karar
vermektir… Bir emeklinin düşünce ve davranışını değiştirmesi
veya en azından melezleşmesi zordur ama olanaksız değildir… Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com