Son Dakika

haydar-uzunyayla-yeni-kap-582024090200.jpg


Denilir ki: “Sayıları çok fazla ve her emekli ölene kadar maaş alıyor. Öldükten sonra da ödeneği çok zaman varislerine, çocuklarına kalacak şekilde onlarca yıl devam ediyor ve bu yük ekonomide dengeyi bozan olumsuzluklar yaratıyor. Zenginlik ve refahı azaltıyorlar… Bir veya daha fazla çalışanın sadece bir emekliyi yaşatmak için çalışması adil değildir ve bu sürdürülemez… Emekli ücretleri düşük seviyeye çekilmeli ve yaşam aktiviteleri kısıtlanmalıdır.”

 

Peki bu iddialar doğru mudur?.. Kısmen evet. Matematiksel olarak bir emekli üretmediği ve çalışmadığı için fazladan bir masraf özelliğine sahiptir ama bu herhangi bir çalışanın sırtından geçiniyor anlamına gelmez, çünkü o yaşlılıktaki yaşamının gerekli koşullarını hazırlamak için uzun yıllar pirim ödemiştir… Bu bir haktır ve dolayısıyla emekliyi ekonomik sapmanın faili olarak göstermek yanlıştır. Ömrün uzadığı bir dünyada, onun beslenme, barınma ve benzeri ihtiyaçlarını kısmak çözüm değildir.

 

Çözüm: Üretimi artırmak, issizliği azaltmak; üretmeyen ve çalışmayan kesimleri paylaşımın dışında tutmaktır. (Bana göre üretmeyen ve çalışmayan grupların başında, politik ve mafyatik rant grupları yer alır ve bunlar hem herkesten fazla kazanırlar hem de daha iyi koşullarda yaşarlar.)

 

Aynı şekilde ekonomiyi, gelir dağılımını ve adaletini bozan politik istikrarsızlıklardan, savaşlardan, cehalet, akraba ve ideolojik yıkımlardan kurtarmak gerekiyor.

 

Ancak bu şekilde adil ve dengeli bir emeklilik sistemi (semirtilmiş ayrıcalıklı bir grup mutlu emekliyi de normal bir emekli ile eşitleyecek şekilde) oluşturulabilir.

 

EMEKLİYE DÜŞEN GÖREV

 

Çözümün ikinci basamağında ise hak kaybı yaşayan, yaşam standartlarında düşüş görülen emeklinin kendisi yer alır… Başka bir açıklama ile çözümde ya da çözümsüzlükte, onun kavrama yeteneği ve sezgisel zekası sorumludur.

 

Nasıl mı?..

 

Emeklilik, yaşamın koşullarını değiştirir, hareketi ve hayalleri küçük bir alana sıkıştırır…

 

Önceleri parklarda, bahçelerde, kimi zaman duvar diplerinde, kimi zaman evde, kahvehanelerde, okuma salonlarında, çeşitli etkinliklerde, kısacası orada burada oyalanmak ile başlayan günler, giderek kahredici tekrarlara dönüşür.

 

Hareket kısıtlılığı, ağrılar, sızılar, her gün artan oranda başlayan büzüşme, kırışma ve diğer etkenler, emekliyi sınırlı bir alana zorlar.

 

Çoğu tarama özürlü, geniş işkembeli, gövdesi üzerinde düştü düşecek sallanan bir kafa ile ötede beride dönüp durur…

 

Sesleri vardır ama sözcükleri yoktur. Şu olağanüstü yaşamın kıyısında, köşesinde bekleyip dururlar hep…

 

Büyük kısmı asla aykırı bir sapma içinde olmaz, çünkü aynı kültürel erozyonla biçimlenmişler ve ne kadar ‘modern’, ne kadar özgür yargılı olduklarını ileri sürseler de böyle olmadıklarını biraz sohbet ve düşünceden sonra anlayabiliyorsunuz. Baskıcı, tapınmacı, itaat arz eden bir kültürün devam ettiricisi olduklarını fark edebiliyorsunuz.

 

Boşluk, huzursuzluk, mutsuzluk yaşamalarına rağmen, istek ve arzularını net şekilde ifade edemezler… Kendi yerlerine ötekini öncelerler, memnuniyetsizliklerine rağmen kendileriyle değil, ötekiyle onur duyarlar ve haklı şekilde genç kuşaklar tarafından ayrı bir ‘tür’ -dinozor- olarak görülürler.

 

Çünkü “yedisinde neyse, yetmişinde de aynı,” sözünü doğrular nitelikte davranış ve düşünce sergilerler. Sözgelimi genel politik bir seçimde, seçim hakkını kullanırken, büyük kısmı kendi yararına sorgulama bile yapmaz. Bir yandan sızlanır şikayet eder, diğer yandan seçimini zam ve zulümden, sadaka ve ikramiyeden yana kullanır.

 

Şimdi burada, yaşamın birçok örneğinde olduğu gibi, bu örnekte de bireyin kendi olup olmadığı, özgür iradeye sahip olup olmadığı karşımıza çıkıyor. Politik ve ekonomik tahribatın üzerinde yarattığı etkiyi görmek istemiyor.

 

Her gün, her saat, sadaka bekleyip duruyor ve oyunu sadaka verenden yana kullanıyor. Sadaka ve ikramiyeden nefret etmesi gerekirken onları sever hale geliyor…

 

Oysa her birimiz, hepimiz, emekli de olsak şunu bilmek zorundayız: Doğada her canlı, bir diğeriyle yaşamak pahasına savaş halindedir. Her sınıf diğer sınıfla mücadele içindedir. Topraktaki bitkiler bile daha fazla ışık, su ve hava edinmek için didişip dururlar.

 

Ama “benim emeklim!” ne hikmetse, ışığını, suyunu, ekmeğini azaltana hesap sormak yerine, ona destek veriyor ya da köşesinde sessiz sedasız söylenip duruyor.

 

İşe karışmak zorundayız.. Hiçbir şey kendiliğinden ortaya çıkmaz. Yapmamız gereken şey, devam eden yaşamın olağanüstü seyri üzerine düşünüp karar vermektir… Bir emeklinin düşünce ve davranışını değiştirmesi veya en azından melezleşmesi zordur ama olanaksız değildir…

 

Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler