fahrettin-kerim-gokay-mig-27062025172306.jpg


1940’lı yılların sonu…

Asabiye uzmanı Ordinaryüs Profesör Dr. Fahrettin Kerim Gökay İstanbul Vali ve Belediye Başkanıydı (o zamanlar bu iki görev tek kişi tarafından yürütülürdü). Fahrettin Kerim, çok kısa boylu olduğu için ona “mini mini vali” adı takılmıştı. Mini mini valimiz tarlada 25 kuruş olan domatesin çarşıda 2 liraya satılmasının müsebbibi (yol açan kimse ya da şey) “aracılardır” der, onları ortadan kaldırılmasıyla, hayatın ucuzlayacağını iddia ederdi. Ankara Milletvekili Bülent Ecevit ise, daha da ileriye gider, “Kökü kazınmalıdır” derdi.

Vali Gökay, tezini gerçekleştirmek için “tanzim satışları” yapmaya karar verdi. Fiyatları indirmek için “gerekirse Taksim’de tezgâh açar, belime önlük kuşanır ve bizzat domates satarım,” dedi. Karikatürleriyle büyük ilgi gören Sururi Gümen (1920-2000), mini mini valinin Taksim Meydanı’nda domates satarken hayali resimlerini çizerek Hürriyet Gazetesi’ni de tartışma ortamına kattı.

“Aracı” işi büyüyordu.

Bir süre sonra, “ucuzluk için aracıları ortadan kaldırma” seferberliğine devlet de katıldı. İşletmeler Bakanı Prof. Fethi Çelikbaş’ın girişimiyle 1954 yılında İsviçre Kooperatifler Birliği Mi-Gros (Yarı-Toptancı) ile İstanbul Belediyesi ortak oldular ve “Migros Türk” ü kurdular.

Mini mini vali’den nerelere gelmiştik!

Derken…

Kapitalizm kendini gösterdi. Bakkalları kapattık, marketlere inandık. Ülkenin dört bir yanını marketlerle doldurduk. Market aslında bakkalın bir tık büyüğüydü. Tek farkı müşterinin istediği malı kendisinin seçmesiydi.

Ve bu Arena’da Migros açık ara liderdi.

50’li yıllarda Migros’a “Migros” demek ayıptı. İstanbul beyefendileri ve hanımefendileri, “migro” derlerdi. Yarı toptancı ucuzluk meleği Migros Türk’ün ilk faaliyeti, şehrin mekân rantı en yüksek yerlerinde kaldırımları işgal eden kamyonlarla başlamıştı. Belediye destekli Migros bir süre sonra zarardan kurtulamayınca 1975’te Koç’a satıldı. Başarılı bir şirket oldu; sonra Anadolu Grubu’na geçti. Sonra da bugüne uzandı.

Ama…

Ne “asalak kamusal girişim” ne “seyyar esnaf sabit satış pazarları” ne de şehirlerin en gözde meydanlarında kurulan “kamyon pazarları” aracıları ortadan kaldırmadı. Çünkü bu “aracıları ortadan kaldırma” tezinin bilimsel bir dayanağı yoktu. Ticaret, üretici ile tüketici arasında bir bağ kurma işleviydi. Adı ne olursa olsun (ister üreticinin kendisi ya da bir başkası yapsın) aracılık denen ticaret olmadan “değer yaratılamaz”dı. Tüccar olmazsa, üretilen mal üreticinin elinde kalır, tüketici de ihtiyaçlarını gideremezdi.

Migros ucuz deniyordu!

Ee, üretim büyük sayılarla yapıldıkça ucuzlar. Ama bu büyük miktarlar, küçük miktarlarda yurt veya dünya sathına dağıtılamazsa, ucuz ve kaliteli üretim de yapılamaz. Ha, bir de rekabet varsa, haliyle haksız kazanç olmayacaktır.

Mini mini vali bizi nerelere getirdi.

Fahrettin Kerim aslında “aracıyı” aradan çıkarmak görüşüyle değil de akşamcılar arasında tanınırdı. O, sarhoşların kâbusuydu. Geceleri İstanbul sokaklarını gezdiği ve rastladığı sarhoşları, bel kemiklerinden su alınmak üzere hastaneye sevk ettiği söylenirdi.

Rakıcılar illallah demişlerdi…

Zamanın 35’lik yeni rakı şişesine de kısa boyu nedeniyle “Fahrettin Kerim” adını takmışlardı. Meyhaneye gidenler “Aç bi Fahrettin Kerim...”, büfeye gidenler “Ver bi Fahrettin Kerim...” der olmuşlardı.

Ve Fahrettin Kerim aynı zamanda Yeşilay Cemiyeti başkanıydı.

Selim Esen
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler