Aklın sapkın niteliği
Çocukluğumda herhangi bir dağın zirvesinden yıldızlı gökyüzüne bakarken büyük şaşkınlık yaşardım. Nasıl olur da bu kadar sayısız gök cismi, bu kadar güzel ve uyumlu işbirliği içinde olabiliyorlardı? Nereden geliyordu bu güzellik? Işık kümeleri, yıldızlar, gezegenler, her biri diğeriyle çekişir gibi ışıldıyordu. Kimi düz bir çizgide, kimi eliptik, kimi toz bulutu, oradan oraya parlayıp duruyorlardı… Biri diğerinden daha güzel gelirdi bana ve ben kendimi bu muazzam gök kubbe karşısında küçük mü küçük hissederdim. Ama bugün aynı heyecan, aynı hayranlık, merak ve huşu ile gökyüzüne bakamıyorum. Eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Sanırım bu durum dikkat ve kavrama ile ilgili, çünkü bu iki temel yetim güdükleşti… İnsan beyni yararsız bilgi ve kurgularla dolduruldu mu akıl sapkın nitelikler kazanır. Büyücülük, hurafe, bilinmez ve ulaşılmazlar yaratma eğilimleri artış gösterir… Servet edinme, düşmanlık, ilgisiz fanteziler, savaş, tapınma ve diz çökme ritüelleri kısacası yaşamı tüketen eylemler aklın saplantıları haline gelir ve insanda yıkımın borusu ötmeye başlar. Göz görür, akıl kavrar… Göz ile akıl arasında karşılıklı bir ilişki vardır ve fark etmek düşünceyi olgunlaştırır. Görme açımız ne kadar genişlerse, düşünme yetimiz aynı ölçüde genişler; değişimi, dünyayı ve karmaşıklığı çözmeyi daha iyi kavrarız. Sapkın yüklenicilerin dünyasını, sihirbazlık numarası ile kaşığı büken hokkabazın hokkabazlığını dikkatli bir bakışla fethederiz. Yaşamın nasıl işlediğini, düşünmeyi, bitkilerin nasıl fotosentez yaptığını, etrafımıza bakmayı, iç içe geçmiş sarmaşıkları, çiçekleri; kötü insanı, sinsi ve haini, papağanları, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt eder ve her dikkatli bakış bize kötü olanın yerine konulabilecek bir şeylerin olacağını gösterir. Her gözlem bizi hayatımızdaki boşlukları doldurmaya yakınlaştırır… Kuşların kanatları uçmak içindir, zihin ve düşünce ise insan içindir. Kanatlar hava boşluklarını, zihnin faaliyetleri ise hayatın boşluklarını kapatır. Bugün iki ayak üzerinde yürüyorsak, bu milyonlarca yıldan beri gelişim gösteren beynimiz sayesindedir ve bunun devam etmesi de yine bize bağlıdır. Basit bir harekete ihtiyacımız vardır: Kaslarımızı çalıştırmak ve harekete geçmek… Tersi durumda küçük bir hata, küçük bir tembellik sapkın yüklenicilerin kök salmasına ve ayrık otu gibi boşlukları doldurmasına neden olur. Sapkın yükleniciler ise yığınların görmezliğine bayılırlar ve kendi gizemlerinin parçalanmasını sezdikleri an, çeşitli hilelerle ölümcül nefret geliştirirler; ya boyun eğdirirler ya de bitirirler. Çok zaman ve genel olarak da ekonomistlerin ileri sürdükleri, “Bedava yemek yok…” veya “Sen benimsin ben seninim…” aldatması ile yığınları aldatırlar ve peşlerinden sürüklerler… İşte tam bu anda akıl tutulması başlar… Yani akıl tutulması psikolojik güdülenme ile başlar, çünkü büyük kısmımız kavrayamadığınız yanlışlara doğru anlamlar yüklemeye eğilimliyiz. Çözemediğimiz şeye, “Ben çözdüm, sen kafanı yorma. Boş ver, güven bana…” diyenin ardına takılarak iz sürmeye başlarız ve bunu alışkanlık ediniriz. Alışkanlık öylesine etkili olur ki sözgelimi hırsızı gölge, yalanı doğru, şimşeği tanrının oku, ağacı tapınak sanırız… Oysa doğada gerçeklik görünenden başka bir şey değildir ve samanlıkta iğne aramaya gerek yok. Hiçbirimiz “Battı balık yan gider…” diyebilecek kadar duymazlığa sahip değiliz. Hayatı ilerletmek, gerekli şeyleri edinmek için yeterince görmek ve düşünmek zorundayız. Burada, dünyada yaşıyoruz ve yaşam bizimle güzeldir. Yalanları, telkinleri ve hiçbir şekilde kanıtlanmamış yöntemleri çocuklarımıza miras bırakamayız. “Sana söylenene inan...” gibi otoriteden gelen emirlere zorlayamayız. Çocuklarımız, verilen komutları harfiyen yerine getiren bilgisayar değildir. Komut vermek kullanıcı için konfor yaratabilir ama taraf için robotik kişiliğin oluşması demektir. Haydar UzunyaylaGÖZ GÖRÜR AKIL KAVRAR
YA BOYUN EĞDİRİRLER YA BİTİRİRLER
Gerçekedebiyat.com