Son Dakika

dut-tadinda-islak-kadin-798767.webp


Metin evlerinin girişinde bulunan Dut ağacının en üst dallarından birinde oturmuş sigara içiyor, rengini yitirmeye başlayan asfalt yoldan geçip giden insanlara bakıyordu ilgiyle. Geçenler üstüne yorumlar yapıyor, yaşadıkları sevinçleri, kırgınlıkları, yorgunluk ve üzüntülerini, sevgilerini, geçim dertlerini, hastalıklarını, endişelerini, korkularını bakışlarından, davranışlarından, yürüme şekillerinden, ellerini sallamalarından, kendi kendine konuşmalarından, yürürken yüzlerine yansıyan mimiklerinden bulmaya çalışıyordu. Babası-Dut Ağacına tüneyen Baron-diyordu kendisine ama her keresinde Dut ağacının dallarının diğer ağaçlara göre daha çürük olduğunu, ağaçtan düşmesi halinde neler olabileceğini de anlatıyordu uzun uzun. 1950 yılında dedesi dikmişti üstünde bulunduğu Dut ağacını. O dönem Bulgaristan’dan göçenlere verilen çamurlu, taşlı, ulaşımı olmayan, kurtların yaşadığı bir semtte kendisine verilen arsanın üzerine içindeki ağaç sevgisini yaşatmak ve torunlarına miras kalması için Dut, Erik, İncir, Ayva, Nar ve Şeftali ağacı dikmişti. Hepsi Metin ile beraber büyümüşler, kendilerini diken ellere minnetlerini göstermek istercesine yiyenlerin tadı damağında kalan ve bütün mahallede meşhur olan meyvelerini vermeye başlamışlardı. Yaz gelince iri, etli ve sulu Dutlar’ı toplamak isteyen mahalle çocukları, yoldan geçerken, dallarını aşağı eğen olgun, etli, beyaz Dutları görüp canı çeken tanımadığı kişiler, dut ağacının avlu dışında kalan dallarını, yapraklarını kopartıyorlar sonra da kaçıyorlardı. Olgunlaştıktan sonra toprak avluya düşen ve parçalara bölünen Dut’ların etrafa yaydığı kokular sinek ve arılara adeta davetiye çıkartıyor kısa bir süre içinde yeşil, siyah sinekler ve arılar avluyu dolduruyorlardı. Bazen kümeslerinden kaçarak tahta perdelerin arasından sıyrılarak bahçelerine girmeyi başaran komşularının tavuk ve horozları yere düşen dutları, birbirlerini iterek, kovalayarak gagalıyorlardı. Tavuklar ıslak dutları gagalarken Horoz ise kovaladığı Tavuğun üstüne çıkıp gıdaklattıktan sonra bırakıyor bir diğerini kovalamaya başlıyordu. Dut’lar iyice olgunlaştığında ise Metin ağacın en üst dallarına çıkıp komşuların gerdirdiği çarşafa dalları sallardı. Çarşaf’ı aşarak yere düşen dutlar çevreli bir ıslaklık bırakarak parçalanırlardı. Bazen istek üzerine hırkalara, açılan eteklere, kasketlere sallardı. Bazen kiracılarının, çocukken geçirdiği felç nedeniyle sakatlanıp dili tutulan Semra kendisinden ona dut toplamasını isterdi işaretler ve çıkarttığı anlaşılmayan seslerle. Seval’ın sağ ayağı kalçasından aksıyor, biraz hızlı yürüse ya da bir şey almak için yere eğildiğinde dengesini yitirip yuvarlanıyor içleri ve yüzleri buruşturan çığlıklar atıyordu.Vucudunu sıkıştıran cinsel isteklere karşı koyamadığında ise çılgına dönüyor annesine, kız kardeşine saldırıp, bardakları, tabakları kırıyor, baygınlıklar geçiriyordu. Babasının defalarca uyarmasına karşın ise doktor yerine hoca’lardan, çıkıkçılardan çare bulmaya çalışıyorlardı. Biten sigarasını baş ile işaret parmağının arasına sıkıştırıp sokağa doğru fırlattıktan sonra sigaranın ağzında bıraktığı tadı değiştirmesi için bir iki tane iri ve etli Dut kopartıp ağzına attı. Alışkanlığın yarattığı ustalıkla iniverdi ağaçtan. Bahçede bulunan çeşmede ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra oturdukları eve doğru yürüdü hızlı hızlı.

Bir tanıdığının Almanya’dan getirdiği teybe Bob Dylon’ın kasetini koydu. Mavi-Beyaz damalı plastik masa örtüsünün üstünde duran babasının Birinci sigarasından alıp yaktıktan sonra annesinin sabahleyin aldığı gazeteyi masanın üzerine koydu. Mart ayının sonlarına doğru evlerini basan polis ve askerlerden oluşan 40-50 kişilik bir ekip önce oturdukları evi sarmışlar sonra da evin içine girerek arama yapmışlardı. Kitaplık içinde buldukları birkaç kitaptan sonra babasını alıp götürmüşlerdi. Bir aydır Davutpaşa kışlasında serbest kalmak için bekleyen babası için annesi her gün sokağın köşesindeki Kılıç Büfe’den Milliyet ve Cumhuriyet gazetesi alıp biriktiriyordu.

“Keskin nişancılar tetiğe bastı-çelik gömlekli ekip içeri atladı. Günlerdir konuşulan Sibel kurtulmuştu. İsrail Başkonsolosunu öldürmekten sanık Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir tarafından Pazar gününden beri silah tehditi altında rehin tutulan ondört yaşındaki Sibel Erkan dün saat 11.40 da güvenlik kuvvetlerinin eve yaptığı baskında silah çatışmaya rağmen sağ salim kurtulmuştu. Şakilerle güvenlik kuvvetleri arasında çıkan çatışmada Hüseyin Cevahir ölmüş Mahir Çayan ise ağır yaralı olarak ele geçirilmişti. Başkomiser Mehmet Bayrak ise kalçasından yaralanmıştı. Anne ve babasının arasında gülümseyerek poz veren Sibel Erkan, “Zaten ya ölecektim ya kurtulacaktım” demişti. Haydarpaşa Askeri Hastanesinde tedavi altına alınan Sibel’de Doktorlar tedaviye gerek hiç bir durum olmadığını söylemişlerdi. ” Metin başını salladı, daha dün Sinan Cemgil ve iki arkadaşı Adıyaman’da öldürülürken Cihan Alptekin ise Tekirdağ’da Tayfun Cinemre ile beraber bir ağaç altında yakalanmışlardı. Sonbahar gelmeden solda yaprak dökümü başlamıştı. Gazeteye eski haline getirip aldığı yere bıraktı. Geçenlerde gördüğü devrimci bir arkadaşı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Yenikapı’da Yakamoz isimli bir mekanda toplantı yapacaklarını söylemişti. Konuşmuşlar, anlaşmışlar, mekana gitmek için kararlaştırmışlardı. Deniz Gezmiş ile tanışacağı günü heyecan ve sabırsızlıkla bekliyordu.

“Metin abiiiii...”

“Abini yesinler senin...”dedi Metin, annesinin yazları evin içine sinek girmemesi için koyduğu, eski yatak çarşaflarından yapılmış perdeyi aralayarak dışarıya çıktı. Canan kapının önünde korkak ve ürkek gözlerle kendisine bakıyor işaret parmağını ağzına almış tırnaklarını kopartıktan sonra ayçiçeği kabuklarını fırlatır gibi yere atıyordu.

”Gelsene..”

