Bir kenti özlemek
Durup dururken değil. Birden, bir türkü dinlediğinde.
Bir kent düşer aklına insanın. Gençliğimdi diyerek.
Aşı boyalı evler. Komşu eve ara kapı açılı evler.
Her pişenden bir tabak diğer komşuya o kapılardan geçer.
Parke taşı döşeli dar sokaklar. Kediler, köpekler ve çocuklar.
O sokaklarda hepsi kaygısız yaşar, sevgiyle taşar.
O sokakta duyulur eve dönen babanın ayak sesleri.
O sokakta unutulur annenin eve çağıran sesi.
Sokakları insan kokan, yaşamak kokan, sokağında anılarım yoğrulan kent.
Öyle bir kent ki insanca yaşanır, insanca ölünür faytonların şıkırtısında.
İlle de kalesi... İlle de...
Kalesinde insana dilek tut diye çağıran kulesi, kulede hıdrellezi.
Kalenin eteğinde çiçeğe duran ağaçları.
Ağaçların Mayıs'a zor yetişen çağla bademi...
Özlenmez mi?
Özlüyorum kentimi, gençliğimi, sevdiklerimi.
Kentimin ezgilerini, çocuk sesimizdeki sevinci, türkülerini.
‘Karahisar kalesi yıkılır gelir’ der demez ilkinin ilk dizesi...
‘Ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım!’ derken nakaratı,
(Anlamlıydı eskiden, bayramlaşmaya değecek insanlarım hep sağdı)
Yüreğimde ılgıt ılgıt dağ seli...
Sonra girerim evlere bir başka türkü ile, efelerim hüzünlerle çakılır!
'Hezin hezin gir kapıdan!' der demez söyleyeni,
Efelenen yüreğimle ırgalanır, dalgalanır, davranıp duruşları.
‘Emirdağı birbirine ulalı’ dediğinde çağıldayan son türkü…
Yaylalara çıkan çocukluğum şaşar kalır ezgiyle.
Tanırdı türkü yakanı, gardiyan Kâmil'di adı ve babamın dayısıydı.
Ah çocukluğum ah şaşma!
Dönülmüyor gerçeğine sen anılarından kaçma!
Dönülebilseydi bir kez, buluşsaydım o yaşımla,
Avunur muydu gönlüm atalarım yok olsa da...
Olmaz mı? Olurdu belki, bak türküye, nakarata...
Çağırıyor sevdalıyı, umutsuzluk yasak diye.
'Yayladan gel mühür gözlüm, yayladan' der demez,
Kesme diyor umudunu, kesme sakın sevdadan,
Kavuşturur elbet bir gün,
'Kesme umudunu kadir mevlâdan!'.
Ünsal Çankaya
Gerçekedebiyat.com