Bunalımlı çağa giriyoruz
Kalıtsal açgözlülük, kalıtsal ırkçılık ve şovenizm, dogmatik inanç, kapital ve siyasetin bütünlük oluşturduğu günümüz dünyasında, insanlık her gün biraz daha değer yitimine uğramaktadır. .. Vazgeçilmezlerimiz sandığımız birçok şey alınır-satılır hale geldi. Sevincimiz, hüznümüz, vicdan, inanç, bilgi ve diğerleri ticari boyutlara evrildi. Nesneler insandan değerli oldu ve tek tek bireyler olarak meta seviyesine alçaldık. –yani sıfıra indirgendik- … Rastgele bir yaşam, rastgele hedefler, rastgele belirsiz politikalar üzerinden hep aynı tekrarlarla gidiyoruz… Yalanın, reklamın, çılgınca tüketimin tadına öylesine alıştırıldık ki kendi geleceğimize yönelik yıkımı da göremez olduk…Çünkü yalan ve kurgularla karartılmış toplumlarda akıl etkin konumda değildir ve birey ne yaptığını, kim olduğunu dahi kavrayamaz… Bu tür yaşam formlarında en üstten en alta kadar büyük çoğunluk, geleceğe yönelik iyi şeyler düşünme kapasitesi geliştiremez… Varsa yoksa siyaset, ibadet, düşmanlar, enflasyon, patatesin fiyatı, ekmeğin gramajı üzerinden ömür törpülenir. Herkes siyaset konuşur, herkes ibadet konuşur ve işin feci yanı her kuşak kendinden sonraki kuşağa siyaset konuşmayı bırakır. Bilim ise hemen hemen konuşulmaz… Mevcut kültür, bireyi bilim cahili bırakmaya yeminlidir sanki ve bu gelişmeye paralel olarak, eğer kokuşmuş siyasetçileriniz, bunlara eşlik eden kokuşmuş medyanız ipleri eline almışsa, aptallığın seri üretimi hızlanır, bunalım ve belirsizlik artar… Bütün kötü işler, iblisler ortalıkta cirit atarlar ve demokrasi sınır tanımaz şekilde birilerinin istek ve amaçlarına otoriter araç haline gelir. Oysa şunu çok iyi biliyoruz ki, demokrasi ve kapital, demokrasi ve dogmalar, demokrasi ve politikacılar, demokrasi ve militarist güçler arasında ilkeler bazında bir yakınlık yoktur. Eski çağlardan daha tehlikeli, başa çıkılması olağanüstü çaba gerektirecek bunalımlı bir çağa giriyoruz. İklim, yüzyılın sonunda iki katına çıkması beklenen nüfus, daralan dayanışma meşakkatli bir yaşama işaret ediyor… Ücrete dayalı köleliğin kalıcılığı, göçler, teknolojiye bağımlılık, yoksulluk, uyuşturucular, ilaçlar, çatımızı başımıza yıkan silahlar, gıdaya ve suya ulaşmada zorluk, ruhsal rahatsızlıklar ve başka şeyler yanı başımızda bizleri beklemekteler… Takma gözler, istihbarat örgütleri, kamuyu istedikleri biçimde yönlendiren iktidarlar, istatistikler, tüketimin akıl almaz sonuçları yaşamımız üzerinde ürkütücü sonuçlara yol açmaktadırlar… Duygu yitimi, bencillik, sürdürülemez çarpıklık içindeyiz. Sahtelik diz boyu… Sağlıklı düşünce tökezliyor artık... Öyle ki bazen bir ağacın, bir taşın, okyanusun işlevini algılamakta yanılgıya düşebiliyoruz… Var olan şeye, var olmayan anlamlar yüklüyoruz. Bazen de var olmayanı varmış gibi duyumsuyoruz. Eğer gerçek hoşumuza gitmemişse, sanrıların yarattığı biçimi gerçek olarak kabul ediyoruz… Çünkü kendimize ait olan sesi duymayı pek güvenli görmüyoruz. İçine düşmeye zorlandığımız bu çalkantılı ve endişeli çağda gezegenimiz, doğamız ve dışımızdaki canlılar bu kadar çürümeyi, bu kadar zorbalığı kaldıramıyor artık. Düşünme ve davranış şeklimiz, yaşamı ileri taşıyacak yeteneklerle donatılmalıdır… Bilim, bilimsel düşünce ve dürüst insanlar, gelecek için potansiyel tehlike oluşturan siyasi hegemoniklere, saldırgan askeri teknolojilere, hırsıza arsıza, kısacası yaşamı tehdit eden güçlere hizmet etmemelidirler. Kültürel motiflerimiz, eğitim ve toplumsal ilişkilerimiz yeni ve çok yönlü bakış açılarıyla yeni baştan düzenlenerek, doğanın bize sunduğu yol üzerinden ilerlemelidir, çünkü bugün hala sahip olduğumuz en değerli şey doğadır ve onun kalbinde açan canlılar, çiçekler, dağlar, denizlerdir ve bunların her biri yararlı birer işleve sahiptirler… İnsan ise bunca güzellik ortasında sadece, “Bitirmek, yok etmek…” işlevini üstlenmiştir. Hoşumuza gitsin gitmesin gerçek budur ve bunu tersine çevirmek istiyorsak, yapılacak ilk şey: Sevgiyi kendimiz için değil, öteki için eyleme dönüştürmek olacaktır. Eğer bu yapılırsa muhtemelen, “İnsanın eşsiz bir varlık olduğu,” savı değerini bulacaktır. Gerçekedebiyat.comBUNALIMLI ÇAĞA GİRİYORUZ
DIŞIMIZDAKİ CANLILAR KALDIRAMIYOR