Metin’i görünce birden heyecanlanıveren Canan üç basamaklı merdivenin önünde mavi lastik terliklerini çıkartıp elini Metin’in uzattığı elin içine bıraktı. Ojelerinin dökülmüş olduğunu görünce utandı bir an ve tırnaklarını saklamak istercesine Metin’in avucunu sıktı hafifçe. Metinle tanıştığından bu yana temizliğine eskisinden çok daha fazla önem vermeye başlamıştı. Her sabah muntazaman dişlerini fırçalıyor, ellerini, tırnaklarını kontrol ediyor, giydiklerinin ter kokup kokmadığına, sütyenine, Çarşamba pazarından aldığı renkli donlarına, ütüsüne dikkat etmeye başlamıştı. En son Metinlerin evi askerler tarafından basılıp babasının götürüldüğü gece beraber olmuşlar ancak sokakta sevişmelerinin düşüncelerinin önüne inşaa ettiği kalın duvarlar nedeniyle tam olarak ne olduğunu anlamamıştı. Eve gidince kanlanmış olan donunu hemen değiştirmiş ve yıkanmıştı aceleyle. Çok ama çok heyecanlıydı, Günlerdir bugünün hayalini yaşatıyordu. Rüyalarına girmişti. Hele dün gece gördüğü rüya kendisini çok etkilemiş, vücudunda depremler yaratmış, sabaha dek gördüklerinin etkisinde kalıp uyuyamamıştı. Rüyasında Metin’i ablasının yanında kendisiyle sevişirken görmüştü. Çırılçıplaktılar. Onların seviştiklerini gören Ayla ”Ben de isterim” diyerek üstündekileri çıkartıp çırılçıplak kalmış, aralarına girerek sevişmelerine ortak olmuştu ama Canan ona izin vermemiş ablasını yataktan aşağı atmıştı. Metin sadece kendisine aitti. Onun karısı olmuştu. Şehvet çığlıkları atan ablası bir anda Ata biner gibi Metin’in üstüne oturmuş ve kalın bir iple kendisini belinden Metin’e bağlamıştı. Şuh kahkahalarına karışan çığlıklar atıp uzun sarı saçlarını savuruyor, saçlarının rüzgarından, lodoslu havalarda sallanan gemi gibi bir alçalıp bir yükseliyordu. Metin çaresiz gözlerle kendisinden yardım istiyor ama bir şey yapamıyordu. O sırada ayağında beyaz donuyla Cansu içeriye girmiş kilimlerin üzerine uzanarak bacaklarını açmış ve kendilerini izlemeye başlamıştı. Cansu’yu gören Metin, nerden çıkardığını göremediği bir ekmek bıçağı ile ipleri kesmiş ve kendini kurtardıktan sonra Cansu’nun üzerine yatmıştı...Canan ile Ayla Metin’i kollarından tutup yatağa çekmişler ancak Metin; Cansu’yu kollarının arasında saklayarak bir anda kuş olmuş pencereyi açıp gökyüzünde yok oluvermişti…Ter içinde kalmıştı uyandığında. Babası işe gittikten sonra kalkmış soğuk, buz gibi suyla yıkandıktan sonra Çarşamba günü kurulan semt pazarından aldığı yeni kırmızı donunu giymişti. Sütyeni yoktu takmak için annesinin sütyenleri  ise kendisine büyük geliyordu... Metin’in avucundan bütün vucuduna yayılan ve sonu gelmeyen şiddetli depremlerin etkisinde kalmış ne yapacağını şaşırmıştı. Oysa buraya gelmeden önce yapacaklarını ezberlemişti adeta ama birden hepsini unutmuş ilk gün olduğu gibi yine donup kalmıştı.

Canan’ı kalçalarından tutup kendisine çeken Metin,” Özledim seni biliyor musun?” dedi. Canan’ın yarı aralık dudaklarını, yanağını, boynunu öptü, kulak memesini ısırdı, emdi. ”Gel içeri girelim” dedi. Canan’ı kucakladı kitaplık odasına götürüp yatağın üzerine yatırdı...

Canan oturma odasına geçip eteğini giydiği zaman çağıldıyan binlerce ırmak devinip duruyordu damarlarında. Sevişmeleri başını döndürmüştü, tuhaf olmuştu şimdiye dek tanıma olasılığı bulamadığı duyguları keşfetmenin ve keşfettiklerinden de büyük hazlar alması hoşuna gitmişti. Acıktığını hissetti. ” Nasıldım? ”

Metin, Canan’ın diri memelerini okşadı sevgiyle, ”Çok güzel memelerin var” dedi. ”Çok iyiydin. Gerçekten, tadı damağımda kaldı...Birer sigara içelim mi?”

Güldü Canan, ” Türk filmlerinde ki gibi ne güzel”dedi ve tüm masumiyetiyle Metin’in boynuna sarılarak memelerini çıplak tenine bastırdı...”Peki Ahmet’i memnun edebilir miyim?” ojesi dökülmüş nasırlı parmağını Metin’in dudaklarında dolaştırdı.

Metin, Ahmet’in adını duyunca bozuldu ama belli etmek istemedi. “Sen onu edersin ama onun seni ne derece memnun edeceği şüpheli?” dedi kırgın bir sesle. ”Ayrıca Ahmet ile buluşmak zorunda da değilsin?”

Duvardaki boy aynasında saçlarını tarayan Canan dudaklarının şişmiş olduğunu fark etti, sevindi nedenini bilmeden ve dudaklarını okşadı işaret parmağının ucuyla. Kadın gibi hissetti kendisini. Annesi geldi aklına- Fark eder miydi acaba?-  Metin’in söylediği son sözlerdeki ses tonundan kıskandığını anlayınca içini bir sevinç kapladı. Kıskanmıştı kendisini. Ablasına söylediğinde kesin ortadan ikiye çatlardı. Metin ile evlilik hayalleri uzaktan el sallamaya başladılar kendisine.

Canan ile sevişmelerini sürdürmek isteyen Metin, Canan’ı denemek için ”İstersen derslere son verelim?”dedi

“Yok yok” dedi Canan tepki gösterdi, ”Yok benim senden öğreneceğim daha çok şey var. Sen benim yaşam öğretmenimsin ve bana herşeyi sen öğreteceksin!” dedi. ”Ama sen yeterli buluyorsan?” boynunu büktü üzülmüşçesine. Özlemini çektiği bir ilişki düzeyine ulaşmışken, yaşadığı sevinçleri, yenilikleri, mutlulukları, rüyasında bile görmediği ve sadece evlendiğinde yaşayabileceği sevişmeleri tatmışken. Hayır...Bırakamazdı Metin’i. Poz verir gibi başını Metin'in başına yasladı. Aynadaki görüntülerine baktı...Rüya mı görüyordu acaba?

Metin aynanın karşısında kendisini izleyen Canan’ın arkasına geçip sert memelerini avuçladı. Kendine çekti. Uyanmışlığını hissettirmek istercesine belinden tutup kalçalarını bastırdı kendine doğru. ”Yeniden yaratacağım seni. İnsanda alışkanlık yaratıyorsun. Bir daha sevişelim mi?”

Metin’ın uyluklarında dolaşan parmaklarını tutan Canan, ”Yok olmaz şimdi annem gelir. Hem yıkanmam lazım. Pis çocuk kirlettin beni...” dedi ama Metin’in kendisiyle sevişme isteği hoşuna gitti. Eve gidince ballandıra ballandıra anlatacaklarını duyunca ablası kıskançlıktan çıldıracaktı muhakkak. Ağzına attığı sakızı yumuşattıktan sonra ufak balonlar yapıp patlattı bir kaç kez. ”Sen benim Dut ağacındaki prensimsin” dedi. Metin’in dudaklarına bir öpücük kondurup son bir kez daha üzerini ve saçlarını düzelttikten sonra terliklerini giyip geldiği gibi sessizce gidiverdi.

