Anlaşmazlık
O tatsız olay olduğunda tam anlamıyla iki yabancıydılar. Her biri ötekini bir-iki kez görmüştü gerçi; karşılaşıp yüz yüze gelmeleri ise ilkti. Kara köpek o mahallede geçen yıl doğmuştu. Anası da babası da arasına karıştığı sürünün bireyleri idiler. Bir araya geldiklerinde sekiz-on tane oluyorlardı. Bu aralarından herhangi birinin yüksek sesle havlaması biçimindeki çağrısıyla oluyordu. Bu bir yardım isteme, bir kediyi kovalama, yabancı birilerinin gelişini duyurma veya olağan dışı bir şeyle karşılaşma vb. gibi durumlarda oluyordu. Onun dışında ayrı ayrı, bilemediniz ikili, üçlü dolanıyorlardı mahallede. O zamana değin kimseye saldırdıkları, zarar verdikleri görülmemiş, duyulmamıştı. Mahalleden biriyle karşılaştıklarında kuyruklarını sallayarak ona koşarlar, ya verdiği yiyeceği kapıp iştahla yer veya sevmek için uzanan eline okşasın diye kafalarını uzatırlardı. Oyun oynamak için de insanların önünde veya peşinde koştukları, bacaklarına sürtündükleri, arka ayakları üzerine dikilip onu kucaklamaya çalıştıkları da olurdu. Onları istemeyen, “hoşt” diye bağıran olduğunda ısrar etmez, durup yüzüne küskün bakarak veya boyunlarını büküp uzaklaşarak kırgınlıklarını açığa vururlardı. Özellikle çocuklardan, bazen de büyüklerden onları sopayla döven veya taşlayan da olurdu. Bu durumlarda bile havlayarak tepki gösterir ama saldırmayı değil kaçmayı seçerlerdi. Kara köpek o mahallede yaşamaktan hoşnuttu. Kara olduğu için diğerlerinden daha az sevildiğini, kendisinden daha çok korkulduğunu düşünüyordu. Bununla birlikte insanları diğer köpeklerin sevdiğinden daha çok severek ve onlara daha çok sokularak bu eksiğini kapatmaya çabalıyordu. Çocuk ise ailesi ile birlikte mahalleye birkaç gün önce taşınmıştı. Oradaki yüksek evlerden birine yerleşmişlerdi. Yalnızca köpekleri değil tüm hayvanları severdi. Doğduğu ve taşınıncaya dek yaşadığı mahallede her yıl sokak köpeklerinden birini daha yavru iken sahiplenir, büyüyene kadar sütünü, yemeğini onunla paylaşırdı. O mahalledeki arkadaşları da öyle yapardı. Böylece mahallelerinde doğan yavru köpekler aç ve korumasız kalmazdı. Taşınırlarken son yavru köpeğini de getirmek istemişti. Ancak babası, Apartmanda köpek beslemenin yasak olduğunu söyleyince vazgeçmiş, yavru köpeği bir arkadaşına bırakmıştı. Geldikleri gün birkaç sokak köpeğinin hep bir ağızdan havlayarak onlara “hoş geldiniz” dediğine tanık olup sevinmişti. En çok o parlak siyah tüylü genç köpek ilgisini çekmişti. Boynunda tasma olan tek “sokak köpeği” oydu; en güzel yüzlüsü, en cana yakın bakışlısı da. Üstelik bir ev köpeği kadar temiz ve sağlıklı görünüyordu. Sokak köpeği değildi, bir sahibi vardı belki de.“Umarım yoktur, o zaman yeni köpeğim bu olabilir” diye düşünmüştü, o terslik yaşanmadan önce. Kara köpek de ilk gördüğünde gözünü dikmişti ona. Taşıdığı kafesteki kanaryaya gösterdiği sevgiyi kıskanmış, bir hayvan sever olduğunu anlamış ve onunla dostluk kurmak için yolunu gözler olmuştu. Tam da o olanağı bulduğu an olan olmuş dost olamadan araları bozulmuştu; ah, o yanlış anlama ne büyük talihsizlikti! Neyse ki sonunda barışıp dost olabilmişlerdi. Daha sonra bu ilk karşılaşmalarını her biri kendi