Bankalar Caddesi / Selim Esen
Ulus’un Cumhuriyet’in ilanından beri, sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin yönetildiği yer olmaya devam ettiği yıllar…
Meclis, Başbakanlık, Maliye Bakanlığı üçlüsüyle birlikte, iktidardaki CHP’nin bugün müze olan Birinci Meclis binasındaki genel merkezi de orada. Ama, Ulus’u popüler kılansa meydanı... 1880’lerin sonunda, Vali Abidin Paşa’nın döneminde (Abidin Dino’nun dedesi) inşa edilen Taşhan Binası’ndan (Hôtel Angora) adını alan meydan, 1923’te Hakimiyet-i Milliye, 1927’de Millet Meydanı, 1928 Harf devriminden sonra da Ulus Meydanı diye anılmaya başlanmıştı. 1924’te Cumhuriyet gazetesine dönüşecek Yeni Gün gazetesinin sahibi Yunus Nadi’nin girişimiyle, Avusturyalı mimar Heinrich Krippel tarafından tasarlanan Zafer Anıtı’nın, 1927’de meydana yerleştirilmesiyle de Cumhuriyetin sembolü haline gelmişti. Günlük hayatın geçtiği bu meydan ve çevresinde oluşan şehir merkezinin önemli bir parçası ise Bankalar Caddesiydi. Cadde, Ankara’yı kuzey güney yönünde boydan boya geçen ve Jansen Planı’nın da ana aksını oluşturan Atatürk Bulvarı’nın, Ulus Meydanı’ndan başlayıp güney’ de Çankaya yönüne doğru uzanan ilk kısmına erken Cumhuriyet döneminde verilen isimdi. Üzerinde yer alan Kızılbey Camii ve Türbesi nedeniyle daha önceleri Kızılbey yolu denilen bu yol, Cumhuriyet döneminde birçok banka binasının inşa edilmesiyle Bankalar Caddesi adıyla anılmaya başlanmıştı. Bankalar Caddesi'nin doğu tarafında sıralanan eski Dar-ül Muallim (Öğretmen Okulu) binasındaki Maarif Vekaleti, Lozan Oteli, Postane, Meslek Lisesi ve Tekel Binası yer alıyordu. Ve cadde, 1 Haziran 1947 günü toplu taşıt aracı konusunda büyük bir “değişime” tanık olacaktı. Rus yapısı yeşil-beyaz renkli Zis marka otobüsler ile, İsviçre’den alınan bordo-krem renkli otobüsler tarihe karışacak, yerlerini “hayretle” izlenecek bambaşka araçlar alacaktı. O gün, Türkiye'nin ilk Troleybüs Şebekesi Ankara’da kurularak hizmete açıldı. Ulus-Bakanlıklar arasında hizmete giren ilk troleybüsler Amerikan yapımı “General Electric” araçlarıydı. Enerji kaynakları, tramvaylarınki gibiydi. Üstlerinden boynuz gibi yükselen ince uzun demir çubukların ucundaki “troley” denilen bağlantı aletleri o tellere yapışıyordu. Oradan elektrik alıyorlardı. Ankara gazeteleri bu yeni toplu taşıt araçlarını anlatırken zorlanıyorlardı. Kelimedeki “trol” iki “l” yle mi, tek “l” yle mi yazılacaktı? “Bus” hangi harfle yazılacaktı. “u” yla mı, “ü” yle mi? Uzun tartışmaların ardından tek “l” li ve “ü”lü yazımında karar kılındı. Yine gazetelere göre, troleybüsler otobüslerin üç katı kadar yolcu alıyorlardı. Oturma yerleri 44’tü. Ayaktaki yolcularla birlikte 100’den fazla kişi taşıyabiliyorlardı. Ankaralılar bu “yeni icat” aracın gelmesinden memnundu. Ama sevinç bir süre sonra yerini karamsarlığa bırakacaktı. 1 Haziran 1947 günü troleybüslerin ilk sefere konulduğu gün, halk Ulus’taki kalkış durağına birikti. İtiş kakış oldu. Yolcuların sıraya girmesi için iki yanı demirli geçiş koridorları yapılmıştı. Ama yolcular bir an önce içeriye girmek isteyince, kapının önü kapanıyor, binişler gecikiyordu. Ayrıca, troleybüs bileti otobüslerdeki gibi bindikten sonra değil, binmeden önce alınıyordu. Duraktaki koridorla troleybüsün kapısı arasındaki biletçi biletleri kesiyordu. Bilet alanlar araca, ön kapısının içindeki bir turnikeden geçerek biniyorlardı. Bunun kontrolünü de araç şoförü yapıyordu. Araca binme süresi bu nedenle de uzuyordu. Ertesi günlerde bu usulden vazgeçildi. Biletlerin otobüslerdeki gibi aracın içindeki biletçi tarafından kesilmesi usulüne dönüldü. Troleybüsler Ankara’da 1980’li yıllara kadar Ulus-Bakanlıklar arasında temel taşıt aracı oldu. Önce Dışkapı’ya daha sonra başka birkaç yere hatlar kuruldu. Fakat gelişme, başlangıçta planlandığı gibi daha fazla yaygınlaştırılamadı. Çünkü troleybüslerin manevra yetenekleri söylendiği gibi fazla değildi. Yol üstünde sağ sol yaparken sık sık, üzerlerindeki “boynuz” lar telden kopup boşlukta kalıyor, şoför iniyor, “boynuz” u yerine yerleştirmeye çalışıyordu. Bu da bazı hallerde trafiğin tıkanmasına yol açıyordu. Başlangıçta 10 adet, 1948’de yine 10 adet FBW marka troleybüs; Ulus-Bakanlıklar hattında hizmete girdi. 