Metin odasına sakladığı Samsun sigarasından aldı bir tane merdivenlerin başına oturdu. Üzerinde kuruyan ter ve tensel sıvıların kokusu kendisini rahatsız etmeye başlamıştı. Kolonya ile temizlemeyi düşündü ama yerinden kalkmaya üşendi sigarasını yakıp dumanı erik ağacına doğru üfledi. Annesinin büyük teneke kutulara diktiği acı biberlerin, her gün geliştiğini ve çoğaldığını, yapraklarındaki yeşilin koyulaşmaya başladığını görünce sevindi. Dedesinin aşı yaparak kurtardığı Mürdüm eriği de bu sene bol olacaktı öyle gözüküyordu. Canı çay içmek istedi birden. Yerinden kalktı, banyo olarak da kullandıkları küçük mutfaklarına girdi, ufak tüpü yakıp çaydanlığı ağzına kadar su doldurduktan sonra kaynamaya bıraktı. Demlik tertemizdi. Zaten annesi bu konularda çok titiz bir kadındı. Her sabah yataklar kabartılır, örtüleri serilir ve sonra yatana kadar üzerine oturulması yasaklanırdı. Metin’in yattığı yer hem yatak hem oturma odası olarak kullanılıyordu. Dolaptan ayda bir Kilisli pazarcıdan aldıkları kaçak çayı çıkardı ve iki tutam demliğin içine attı. Sonra üzerine kaynayan suyu döktü, çaydanlığın üstüne yerleştirdikten sonra tüpün altını kıstı. Olmuştu bu iş. On dakika sonra mis gibi çayını içebilirdi. Evden çıktı, eski tokyoları giyip avludan geçti, dış kapının tahta kapısını açıp aralığa çıktı. Ayla köşede yerini almıştı yine. Yürürken selam verip köşe başında durdu.”Nasılsın Ayla?”

“Mersi,”dedi Ayla, saçlarını gökyüzüne doğru uçurdu. Metin’e bakmadan kıskançlık ve nefret dolu bir ses tonuyla ” Canan’ı gördün mü?” dedi.

“Neden?”derken Ayla’nın binlerce kızgınlık okunu atmak için hazırlanan bakışlarıyla karşılaştı.”Bir şey mi oldu yoksa?”

“Pis..” dedi Ayla. Oturduğu eve doğru seken adımlarla hızlı hızlı gitmeye başladı. Her adım attığında ince elbisesi baldırlarına yapışıp, kalçalarının arasına girerek kendisine erotik kartpostallardaki resimlere benziyen bir görünüm ortaya çıkıyordu. Sadece yüzü değil, vucüdu da çok güzel ve biçimliydi.

Bir süre önce babasının  -Köşe başı Güzeli- lakabanı taktığı Ayla ile iki-üç ay süren bir arkadaşlık yaşamış ancak Ayla’nın korkularından dolayı devam ettirememişti. Ayla beline dek uzattığı bir metreyi aşan düz ve sapsarı saçlarıyla her gün sabah, öğlen, akşamüstü ve akşamları oturdukları evin köşesine çıkıp bir süre gelip geçenlere bakarak vakit geçirirdi. Köşe başında beklerken, artık bir alışkanlık, takıntı haline getirdiği saçlarıyla oynamasını çok severdi. Uzun saçları ve davranışlarındaki tuhaflık gelip geçenlerin de ilgisini çekerdi. Henüz yolunmamış kaşları kalındı, uzun kirpiklerin çevrelediği kahverengi gözleri parlaktı, saf benliği gibi, vücudu gibi tertemiz bakışlar üretiyordu. Halkın (Şehvetli kız) tanımına uyan bir tipti. Hele devrik dudaklarının kırmızılığı, tazeliği, etliliği görenleri bir kez daha baktırıyordu. Sokaktan kim geçerse geçsin birileri mutlaka –laf-atıyor, özlemlerini, isteklerini, sutyensiz memelerine ve dudaklarına sürekli bakarak belirtiyorlardı ama yanına yaklaşmaya kalkanları da sert bir şekilde terslemesini biliyordu. Metin tanık olduğu iki laf atma olayına müdahele etmiş laf atanlarla kavga boyutuna ulaşan gerilimlerden sonra mahallelinin de kapı önlerine toplanmalarından cesaret alarak ite kaka kovmuştu. Gösterdiği cesaretten ve mahalledeki kızları sahiplenmesinden dolayı taktir toplamıştı etrafındaki insanlardan, komşularından özellikle de Ayla’dan... Güzel bir kızdı ama yaşadıkları maddi ve ailevi sorunlar nedeniyle hiç bir isteği gerçekleşmiyordu. Daha eline erkek eli değmemişti. Konuşkan da değildi. Bazen Metin’de köşeye çıkar ve kaldırımın kenarına oturup Ayla’yı takip ederdi. Göz göze geldiklerinde ona gülümser onun ne kadar güzel bir kız olduğunu fısıldardı upuzun harflerle. Bazen de öpücük gönderirdi. Ayla gülüp saçlarını dağıtarak evlerine doğru ürkek bir ceylan gibi sekerek koşarken defalarca başını çevirip Metin’e bakar, upuzun sarı saçlarını adeta dans ettirerek oturduğu evin tahta kapısında kaybolurdu...Darbe gecesi  üzerinde kırmızı bir elbise ile yine köşe başına çıktığında Metin bir kağıt parçasına yazdığı-Bu akşam saat 11’de seni bekliyorum -notunu Ayla’ya vermek için elini tuttuğunda, sıtmaya tutulmuş gibi titreme nöbetlerine girmiş Metin’in notunu memelerinin arasına sakladıktan sonra oturduğu eve doğru bir yavru kuzu ürkekliğiyle koşmuştu. Saat 11’de karanlık sokak köşesine geldiğinde hala titriyordu. ”Ne var ne istiyorsun benden” dedi başını salladı.

“Seni öpmek istiyorum” dedi Metin, uzanıp ellerinden tuttu Ayla’nın ”O kadar güzelsin ki”

Ayla şaşırmış ne yapacağını bilememenin verdiği kararsızlıkla istem dışı haraketler yapmaya başlamıştı. Evine doğru gider gibi yapıp sonra tekrar geri geliyor, saçlarını savuruyor, parmaklarıyla saçlarını düzeltiyor, arkaya atıyor tekrar elleriyle tarayıp Metin’in gözlerinden umut bekler gibi soru işaretleri gönderiyordu bakışlarıyla.” Gerçekten güzel miyim?” dedi. Saçlarını dağıtarak acı acı güldü...

“Gerçekten de çok güzelsin...”dedi Metin, Ayla’nın titreyen vücudunu kendine doğru çekti. Göğsünü memelerine bastırdı.

”Canımı acıtmazsın değil mi?”

Metin sevincini gizleyerek,” Canını neden acıtayım ki? İnsan sevdiğinin canını acıtır mı?” dedi. Ayla’yı bu kadar çabuk ele geçirmenin verdiği memnuniyetle.

“Beni dövmezsin değil mi?”

Metin, Ayla’nın buz gibi terlemiş, titreyen elini tutup kalbine koydu, ”Bak senin için nasıl atıyor? Bu kalp seni sadece sevebilir...”

“Bana bağırmanı da istemiyorum...”

“Tamam” dedi Metin, Ayla’nın elini bırakmadan karanlığın içine duvarın dibine oturttu kendisi de yanına oturdu.

“Ne olur canımı acıtma benim. Ben çok hassas bir kızım..”

Metin eğilip Ayla’nın dudaklarını öptü usulca...

“Üzme beni ne olur..”

Sarılıp kendine doğru çekti ve cinselliğin dudaklarda nasıl başladığını anlatmak istercesine dudaklarıyla oynamaya başladı. Öper gibi yapıp ısınan nefesini üflüyor dudaklarına bir öpücük kondurup tekrar geriye çekiyordu..

Ayla,” Dur, çekme. Öp beni, n’olur öp beni...ama canımı acıtma ne olur” diyerek Metin’in dudaklarını takip ediyordu yakalayıp öpmek için. Metin, Ayla’nın dudaklarını dudaklarının arasına alıp emmeye başladığında Ayla bir anda haraketsiz kalmış ve kendinden geçmişti. Sonraları gecenin karanlığı kendilerine tanık olmuş sevişmelerini izlemişti. Günlerce sürmüştü bu sevişme geceleri. Gündüzleri Canan ile sevişiyor akşam olup hava karardı mı gecenin karanlık saatini bekleyip, çıkmaz sokağın karanlığında buluşup sevişiyorlardı. Her sevişmelerinde Ayla bayılacak noktaya geliyor, kendinden geçiyor ama Metin’in devam etmesini istiyordu ısrarla. Ellerini Metin’in başında, saçlarında dolaştırıyor başını kendine doğru çekip ufak ama diri memelerini öpmesini, emmesini istiyordu Metin’den. Gündüzleri gördüğünde ise Metin’i hiç tanımamış gibi yapıyordu. Bir gece, gündüz seyrettikleri Love Story filminin etkisi altında komşularının kömürlüğüne girerek saatlerce sevişmişler ancak Ayla’nın çıkarttığı inleme ve zevk karışımı haykırışlarından, çığlıklarından dolayı gürültüye gelen Kamyoncu Osman’ın iri ve korkutucu karabaş köpeği kömürlüğün çıkışını kapayınca. Son sevişmeleri olmuştu o gece. Yaşananlardan ve Osman’ın tehditlerinden sonra Metin, Ayla’yı dedesinin yaptığı kendi bahçelerindeki kömürlüğüne davet etmiş ama bir kez daha yakalanmaktan korkan Ayla kabul etmemişti.