açısından şöyle dile getireceklerdi: Çocuk: “Anne ya, salak bu köpek ya, bak ne yaptı! Bakkalın orada gördüğümüz kara köpek var ya, o. Dün de dik dik bakıp durmuştu bana. Benim usuma kötü bir şey gelmemişti. Beni sevdi diye düşünmüştüm. Demin, arkadaşlarla oynamak için top sahasına gidiyordum. Yine bakkalın karşısındaki yol üzerindeydi. Komşu teyze de yanındaydı, ona yiyecek veriyordu. Yolumu değiştirmeyi düşündüm. Keşke değiştirseydim. Ona sevgi gösterirsem o da beni sever, diye düşündüm, böylece dost oluruz dedim. İlk gördüğümde de hoşuma gitmişti. ‘Bu mahalledeki köpeğim de bu olur’ diye düşünmüştüm. Teyzeyi sahibi sandım, sahibi var diye üzüldüm hatta. Sonra teyze yanında nasıl olsa deyip yolumu değiştirmekten caydım. Ona doğru yürümeye başladım. O da önce dikilip bana baktı. Sonra kuyruğunu sallayarak bana doğru koşmaya başladı. Topu sağ elimle kucağımda tuttum; sol elimle onu sevmek için. Kafasını okşamak için tam elimi uzattım ki ne yaptı biliyor musun? Ayağıma daldı, eşofmanımın paçasını kaptı, adım atmasam ayağımı ısıracaktı salak! Bak dişlerini geçirip yırtmış bile! Ben onu sevmek istedim, şunun yaptığına bak. Çok kızdım, bir taş alıp fırlattım üstüne, karşıma oturup dik dik baktı. Daha çok sinirlendim. Kalktı üstüme üstüme gelmeye başladı bu kez. Elime bir taş aldım da öyle durdu, yoksa yine saldıracaktı. Teyze de taş attım diye bana kızdı ona kızacağına. Bu saldırgan bir köpek bence, belediyeye bildirelim bunu.” -Saldırgan olduğuna hemen karar verme. Öyle olsa bu zamana kadar birilerine saldırır, şikâyet edilir ve toplanırdı değil mi? Bak komşu teyze ona yiyecek veriyordu dedin, ona saldırmamış bak. Kim bilir neydi amacı, oyun mu oynamak istiyordu, sana bir şey mi anlatmak istiyordu, topu taş sandı da ondan mı korktu, korunma içgüdüsüyle mi böyle davrandı? Gel sen ona bir olanak daha tanı, bakarsın çok iyi arkadaş olursunuz. Sakın ola ki bu olaydan köpeklere düşman olma. Onun kendine göre bilemediğimiz bir nedeni olabilir. Tamam mı yavrum? -Tamam anne! Köpek: “Ne oldu öyle anlayamadım. Ben ne talihsiz bir köpeğim! Talihsiz olmasam anamdan böyle kara, böyle ürkütücü, böyle yanlış anlaşılmaya elverişli doğmazdım. Şu başıma gelene bakın ne umarken ne buldum. Daha mahalleye taşındıkları gün o çocuğu gözüme kestirmiştim. O kuşa gösterdiği sevgiden iyi yürekli, sevecen biri olduğu apaçık belliydi. Ne yapıp edecek kendimi ona sevdirecektim. Onunla arkadaş olacaktım. İsterse onun köpeği olacaktım. Onun için yolunu gözlüyor, sokağa her çıkışında, bakkala her gelişinde ona yanaşmak için fırsat kolluyordum. Ama hep yanında ya anası veya arkadaşları oluyordu. Bu nedenle benimle ilgilenmiyordu. Yalnız yakalarsam kuşkum yok kendimi ona sevdirmenin yolunu bulurum diye düşünüyordum. İşte o gün beklediğim fırsatı yakaladığımı sandım. Evden yalnız başına çıkmış top sahasına gidiyordu. Elerinde topunun olmasından anladım bunu. Sahaya giderken yanımdan geçecekti. Nitekim öyle oldu. Gülümseyerek bana yaklaştı. Beklediğim an gelip çatmıştı. Benimle biraz oynar mıydı ki? Örneğin elindeki topu atsa, ben de koşup alıp getirsem ona topu, ‘bu köpek çok yetenekli’ dese, ‘bu yetenekli hayvan benim köpeğim olsun’ dese