1952’de alınan 13 MAN araçla birlikte, Ankara’da çalışan troleybüs adedi; 33’e ulaştı. İtalyan malı Alfa-Romeo marka troleybüsler de Dışkapı-Bahçelievler ile Dışkapı-Kavaklıdere ve Yenimahalle-Ulus hatlarında kullanıldı. 1979-1981 döneminde trafiği aksattıkları ve yavaş gittikleri gerekçesiyle hizmetten kaldırıldılar. 1947’nin haziran ayında ilk troleybüs seferinin coşkusu yaşanırken, 23 Aralık 1947’de Bankalar Caddesi başındaki Maarif Vekaleti binasında yangın çıktı. 1925’te ilk kez Mustafa Necati’nin Maarif Vekaleti olarak kullandığı ve 22 yıl boyunca Bakanlık olarak hizmet veren binada çıkan yangın kısa zamanda büyüdü. Polisler halkın yangın yerine yaklaşmasını önlemeye çalışırken çapraz karşısındaki Merkez Bankası’nın üst katındaki Anadolu Kulübü’nde bulunan mebuslar yangını canlı izliyorlardı. Tahminler sabotaj ihtimali üzerinde yoğunlaşmıştı. “Millî Eğitim Bakanlığı binasını yaktılar” görüşü de dillendirilecekti. “Kim yaktı?” sorusunun cevabı da bulunacak, Orhan Veli dizeleriyle öncülük edecekti: “Açlıktan bahsediyorsun Demek ki sen komünistsin Demek bütün binaları yakan sensin, İstanbul’dakileri sen, Ankara’dakileri sen… Sen ne domuzsun sen!” Savcılık soruşturma sonrasında yangının elektrik kontağından çıktığını açıklamıştı. Yangın sırasında binanın alt katında bulunan Talim Terbiye Kurulu’na ait 10 bin kitap da kullanılamaz hale gelmişti. Yangından dört gün sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi olayı patlayacak ve “komünistler yaktı” iddiası o olayın da sloganları arasında yerini alacaktı. Olan Milli Eğitim’e olacak, yangın, bakanlığın bir daha oraya dönmesini engelleyecekti. 1940’lı yıllarda yangınla yok alan Maarif Vekâletinin yanındaki lüks Park Palas (Lozan Palas) oteli ile bitişiğindeki bina satıldı. Yeni sahipleri, Sakıp Sabancı’nın babası Kayserili Ömer Ağa ile Adanalı Ahmet Sapmaz burada bankalarının ilk şubesini açacaklardı, Akbank’ın… Banka’nın “AK’ı Adana ile Kayseri’nin ilk harflerinden almıştı. Sabancı ve Sapmaz dışında, çok sayıda küçük ortakları vardı. Banka büyümeye başlayınca, A ve K’ nın anlamını hatırlayan olmayacaktı. Bugünkü Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendisine AK Parti dediği gibi, Akbanklılar da AK’ı “beyaz” niyetine kullanmaya başlayacaklardı. Caddenin batı tarafı boyunca sıralanan dükkanların sırtı Şehir Bahçesi’ydi. Dükkanlar şehrin alışveriş merkezinin parçasıydı. Burası “Karpiç Lokantası” ile tarif edilirdi. Jansen Planı yeni yönetim merkezini Yenişehir’e taşırken, şehrin iş ve ticaret merkezini Ulus’ta bırakmıştı. Böylece Ulus Meydanı çevresinde geçen hareketli yaşam devam ediyordu. Yanan Maarif Vekâlet’inin karşısında Merkez Bankası’nın yanında eskiden Kızılbey Türbesi'nin ve Düyun-u Umumiye binasının bulunduğu araziye Ziraat Bankası, yanına Etibank, biraz altına da Osmanlı Bankası binaları yapılmıştı. Karşı taraftaki Emlak Bankası binası ve İller Bankası ile Bankalar Caddesi kimliğine kavuşmuştu. Cadde sadece siyasetin değil, kamusal ve özel bankalarıyla, finans sektörünün de merkezi Ulus Meydanı’ydı.
Bankalar Caddesi. Solda Maarif Vekaleti. Sağda Şehir Bahçesi, Şehir Çarşısı, Merkez Bankası ve çatısı görülen Ziraat Bankası. Sağda dipte I. ve II. Evkaf Apartmanları. Solda dipte Lozan Palas. 1947’de Ulus’ta Maarif Vekaleti’nin yanması (Dar-ül-Muallimin)
Düyûn-u Umumi Binası (Merkez Bankası’nın bulunduğu yer). Dipte Kızılbey Türbesi (Ziraat Bankası’nın bulunduğu yer). Ağaçlı yer, sonradan Bankalar Caddesi olacak alan. Selim Esen
Ulus Meydanı. Sağda Taşhan ve geri planda, Başbakanlık ve İş Bankası Genel Müdürlüğü. Solda Çankırı Caddesi.
ULUS MEYDANI ŞEHRİN MERKEZİYDİ
Gercekedebiyat.com