Sıcak rüzgâr tül perdeyi uçurunca iki sinek içeri girdi. Oysa tam mindere uzanıp Kırmızı ve Siyah’ı okumaya devam edip kendi yaşındaki Julien ile bütünleşip ona maceralarında eşlik edecekti. Ama şimdi içeri giren sinekler ona rahat bırakmazlar etrafında uçup durarak rahatsız ederlerdi. En iyisi sinekleri yakalayıp bu rahatsızlığa başlamadan son verdirmekti. Tam yerinden kalkarken Ahmet’in sesini duydu,” Metin evde misin?”

“İçerdeyim gel”dedi Metin.

 Açık kapının kenarından başını uzatan Ahmet “Selamünaleyküm” dedikten sonra içeri girdi.

Metin güldü, “Ve Aleykümselam Davutpaşa fatihi” dedi Ahmet’in uzattığı eli sıktı. ”Ne hesap Ahmet? Çay taze istermisin?”

Ahmet ” Anlayalım yani anlayalım!” dedi ellerini oynattı yanmış bir ampulu değiştirircesine gülümsemesine soru işaretleri yükleyerek Metin’a baktı.

“Ne olsun”dedi Metin,”İdare ediyoruz işte...”

Bana hikaye anlatma gibilerinden Metin’e bakıp gülümsedi,” Canan’ı gördüm buradan çıkarken saçlarını ve eteğini düzeltiyordu?”

Metin ciddileşti birden,”Biraz önce buradaydı...”dedi ciddiyetini bozmadan Ahmet’e baktı.”Eee ben köşeye çıkmıştım seni neden göremedim?”

“Bir işim vardı meydana kadar çıkmam gerekiyordu.! Naptınız? İşini bitirmişsindir muhakkak... Kızın dudakları şişmiş sarhoş gibi yürüyordu...”dedi Ahmet, Metin’in ciddiyetini sorguladı bakışlarıyla.

“Aaaa çok ayıp Ahmet biz arkadaşımızın aşkına dokunur muyuz?”

“Ulan bulsan dişi sineğe bile tecavüz edersin sen...”

“Yok deve” dedi Metin, kızar gibi yaptı ” Sapık mıyız biz? Etrafımızda bu kadar kız varken.Ayıp oluyor ama!”

Metin’ın beklemediği tepkisi ile karşılaşan Ahmet, ”Biraz fazla oldu galiba..?” dedi. Devrimci bıyığının altından müzipçe gülümsedi.

“Bu kız sana aşık olmuş”

Ahmet irkildi birden. Başını olumsuzluğunu göstermek istercesine iki yana salladı.

“Doğru söylüyorum. Sen onun beyaz atlı prensiymişsin. Diyor ki o koskocaman coğrafya öğretmeni. Devlet memuru. Ben ise fakir ama gururlu bir genç kızım. Bana bakar mı acaba?”

“Hadi be” dedi Ahmet “Ciddi misin?”

“Evet çok ciddiyim...” dedi Metin,” Kız seni kurtuluşu olarak görüyor sanırım. Yaşadığı tüm olumsuzluklardan, fakirlikten, annesinden, babasından kurtulması için sen onun cankurtaranısın. Yaşama tutunma umudusun...”

“Yok be abi ben sidiklilerle uğraşmam… ne işim olur ki Canan’la?” dedi Ahmet, yüzünü iğrendiği bir şeyi görmüşcesine buruşturdu.

Metin Ahmet’e baktı. Masanın üstünde duran Birinci sigarasından alıp yaktı bir tane.” Yaa Ahmet takvimlerde, gazetelerde memeleri görünen bir kadın gördüğümüz zaman sevindiğimiz dönemlerdeyiz! Sinemalarda iki dakikalık bir sevişme sahnesinde dünyalar bizim olmuşçasına kendimizden geçiyoruz. Kızları sadece Almanya’dan gelen tükenmez kalemleri ters çevirdiğimizde soyabiliyoruz. Kızlara arkadaşlık teklif ettiğinde onlara sanki evlenme teklif ediyormuşsun gibi geliyor. Elele tutuşmak yasak, öpmek yasak, dokunmak yasak, başka bir kıza bakmak yasak ve bu tür yasaklar nikaha kadar sürüyor. Her an çevremizdekilerle, kendimizle kara bulutlar gibi üzerimizi kaplayan ve nefes almamızı zorlaştıran yasaklarla savaşmak zorunda kalıyoruz. Tekdüze yaşamımızda yankılar uyandıran ve bize özgürlüğü, geleceğe yönelik atılımlarımızı engelleyen yasakları aşmak, saf dışı bırakmak için varlığımızın her köşesinde bütün gücüyle yaşanan tüm iç savaşların galibiyeti bizim önümüze başka bir engel çıkartıyor ve hedef değiştiriyor. Şimdi senin eline, dünyanın en güzel varlığı olan kadın vücudunun gizliliklerini keşfetmek öpmek, sevmek, okşamak, cinsel organıyla oynamak, onun ıslaklığını yaşamak şansı gelmiş bunu elinin tersiyle itiyorsun? Sen de haklısın, Korkuyorsun! Tanımadığın bir vücuda nasıl davranacağını bilememenin yarattığı korku seni engelliyor...”

“Benim arkadaşım var...” dedi Ahmet tok bir sesle.

“Evet, senden 40 yaş büyük bir arkadaş! Bizim buralarda ona arkadaşlık değil jigolalık diyorlar...”

“O benim sorunum...” dedi Ahmet, canının sıkıldığını vurgulayan bir ses tonuyla.

“Tabi ki senin sorunun” dedi Metin,” Ama öğretmenin yanlış! Sen ilerici, kendini devrimci olarak tanımlayan bir öğretmensin. İlerici olduğun için, yasaklara karşı çıktığın için seni Davutpaşa’ya götürdüler. Yani senin devrimciliğini tescillediler ama sen toplumda yaşanan yasaklara karşı çıkarken kendi yaşamına yasaklar koyuyorsun? Adem'le Havva'dan bu yana, seksin, insan yaşamının ayrılmaz parçası olmasına karşın, dinsel baskılar, gelenekler, göreneklerle bu çok önemli olguya özgürce, açık kafayla yaklaşılmasının bu güne dek engellendiğini, hala engellenmeye devam edildiğini. “Ayıp” içine gizlenmeye çalışıldığını bilmene karşın umarsız davranıyorsun; Papa 4. Paul tarafından başlatılan, aralarında Balzac, Dumas, Stendhal ve Moravia gibi yazarların yapıtlarının da yer aldığı dört bin kitabı yasaklayan düşünce hala milyonlarca örümcek beyinde devam etmiyor mu? Onbeşinci asırda yaşayan kilise kafası müslüman beyinlerde -yasaklara da yasak konularak- devam etmiyor mu? dedi Ahmet’e baktı, gülümsedi  ”Şekil A’da olduğu gibi” dedi Ahmet’i gösterdi işaret parmağının ucuyla.

Ahmet, konuyu değiştirmek başka bir yöne çekmek için “Haklısın da devrimciler tek tek yaşamını yitirirken senin burada seks üzerine konuşmaları yapıyor olman bana biraz ters geldi. Lümpence bir davranış” dedi.