diye düş kurup heyecanlanıyordum. İçimden havlamak geliyordu. Onunla arkadaş olmak, onunla oynamak istediğimi anlatmak istiyordum. Yanlış anlarsa diye havlamadım. İnsanların çoğu, özellikle çocuklar havlayan köpekten korkarlar nedense. Oysa izim konuşmamız böyle, anlatmak istediğimizi çoğunlukla havlayarak veya kuyruk sallamak, yalamak, sürtünmek gibi eylemlerle anlatmaya çabalarız. Ben de bunu yaptım gerçekte. Kuyruk sallayıp havlayarak ona doğru koştum. Topu taşıyan ellerini yalayıp hem dostluk önerecektim hem de oyun. Ancak bana yaklaşınca hem topu kucağına aldı hem de hızlandı. Ben de ayağıma gelen bu fırsatı kaçırmak istemedim; paçasından tutup durdurmak ve oyuna çağırmak geldi aklıma. Tutacak elim olmadığı için dişlerimle kaptım paçasını. Kapmaz olaydım! Çok öfkelendi, yerden aldığı bir taşla az kalsın kafamı yaracaktı. Yana kaçıp savuşturdum. Beni yanlış anlamıştı, saldırdığımı sanmıştı. Oysa ben yalnızca oynamak istiyordum onunla. Kaçıp uzaklaşabilirdim. Ama bu her şeyin sonu olurdu. Beni yanlış anladığını kavramalıydı. Onun için taşlanmayı, dayak yemeği göze aldım; yere çöküp yüzüne bakmaya başladım. Yanlış anlaşıldığımı ona anlatmak ve onu kızdırdığım için özür dilemekti amacım. Baktım ki bu tavrım daha çok kızdırdı onu, kalktım, yanına gitmeğe yeltendim. Sanırım yine yanlış yorumladı, saldıracağımı sandı. Anlayacağınız iyi niyetimi göstermek istedikçe yüzüme gözüme bulaştırdım, her şeyi berbat ettim, çok, çok üzgünüm. Ama bana kızsa da beni taşlasa da bir dahaki karşılaşmamızda yolunu değiştirip benden kaçsa da ona asla kinli değilim. İlk gördüğüm günkü kadar seviyorum onu. Onun bir hayvan dostu olduğundan kuşkum yok, benimle bir gün arkadaş olacağından da. Bunun için elimden geleni yapmayı sürdüreceğim. Evet, ben bir sokak köpeğiyim, kapkara bir köpeğim ama insan dostuyum, saldırgan değil sevecen ve barışçıyım. Ve de ne yapayım biraz da oyun severim; özellikle insan dostlarımla.” Bir ay sonra. Çocuk: “İyi ki anneme anlatmışım, iyi ki annemi dinlemişim, yoksa Kömür adında bir köpeğim olmazdı. Tersine mahallede korktuğum bir kara köpek olarak kalacaktı kömür. O olaydan bir süre sonra koca bir tavuk budu alıp onu aramaya çıktım. Uzaktan beni gördüğünde korkmadım desem yalan olur; ya koşarak gelip üstüme atlarsa, ya ısırırsa diye. Ama öyle olmadı, önce kuyruğunu birkaç salladı, sonra yere oturup bekledi beni. Budu ona verdim, yerken kafasını, boynunu sırtını okşadım. Yiyip bitirdikten sonra elimi yalayıp teşekkür etti. Böylece barıştık. Sonra oyun oynadık, o benim köpeğim oldu, adını kara olduğu için Kömür koydum. Onu çok seviyorum, o da beni çok seviyor, biliyorum.” Köpek: “İyi ki ona öfkelenmedim, iyi ki ona küsmedim. Geldiğinde inanın ki elindeki budu görmedim. Çünkü eline değil yüzüne, gözlerine bakıyordum, bana hala kızgın mı diye. Gülümsediğini görünce koşup üstüne atlamamak için kendimi güç tuttum. Oturup bekledim. İyi ki öyle yapmışım; bana but verdi, elini yaladım, barıştık, oyun oynadık, dost olduk, bana Kömür diye şirin bir ad koydu, onun köpeği oldum. Onu çok seviyorum, o da beni çok seviyor biliyorum.” (*) Yazarın “Dilini Yitiren Kuş” kitabından Ali Günay
Gercekedebiyat.com