“Hangi devrimciler? Hangi Lümpenler?” dedi Metin, ”Geçenlerde İGD derneğine gittim üye olmak için. Duvarlara Karl Marks, Lenin ve Nazım Hikmet’in resimleri yapıştırılmış. Havalarından kimsenin yanına yaklaşılmıyor. Küçük dünyaların hepsini sanki onlar yaratmışlar. Entelektüel olduklarını ispat etmek istercesine birileri Satranç oynuyor, birileri ağzına aldığı pipo ve boynuna attığı atkı ile çok bilmiş havalarla bana neden derneğe üye olmak istediğim ile ilgili saçma sapan, hatıra defterlerinde yer alan sorular yöneltiyor... Sonra da, uzun saçlarım, kot pantolonum ve yaşam tarzımla küçük burjuva ve lümpen olduğumu iddia ederek beni derneğe üye yapamıyacaklarını söylüyorlar. Herkesin kendini toplumcu, dava adamı olarak gördüğü, toplumsal sorunlarla ilgilenir görünmenin moda olduğu günlerde senin sözünü ettiğin bu devrimciler mi?”

“Doğru söylemişler. Yaşam tarzıyla sen küçük burjuva değil misin? Uzun saçların, giyim tarzın, yaptığın çapkınlıklar filan...” dedi Ahmet, “Sen dernekte de kızlara iş koyarsın”

”Ne alaka? Bulgaristan da sosyalist bir ülke ama git bak gençler nasıl sevişiyorlar. Ayrıca kızların içinden bazılarına arkadaş teklif edebilirim de bunda şaşılacak bir şey olmamalı...En nihayetinde insanız ve giderilmesi gereken cinsel ihtiyaçlarımnız var”

“İyi de biz sosyalist bir ülke değiliz ama..” dedi Ahmet

“İyi o zaman siz de sevişmeyin! İnsanları hor görün, sınıflandırın, küçük burjuva olmakla, lümpen olmakla suçlayın sonra da etrafta dolaşıp devrimci olduğunuzu iddia edin. Siz önce başınızı gömdüğünüz kumdan çıkarın da etrafınıza bakın neler oluyor diye...” dedi Metin. “Evimin olduğu arsa benim ülkemse bu evde de sevişmek serbest...”

Ahmet konuyu değiştirmek istedi,” Babandan bir haber yok mu?”

Metin sigaradan derin bir nefes aldıktan sonra bekletmeden mavilikten gri renk alan dumanları tavana doğru üfledi.” Bilmem hala Davutpaşa’da..”

Ahmet, Metin’in omuzunu okşadı sevecenlikle, ”Canını sıkmak istemezdim” dedi. Sonra sesini değiştirip, ” Bu Canan meselesi nedir…”

Metin, babasıyla ilgili tüm düşünceleri ertelemek istercesine camı çatlak pencereden dışarıya baktı,” Ya söylediğim gibi, Canan seni beğeniyormuş ve arkadaş olmak istiyormuş...”

“Peki ya öptürmezse kendini?”

“Ben burda bir haftadır kızın beynini yıkayıp öpüşme öğretiyorum..”

Ahmet kahkahalarla gülmeye başladı ta ki gözlerinden yaş gelene kadar güldükten sonra kendisine bakan Metin’e “Ulan sen az değilsin kızı nasıl kafaladın öyle?”

“Senin sayende” dedi Metin,”Canan benimle gelip konuştuğunda kafamda birden bir senaryo yazdım ve oynamaya başladım...”

“Ya sen Canan’ın ablasıyla beraber değilmiydin?”

“O iş hem bitti hem devam ediyor” dedi Metin umarsızca, Ahmet’e baktı, “Bizi kömürlükte bastılar ondan sonra da kız korktu benimle buluşmaya ama içinden yükselen çağrılara ne kadar duyarsız kalacağını bilemiyorum? Birkaç gün sonra onu bu minderin üzerinde yatarken görürsem hiç şaşmam. Kıvamına gelmesini bekliyorum. Tüm yaşananlara bakınca benden çok şey öğrendiğine inanıyorum. Öncelikle benimle ilgili yaşamı boyunca unutamıyacağı anılar bıraktım kendisine. Onu ilk kez öpen ve öperek bayıltan benim. İlk kez memelerini okşayan, öpen benim. Uyluklarını, kalçalarını okşayan ve kadınlığını ona tanıtan, kadınlığında yaşayacağı zevkleri, heyecanları sevişmeleri tanıtan benim. Çırılçıplak sevişmeyi, sevişmekten korkmamayı öğreten benim. Kendine güven duymasını sağlayan benim. Güzel ve akıllı olduğuna inandıran benim. Bu yaşamın onun kaderi olmadığına inandıran benim...Daha çok sayabilirim…”

Ahmet başını öne eğdi,” Evet senin görevin mahallerinde cinsel sorunları olan genç, fakir hatta çirkin kızlara cinsel terapi yaparak topluma kazandırmak.”

“Öyle sayılır ama –çirkin– kelimesi yanlış. Kızların hepsi birbirinden güzel.” dedi Metin, “Canan ile ilk sevişmemizde kendisine öpüşme teknikleri üzerine canlı uygulamalarda bulundum. Sevişme sırasında memelerinin üstlendiği görevi anlattım. Vücudunun hangi bölgelerinden hoşlandığını bulmaya çalıştık. Uyluklarını, kadınlık organını, kalçalarını konuştuk. Bir flört durumunda karşısındaki ile ne kadar ileri gidebileceğini, sınırlarını öğrettim. Kendisini nasıl koruması gerektiğini anlattım...”

Ahmet şaşırmışcasına Metin’e baktı,”Sen gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Yani amacın bunları yatağa atmak değil mi?”

Metin hınzırca güldü, “O zaman kömürlükte ne işim var benim? Sorun beğenip beğenmemek değil ki burada benim duygularım önemli. İkinci kez Canan eve geldiğinde kendisini çırılçıplak soydum ve yanına uzandım. Gözlerini kapatıp, ellerini de sıkıp beni beklemeye başladı. Öptüm ama sanki buz dağının üzerinde gibiydim bu yaz sıcağında üşüdüğümü hissettim birden. Memelerini okşadım, kadınlık organıyla oynadım ama kendisini sıkmış hiç bir tepki yok? sonra giyinmesini istedim ve kendisiyle uzun uzun konuştum, dertleştim bana annesini, babasını, kardeşlerini anlattı. Ev yaşamlarını anlattı. Hayallerini, rüyalarını ve sahip olmak istediklerini saydı tek tek. Oysa yanımda çırılçıplak yatıyordu ve istemem ile kendisini genç kızlıktan kadınlığa ulaştırabilirdim ama inan kendisine karşı hiç bir şey duymadım.”

“Çok ilginç” dedi, Ahmet,

“Hindistan’ın bağımsızlık hareketinin lideri ve "pasif direniş" akımının öncülerinden Mahatma Gandhi’de, iradesini sınamak için çıplak genç kızları yatağına aldığını, ancak onlarla hiçbir ilişkiye girmediğini açıklamıştı.Yine Hollanda'da açılan ve büyük başarı,ilgi kazanan Uluslararası Çağdaş Öpüşme Okulunun kurucusu ve öğretmeni Johnnie van der Laan, saati 1 dolardan, üç pozisyonda (yatay, 45 derece ve dikey) öpüşmeyi öğretiyordu. Aynı yıl, jinekolog William Howell Masters ve psikolog Virginia Eshelman Johnson, cinsel heyecan ve orgazmın fizyolojik yönlerini bilimsel biçimde anlatan "İnsanda Cinsel Tepkime" adlı kitaplarını yayınladılar...” dedi Metin, ilgiyle kendisini dinleyen Ahmet’e baktı.” Yaptığım her ne kadar –faydalanma– gibi görünse de bilimsel bir yanının olduğu da ortada”

Ahmet iki yana başını salladı-seni hınzır seni-gibilerinden, “Valla bağlaman müthiş, seni tebrik ederim. Baban gibisinin aynen...” dedi güldü içtenlikle,”Sen minareyi çalmadan kılıfını hazırlamışsın senden öğreneceğim çok şey olduğuna inanıyorum...”

Metin, Ahmet’e baktı.. “Sen beni anlamıyorsun ki!”

“Yok yok ben seni gayet iyi anlıyorum”dedi Ahmet gülücüğünü dudaklarında dondurdu.” Seni anlıyorum, okuduğun aşk romanlarının kahramanlarını yaşatmak istiyorsun ve sanırım şimdi de Don Juan’sın...”

“Yok şu sıralar Julien’im ve Madam de Renal’a büyük bir aşk ile bağlıyım”dedi Metin.

“Bırak bu ayakları” dedi Ahmet, “Sırada kim var?”

“Şimdi sırada Canan’ın kızkardeşi var..”

Ahmet oturduğu yerden ayağa kalktı,”Hadi beee” dedi gülerek. “Ulan ayıp be üç kızkardeşi de sen yetiştiriyorsun valla önünde saygı ile eğilmek isterim ama bulmuşun üç tane cahil kız istediğin gibi oynuyorsun...”

“Ufakken sahip olamadığım oyuncaklarımın en güzelleri onlar demek isterdim ama öyle değil! Onlarla sevişmek beni hem mutlu ediyor hem rahatlatıyor. Ben onları, onlar da beni kullanıyorlar” dedi Metin gülerek, içine çektiği sigaranın dumanını tavana doğru üfledi. “Ama diğer yandan da onların yaşamlarında olumlu depremler yarattığımı da biliyorum. Her şeyden önce kendilerine olan güvenleri arttı. Fakir olmanın, kadın ve güzel olmalarını engellemediğini öğrendiler. Daha düne kadar ev ile aralığın başı olan yaşamları sokağa taşmaya başladı…Giydiklerine dikkat eder oldular. Hafif makyaj yapmaya başladılar. Tek başlarına alışverişe gitmeye başladılar. Ayla’nın kendisine iş aradığını söyledi Canan…”

“Ne zaman gidiyoruz şimdi” dedi Ahmet,ellerini oğuşturdu.

“Ben sana haber veririm” dedi Metin, ”Üzerinde biraz daha çalışmam gereken bölgeler var..”

“Senin bölgelerini yesinler” dedi Ahmet yerinden kalktı ” Ben kaçar..”dedi

“Yarın görüşürüz” dedi Metin, “Hem sana haber veririm..”

“Canan’ı fazla yeme biraz da bana bırak o zaman” dedi Ahmet bakışlarını yere düşürdü. Sonra açık kapıdan çıkıp gitti.

Metin masanın kenarına koyduğu Kırmızı ve Siyah’ı alıp, sabahleyin kabarttığı yatağına uzandı ve kaldığı yerden okumaya başladı...

Sabahleyin yakınlardan gelen bir horoz sesiyle uyanıverdi. Horoz gazel çeker gibi uzattıkça uzatıyor, berbat bir gece geçiren Metin’i çileden çıkartıyordu. Kulaklarını kapadı ama Horoz’un tiz çığlığını önleyemiyordu. En iyisi kalkmaktı. Önce çok sevdiği çayın kokusun aldı burnu sonra birinci sigarasının duman kokusunu. Annesi kalkmış, çayı demlemiş, bir sigara yakmış pencereden dışarıya bakıyordu. “Nasılsın anacığım?” dedi yataktan kalktı.

“Babandan bir haber alabildin mi?”

“Hayır anne hala Davutpaşa’da...”

“Bu çıkıp Ankara’ya kaçmasın?” Annesi Metin’e baktı acılı ve soran gözlerle.

“Yok anacığım ama yakında çıkar herhalde...”

“Yok canım hapisteyse kalabilir. Ankara’ya gitmesinde.”

Metin annesine sarılıp yanaklarından öptü, “Güzel anacığım benim...”

Annesinin hazırladığı kaçak çaydan iki tane içip giyindikten sonra bir sigara yakarak evden çıktı.

Annesi arkasından bağırdı: “Ben evde olmayabilirim anahtarı ayni yere koyarım...”

Islık çalarak caddeden geçen kalabalığın arasına karıştı. İşlerine yetişmek için ellerinde, simitler, poğaçalarla insanlar hızlı hızlı yürüyorlardı. Minibüs ve otobüs duraklarında uzayan sıralar ve insan topluluklarından küme halinde dumanlar yükseliyordu. Arada bir -Hak tu- diyerek caddenin ortasına koca balgam parçalarını savuran, tüküren insanlarla geçiyordu yanından. Çıraklar ellerinde eski gazete parçaları, eski bezlerle çalıştıkları dükkanların camlarını silerken, garsonlar ellerindeki tepsiye doldurdukları üstünde henüz dumanı tüten  ve kokusu insanın içme isteğini arttıran tavşan kanı çayları, dükkanlara, bankalara, iş yerlerine dağıtıyorlardı. Bayilerden alınan gazeteler aceleyle bakılıp ellerde roleleşiyor veya sol ceket ceplerine yerleştiriliyordu. Seyyar satıcılar tablalarını temizliyorlardı ağızlarında yarı yarıya yanmış sigaralarla. Et ve Balık Kurumu önünde her sabah olduğu gibi insanlar erkenden kuyruğa girmişlerdi ucuz et ve tavuk için bazıları manavlardan aldığı sandıklara otururken, gençler ve çocuklar ayakta sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Bir süre önce fuhuş yapıldığı gerekçesiyle -bir hafta- kapatılan Bahar Cafe’den içeri girdiğinde Önal, Melek ve Muammer köşedeki masanın etrafına oturmuşlar çay içiyorlardı. “Günaydın gençler...” dedi Metin sağ elini havaya kaldırıp selam verdikten sonra Muammer’in yanındaki boş sandalyeye oturdu. “Bir çay da ben alayım” dedi.

“Çayı önünde bil” dedi tezgahın arkasında bekleyen garson Kemal

Birden Cafe’nin içini Muammer’in insanı neşelendiren, gülme isteği uyandıran hoş kahkahası doldurdu. Komik unsurlardan oluşan bir deyişe dakikalarca, gözlerinden yaş gelene kadar gülüyor etrafındakileri de gülmeye zorluyordu adeta. Pusuda bekleyen avcı gibi Muammerin'de dudakları her an gülmeye hazır bir biçimde bekliyordu.

“Ne o Muti neşelisin tabi…”

Önal, Metin’e baktı: Anlamadın mı hoca?”

Melek yanında oturan Önal’ın koluna vurdu: “Siz hepiniz aynisiniz, terbiyesizler. Ya Metin bari sen bunlara uyma!”

“Geliyorlar” dedi Muammer heyecanla ayağa kalktı. Kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. İlk kez Metin sayesinde bir kızla beraber olucak, öpecek, sevecek belki sevişecekti! Kimbilir belki arkadaşlığı devam ederdi ve canları istediği zaman sadece ikisi gezmeğe giderlerdi. Onu sinemaya götürür film başladığında da öpüşürlerdi nefesleri tükeninceye kadar. Masada duran Önal’ın sigarasından bir tane alıp yaktı elleri titreyerek, “Offf sıcakladım birden...”

“Görüyormusun çocuk daha kızla tanışmadan sigaraya başladı...” dedi Metin

“Aman abi” dedi Önal, “Kız demek problem demek sigaraya da başlatır içkiyede..”

Canan dizlerine kadar inen beyaz bir etek giymişti. İşlemeli kısa kollu buluzünün yanından koltuk altlarının sarı tüyleri gözüküyordu. İri etli ve kalın dudaklarına açık renk bir ruj sürmüş, uzun kumral saçlarını tokalarla düzeltmişti. Arada bir dilinin ucuyla dudaklarını yalıyordu göreni tahrik edercesine. Bakışlarındaki ceylanımı ürkeklik ona çocuksu bir sevimlilik veriyordu. Metin ayağa kalktı, “Hoş geldiniz” dedi Canan ile Cansu’nun ellerini sıktı, eğilip yanaklarından öptü. Bol çiçekli bir elbise giyen Cansu’nun elinde sarı bir gül vardı bahçeden kopartılmış.

“Bana mı getirdin” dedi Metin, elindeki Gül’ü işaret etti.

Cansu gözlerine baktı Metin’in, “Evet sana getirdim” dedi soğuk ve duygusuz bir sesle. Son üç ay yatakta konuştukları tek konu Metin ve Metin'in yaptıklarıydı. Ablaları Metin’i yere göğe koyamıyorlar, onun yüzünden sık sık kavga ediyorlardı. Onlar Metin’i övdükçe Cansu iki ablasıyla da beraber olan Metin’e kızıyor ona lanetler yağdırıyordu ama diğer taraftan da içinde yeni yeni filizlenmeye başlayan duyguların yarattığı bir –merak– vardı ve kendisi de bunları yaşamak istiyordu. Ablaları yüzünden çok hoşuna gitmesine rağmen Metin’den nefret eder bir duruma gelmişti.

“Birer çay içelim sonra kalkarız...” dedi Muammer, ağzı kurumuş heyecandan çişi gelmişti.

Canan Muammer’in yanına oturdu Cansu ise Metin ile Meleğin ortasına. Masadakiler konuşmadan birbirine bakıyordu. Garson Kemal çayları getirip masanın üzerine bıraktı.

“Kaç şekerli içiyorsun?” dedi Metin, Cansu’nun kulağına eğilerek.

Kulağında Metin’in soluğunu duyan Cansu heyecanlandı birden, “Üç şekerli olsun…”

Metin Cansu’nun çayına üç şeker attıktan sonra karıştırıp Cansu’ya uzattı: “Buyur güzelim..”

Önal yanındaki Meleğin kulağına: “Metin kızı nasıl kafalıyor görüyor musun?” dedi güldü.

“Sende benim bardağıma şeker atıp karıştırsan memnun olurdum!”

“Hadi canım kendin karıştıramıyor musun?”

“Ayı...” dedi Melek

Cafe’den Canan ile Cansu önden kendileri de arkadan çıkıp Otobüs durağına ayrı ayrı yürüdüler. Otobüs durağı biraz önce olduğu gibi pek kalabalık değildi ama bindikleri otobüs dolu geldiğinden en arkada hepsi bir araya toplandılar. Kızları ortaya almışlardı. Muammer elindeki parayı kalabalık üzerinden biletçiye uzattı, “İki paso, iki talebe iki de öğrenci” dedi

Biletçinin insancıl görünüşü, diri, canlı bakışı dudaklarına yerleşen gülücükle daha da güzelleşti. Önündeki bilet kümelerinden kırmızı renkli olanı ayırarak arkası lastikli kalemiyle altı tane koparttıktan sonra Muammer’e uzattı, “İki paso iki talebe iki de öğrenci...”

Metin otobüsünün sol arka tekerleğinin üstünde ki pencereden dışarsını seyreden Cansu’nun arkasında duruyordu. Araba sarsıldıkça vücutları birbirine değiyor, Cansu’nun sert ve diri kalçaları Metin’i yaşadığı dünyalarda yeni bir bilinmezliğe doğru sürüklüyordu…Cam kenarında tutunan eliyle arada göğüslerini tutuyordu. Yolların bozuk olmasına ilk kez kızmıyor tam tersi seviniyordu. Otobüs yolculuğunun uzamasını dileyerek Cansu’nun belinden tutup kendine çekti. ”Çok ama çok güzelsin” dedi kulağına eğilip, öptü. Cansu kendisine sarılan Metin’i iterek vücudunu öne çekti. İstemiyordu işte, buraya ablasının zoruyla gelmişti zaten yoksa hiç gelmiyecekti ama bütün gün yalvarmıştı. Hayır! kesinlikle olmazdı ablalarıyla sevişen birisiyle işi olamazdı ama ablalarını da üzmek istemiyordu. Yok yok olmazdı. Otobüsün camından Metin’e baktı. Bakışları buluştu bir anda ve Metin’in bakışlarındaki isteği, sevgiyi gördü. Korkuyordu. Ne yaşayacağını ve Metin’in istekleri karşısında ne yapacağını bilememenin yarattığı tedirginlik içindeki korkuyu çoğaltıyor karar vermekte zorluk çekiyordu. O hiç sevişmemişti ki, bazen sinemaya gidebilirse ve filmde sevişme sahnesi olursa, nasıl öpüştüklerini görüyordu ama kendisi şimdiye kadar kimse ile öpüşmemişti ki. Şimdiye kadar kimsenin vücuduna bu kadar yakın olmamış, kimse memelerini tutmamıştı. Bilmediği, tanımadığı duygularla tanışmak ve yaşamak, yaşamındaki bu ilk korkutucuydu onun için. Hemen, bir an önce evlenip bu yaşamdan kurtulmak istiyordu ama Metin kendisiyle evlenmezdi ki. Evlenip o pis evden, babasının yasaklarından, dayaklarından kurtulmak istiyordu. Her gece sarhoş eve gelen babası yataklarından kaldırıp önce hepsini yoruluncaya kadar dövüyor sonra da sabaha kadar kendisine hizmet ettiriyordu. Bıkmıştı artık zaten bir gün ya babasını ya da kendisini öldürüp bu dünyadan ayrılıp gidecekti. Metin yine kendine yaslanmaya başlamıştı. Belinden tutup kendine doğru çekmesine karşı çıkmadı bu kez bıraktı kendisini. Sirkeci de indiklerinde yaşamaktan korktuğu duygular kırmızı ipek donunu bilmediği bir nedenle ıslatmıştı. Arabadan inerken başının döndüğünü hissetti bir an Metin’in kolunu tuttu.

“Taze çıtır bunlar...”

“Hani yaa Lahmacun sicak sicak...”

“Hararet kesiyor abiii...”

Nakliye firmalarının önünde bekleşen hamallar yere çömelmişler çaylarını yudumlarken sigaralardan derin nefesler alıyorlardı. Otobüsler hala dolu geçiyordu Sirkeci’den korna sesleri yükseliyordu martı çığlıklarına karışıp. Vapur sesleri siyah, isli duman eşliğinde. İnsan sesleri, havlayarak sirkeci garı etrafında dolaşan köpek sesleri, tren sesleri. Önünden geçen bir çocuk birden ”Anne simit isterim” diyerek ağlamaya ve annesinin elinden çekerek simitçiye çekti. Bunu duyan simitçi fırsatı kaçırmadan tabladan aldığı bir simiti çocuğun eline tutuşturmak isterken sesini de yükselterek, ”Simit abla. Tazecik simite gel, çıtır bunlar gel abla gel çocuğunu sevindir abla çıtıra gel!”

“Simit isterimmmm banane banane..” Çocuk burnundan akan sümükleri elbisesinin koluyla sildikten sonra annesinin elini çekti. Çocuğun ısrarlarına dayanamayan kadın göğsünden çıkardı bir mendile sarılmış paralardan bir tane çekerek simitçiye uzattı, “Ver bakalım bir simit” dedi -sen kazandın- dercesine.

Florya’ya geldiklerinde trenden indiler. Güneş iyice yükselmiş sıcaklığını hissettirmeye başlamıştı. İstasyonun önünde duran simitçiden birer simit aldıktan sonra ormanlığa doğru yürümeye başladılar. Etrafta şu anda kimsecikler yoktu ama piknik yapılan yerler gazete kağıtları, karpuz ve kavun kabukları, kurumuş insan pislikleri ve boş içki şişeleriyle doluydu. Ormanın biraz daha içlerine, görünmeyeceklerine emin olabilecekleri ve daha temiz bir yer bulmak için yürüdüler. Cansu arada bir Metin’in elini sıkıyordu korkuyla -beni nerelere getirdin?- dercesine. Temiz, otların yeşilliğini koruyabildiği bir bölgede karar verdiler.

“Birbirimizden uzaklaşmıyoruz etrafta her şey olabilir ayrıca bir şey olursa hemen bağırıyoruz,tamam mı?”

Onar metrelik uzaklıklarda çalılıklarına arasında birden görünmez oldular.

Metin çıkardığı ceketi yeşil çimlerin üzerine serdi” Buyursunlar Prensesim!”

Cansu sevindi şimdiye dek kimse kendisine –prenses- diye hitab etmemişti. Ne kadar da güzel söylemişti. Metin’in yere serdiği ceketin üstüne oturdu. İçinde tarif edemediği duyguların korkusunu yaşıyordu. Otobüste yaşadıklarını anımsayınca tuhaf oldu birden, uyluklarına sancıların girdiğini sandı bir an sanki memeleri de sertleşmeye başlamıştı! Vücudundaki bu değişim hem hoşuna gidiyor bir o kadar da korkuyordu. Ablalarının anlatımlarından tanıdığı ve başlarını döndürdüğü Metin kendisinin de başını döndürmüş ne yapacağını bilmez bir duruma sokmuştu kısa bir sürede. Kendisine karşı koymak istiyor ama vücudu, duyguları buna engel oluyordu. Aşık mı oluyordu acaba? Aşk böyle bir şey miydi?

“Bir sigara içer misin?” dedi Metin,Cansu’nun elini tutup,parmaklarını öptü tek tek.

“Bilmem ama uçluysa bir tane içerim..” dedi Cansu, Metin’in elini tutup kendisine doğru çekti. Ne olacaksa bir an önce yaşamak ve bitirmek istiyordu.

Metin bir bacağını Cansu’nun bacakları arasına soktuktan sonra gögsü ile memelerini bastırdı,” Öpüşmeyi biliyor musun? Hiç öpüştün mü?”

“Hayır”dedi Cansu kısık bir sesle.” Ben on dört yaşındayım…” Karnı ağırmaya başlamıştı birden.

“Dudaklarını hafifçe arala ben alt veya üst dudağını öpmeye başladığında sende benim dudağımı öpmeye başlayacaksın. Bir deneyelim..” Dudaklarını yarı aralayıp gözlerini kapatan Cansu’nun alt dudağını dudaklarının arasına alıp öptü,emdi.. “Yok olmuyor. Sen beni öp...”

Dudaklarını aralayıp Cansu’nun kendisini öpmesini bekledi. Cansu Metin’in dudaklarının üstünü öpüp kendini geri çekti.

“Öyle olmaz o Türk filmlerinde oluyor. Bir daha deniyoruz. Ben senin daha kalın olan alt dudağını öperken sen de benim üst dudağımı öpeceksin ama kardeşini öper gibi değil, istekle, ihtirasla...”

Bir daha denediler,ardından bir daha ve bir daha...

Cansu buruşmuş eteğini ıslanmış donunun üstüne çekerken  hala başı dönüyor gözleri kararıyordu.”Sanki bana bir şeyler oluyor”dedi Metin’in elini tuttu.

“Korkma canım”dedi Metin uzandığı yerden kalkarak oturdu. Birden etrafta kendilerini dikizleyen röntgencilerin yerleştiğini fark etti ama geç kalmışlardı. Onlara tadımlık bir gösteri sunabilirdi. Cansu’ya sarılıp uzun uzun boynunu, dudaklarını, yanaklarını, memelerini öptü, kulağına ”Sana aşık oluyorum galiba” dedi Cansu’nun duyabileceği bir sesle. Parmaklarını uyluklarında dolaştırdı.

“Metiiiin...”

Muammerin sesiydi. Bir şey mi olmuştu? Pantolonunun fermuarını çekerek yerinden kalkıverdi.”Noldu lan?”

Muammer  bakışlarıyla aradığı Metin’i görünce sevindi ağlamaklı oldu ama ses çıkaramadı sanki dili tutulmuştu.

Metin, Cansu’yu elinden tutup yerinden kaldırdı. Beline sarıldıktan sonra kendine çekti, “Bir bakalım ne olmuş acaba?”

Önal ve Melek’te oturdukları yerden kalkmışlar merakla Muammer’e bakıyorlardı. Hep beraber Muammer’in yanına doğru yürüdüler. Muammer’in yanakları al al olmuştu, kuruyup çatlayan dudaklarından sözcükler zorla ve sessiz çıkıyordu. Yalvaran gözlerle kendisine bakan Muammer’in boynuna sarıldı Metin,”Noldu Muto?”

Muammer Canan’ın beyaz eteğinde el büyüklüğünde yayılan kan lekesini gösterdi korkuyla ”İnan ben hiç bir şey yapmadım...”

“Sen bir Önal’ın yanına git bakayım ben Canan’la konuşurum..”

Canan yere çömelmiş şaşkın şaşkın etrafına bakıyordu. ”Canan bir şey olmadı değil mi?”

“En güzel yerinde,” dedi Canan, ağlamaklı oldu bir an gözleri buğulandı, ”Hastalanıverdim...”

“Hadi kalk da gidelim” dedi, Metin.

“Böyle nasıl gidebilirim ki? İnsanlara rezil olurum...”

“Ne olmuş” dedi, Melek.

“Önemli değil canım hastalanmış sadece..”

Melek gülümsedikten sonra hırkasını çıkarıp Canan’a uzattı,”Bununla idare et..”

“Hadi gidelim o zaman”dedi Önal

Beline Meleğin verdiği hırkayı bağlayan Canan kardeşi Cansu’nun koluna girmek istedi ama Cansu ablasını itip Metin’in koluna girdi, başını omuzuna dayadı. “Ne zaman görüşebiliriz?”

“Ne zaman istersen” dedi Metin, “İstediğin zaman kapımı çalabilirsin..”

“Akşam geç saatte buluşalım mı?”

“Tabi güzelim..” dedi Metin.

Yaşananların henüz farkında olmayan Muammer en önde başını öne eğmiş yürüyordu. Korkmuştu. Şimdi evdekilere ne diyecekti? Böyle durumlar karşısında ne yapacağını bilmiyordu ki! En iyisi hemen Almanya’da yaşayan abisine haber verip onun yanına gitmekti.

“Muto beklesene bizi...”

Muammer yerde duran bir kağıt paçasına vole attıktan sonra durdu. Yüzü kıpkırmızı olmuş, alnından ter damlacıkları akmaya başlamıştı.

“Ne yapıcaksın şimdi?”

“Ben bir şey yapmadım ki...”

“Ya kız hamile kalırsa?”

“Kalır mı dersin?”

Önal karıştı, “Baba baba baba...”

Muammer kızgın bir sesle, “Senin başına gelsin o zaman ben seninle konuşurum bakalım dalga geçmek nasıl oluyormuş...”

Metin şakayı fazla uzatmak istemedi çünkü Muammerin durumu hiç iyi değildi. Elini uzatıp Muammer’in omuzundan tutup kendine çekti, “Ya kız adet görmüş sen kızların her ay belirli zamanlarda hastalandıklarını bilmiyor musun?”

Muammer şaşkın şaşkın Metin’e baktıktan sonra dudaklarını oynattı bilinçsizce, gülümser gibi yaptıktan sonra sarıldı Metin’in yanaklarından öptü. “Aslanım benim..” Koştu hayali topa bir kafa attı, göğsünde yumuşatıp sert bir vole vurdu. “Gooool...”

Seyyar köftecilerin önleri öğle paydosuna çıkan işçilerle doluydu. Limoncular, Ayrancılar, Gazozcuların sesleri birbirine karışıyor bir şey anlaşılmıyordu. Lahmacun ve Simitçiler ise öğle paydosuna çıkan işçilere yetişmek ve satışlarını arttıracak iyi bir yer kapabilmek için birbirleriyle yarışırken Tombalacılar ellerindeki izmir torbaları sallayıp “Kent, Astor abiler bir taşa sigara. Amerikadan geldi..” sözleriyle ilgi çekip, müşteri çekmeye çalışıyorlardı. Metin’in kolunu sıkı sıkı sarılan Cansu akşam yaşayacaklarını hayallerken, Canan sevişmelerinin en güzel yerinde başına gelen talihsizliğe isyan ediyordu. Karnı acıkan Önal ne yiyeceğini düşünürken, Melek eve gidince kendisini bekleyen işleri Metin ise Cansu ile bu akşam yaşayacağı sevişmeyi düşünüyordu.

Hep beraber güle oynaya trene bindiler...

Erdem Buyrukçu
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler