Son Dakika



Anadolu’nun çok boyutlu kültürel birikimi, toplumsal ilerlemenin ve uygarlaşmanın önünü açacak yeni toplumsal tasarımlar geliştirmeye ve yeni seçenekler oluşturmaya çok uygundur. Her yeni toplumsal tasarım, her yeni düşünsel açılım, her zaman kültürel birikimin biçimlendirdiği tarihsel seçenekler arasından yapılan ‘seçim’ ile ilgilidir.

Herbert Marcuse’nin belirlemesiyle, toplumun biçimlendirilmesi ile ilgili yeni tasarımlar, çıkarları ve eğilimleri farklı toplum kesimlerince değişik biçimde değerlendirilir; çünkü söz konusu kesimlerin, var-olan seçenekler arasında yaptıkları "seçim" farklı olur.

Anadolu kültüründe de hem çoğulculuk, tolerans ve bunların bireşimlenmesiyle belirginleşen insancılık ya da hümanizm düşüncesini, hem içselleştiren ve yaşam tarzına dönüştüren düşünürler, yazarlar ve toplumsal kümeler, hem de bu düşünceleri egemen anlayış ve inançtan sapma olarak değerlendirenler olmuştur. Her iki kesim de toplumsal-kültürel koşulları değişik algıladığı ve tarihsel seçenekler arasında farklı seçimler yaptığı için, aralarında çekişmeler ve çatışmalar olmuştur.

m

Mevlana Müzesi, Konya

YENİLİKLER, TUTUCULUK ve BAĞNAZLIKLA SAVAŞIMLA GERÇEKLEŞİR

Tarihsel-toplumsal-kültürel birikime ilişkin eleştirel çözümleme şu gerçeği gösterir: Her dönemde var olan koşullardan hoşnut olan egemen kesimler, çoğu kez yeni tasarımları olumsuzlar, hatta engellemeye çalışır. Egemenler genellikle çıkarlarını ve konumlarını korumak amacıyla, yeni toplumsal tasarımları istememekle kalmaz, onları ‘bozucu’, ‘sapkın’ ve/veya ‘yıkıcı’ olarak nitelendirerek, toplum nezdinde değersizleştirmeye uğraşır. Söz konusu nedenle, toplumsal değişimi isteyen güçler ile istemeyen güçler, tarihsel seçenekler arasında yaptıkları seçim nedeniyle, bazen karşıtlaşır, hatta sert savaşımlar yürütür.

Çoğu kez yönetim erkini de elinde bulunduran egemenlerin değişime karşı direnciyle, yeni toplum tasarımları yoluyla değişim isteyen ve bunu gerçekleştirmeye uğraşan yönetilenlerin, siyasal bakımdan güçsüzlerin istemleri ve yönelimleri uyuşmaz. Söz konusu istemler ve yönelimler arasındaki uyuşmazlık genellikle barışçıl ve verimli bir yaklaşımla çözümlenemez. Her ülkenin veya kültürün tarihinde karşıtlıkların barışçıl yöntemlerle çözülemediğini gösteren sayısız örnek vardır.

ÇOĞULCULAŞMA, ŞİDDETİN ORTADAN KALDIRILMASINA KATKI YAPABİLİR

Anadolu tarihi göstermektedir ki, karşıtlıklar ve/veya çelişkiler, barışçıl yol ya da yöntemlerle çözülemeyince, sorunlar veya zorluklar büyür, bazen başkaldırıya dönüşür. 2011 başından beri yaşanılan ve dünya basınında "Arap ilkbaharı" olarak adlandırılan birçok Arap ülkesinde ortaya çıkan olaylar ve çatışmalar, Irak ve Suriye’deki iç savaş da bunun bir göstergesi sayılabilir.  

Kültürel birikim, geçmişin bir ürünüdür ancak içkin olarak güncel kültürel ve toplumsal durumları ve olayları etkileme işlevini korur. Bu nedenle önemli olan, tarihten ders çıkararak, şiddet dışı yollarla ve toplumun yarattığı en küçük bir değere bile zarar vermeksizin, tarihsel toplumsal değişimin önünü açabilmektir. Burada da sorumluluk, büyük ölçüde politika kurumuna düşmektedir; çünkü gerilimlerin ve karşıtlıkların barışçıl çözümü, büyük ölçüde siyasal alanla, diyesi, politikayı yönlendirenlerin, toplum tasarımları ve buna ilişkin ‘seçimleriyle’ ilgilidir. Dolayısıyla, siyasetin barışçıl ve uygarlaştırıcı bir işlev görebilmesi için, ilkin politik partilerde ve liderlerinde ve daha sonra da toplumda çoğulluğu tolere etme bilinci başatlaşmalıdır. Buna koşut olarak, uluslararası yönelimleri göz önünde tutarak, çoğul kültürel birikimden yararlanılmalıdır.

Tarihin her döneminde yapılan siyasal seçimler, tarihsel sürecin gidişini büyük ölçüde belirlemiştir. Bu yüzden, geçmişten yararlanarak,  eleştirel akıl ve çoğulcu demokrasi ilkeleri uyarınca, siyasal doğrultuyu, daha açık anlatımla, seçenekler arasında yapılan "seçimi", çoğulculuk, tolerans ve insancılık kapsamında belirlemek akıl gereğidir. Yeni toplumsal tasarım ve açılımlar, kültürel birikimden yararlanmakla birlikte, elbette ulaşılan akıl birikimi ve toplumsal gereksinmeler çerçevesinde yapılan siyasal yeğlemeler ile biçimlendirilir.

Soruna bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’nin güncel görünümü şöyle betimlenebilir: Belirgin bir kültürel çoğulluk birikimi olmasına karşın, aynı ölçüde tolerans ve insancılık bilinci geliştirilemediği için, toplum ve siyaset kurumu, yeni tasarım ve açılımlar geliştirmekte zorlanmaktadır. Bunun bir sonucu veya yansıması olarak Türkiye siyaseti, çoğulculuk, tolerans ve hümanizm idesini güncel siyasal sorunların çözümünde verimlileştirmekte zorlanmakta, böylece de siyasal yelpazeyi oluşturan çeşitli politik yönelimlerin özyapıları belirginleşememektedir. Aslında buna görünüm değil, ‘durum’ demek daha tutarlı olur. Düşünsel kökler bakımından siyasal öz-yapı belirsizliği en açık biçimde eleştirel akıl, demokratik çoğulculuk, tolerans ve insancılık düşüncesi ve ülküsünün siyasal alanda verimlileştirilmesi konusunda gözlenmektedir.

Anılan kültür ve insanlık değerleri, Türkiye siyaset yelpazesini oluşturan partilerce değişik ölçülerde benimsenmiştir. Bununla birlikte, bağdaşımcı ve insancıl bir anlayışın kökleri olan, çoğulculuk, eşitlik ve tolerans gibi düşünceleri, toplumsal-kültürel yaşamda etkinleştirme kararlılığının düzeyinde belirgin bir farklılık gözlenmektedir. Muhafazakâr kesimler, söz konusu değerleri kabul etmekle birlikte, dinsel ve etnik duyarlılıkları öne çıkarmaları nedeniyle, bu değerlerin başında gelen tolerans idesinin uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

SOSYAL DEMOKRASİ  TOLERANS, ÇOĞULCULUK VE ELEŞTİREL AKIL İLE GELİŞİR

Sosyal demokrasi ve Türkiye’de bu politik yönelimin temsilcisi olan CHP, tolerans, çoğulculuk özgürlük ve temel insan hakları gibi değerleri savunmaktadır. Ayrıca, Atatürk’ün kurduğu ve geliştirdiği CHP, söz konusu değerler açısından dünyayı ve çağın gereklerini anlamaya en yatkın seçmen kitlesine sahip olan partidir. Dünya ölçeğinde bireysel özgürlüğe, çoğulcu demokrasiye, adalete ve laikliğe özel bir vurgu yapan sosyal demokrasi, Avrupa kültür tarihinde öncelikle Aydınlanma birikimi, çoğulculuk, tolerans, ilerleme, çağdaşlaşma ve toplumsal demokrasi bağlamında değerlendirilir. Bu çerçevede CHP için de sonal erek, tarihsel süreklilik içerisinde bireyin her bakımdan özgürleşmesi ve özerkleşmesi ve toplumsal demokratikleşme olarak belirlenebilir. Sosyal demokrasi ya da her türden ilerici oluşumlar, bu anlamda siyasal ve toplumsal açıdan bir özgürleşme ve özerkleşme süreci, devinimi olarak tanımlanır.

Tarihsel açıdan Anadolu kültür birikiminde de, Avrupa kültürünün içerdiği çoğulculuğun, toleransın, toplumsal demokrasinin, ilerlemenin ve Aydınlanmanın kökleri vardır. Böyle olmasına karşın, Türkiye’de çoğulcu demokrasi ve tolerans kavramları, felsefi anlamda Avrupa’da olduğu kadar gelişememiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında, tutucu ve baskıcı güçlerin, özgürleşme ve özerkleşme çabalarına hor bakmalarının, hatta çoğu kez tarihte yaşandığı gibi, zorla bastırmalarının payı büyüktür. Bununla birlikte, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin ve çoğulcu demokrasinin yeterince gelişmemiş olması, salt bu gerekçeye bağlanamaz. 

Buradan iki çıkarım yapılabilir: Birincisi, tekil kişilerin veya bireylerin özgürleşmek istemeleri, bunun için etken olarak uğraşmaları gerekir. Bu, özgürleşme savaşımının bireysel boyutudur. Birey, istenç ve bilinçle özgürleşmek için uğraşmadığı sürece, dış etkiler yoluyla bireyin özgürleştirilmesi güçtür. İkincisi, tümel toplumun demokratikleşme ve özgürleşme devinimine uygun bir yapı kazanmasıdır. Bu ise, özgürlüğü, çoğulculuğu ve toleransı geliştirmeye elverişli düşünsel ortamı oluşturacak yasal düzenlemelerin yapılması, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının edimselleştirilmesiyle olanaklıdır. Bunu yapmak da çağdaş politika kurumunun görevidir. 

Politika, kişilerin bilinçli katılımlarıyla, toplum içerisinde özerk bir alan olabilir; özerk bir varlık nedeni ve gerekçesi kazanabilir. Demokratik çoğulculuk, tolerans, özgürlük düşüncesi ve edimi açısından siyaset, kişilerin ortak yazgılarına sahip çıkarak, toplumu biçimlendiren önemli bir alana dönüşebilir.

ÇOĞULCULUK VE TOLERANS, DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖNKOŞULUDUR

Anadolu kültürü, çoğul(cu)luk, eşitlik, özgürlük ve tolerans gibi değerler bakımından zengin bir birikime sahip olmasına karşın, Türkiye toplumunun ve güncel siyasal kurumların söz konusu birikimden yeterince yararlandıklarını ve sorunlarına çözüm bulduklarını öne sürmek zordur. Bu zorlukta sanayileşme, kentleşme, uzmanlaşma gibi tarihsel-toplumsal gelişmelerin yol açtığı yeni toplumsal yapılanmaların gerektirdiği kurumları oluşturamamanın da payı olabilir.

Örneğin, söz konusu tarihsel-toplumsal gelişmelerin doğal sonuçlarından biri olan iş-bölümünün giderek belirginleşmesi sürecinde tarih sahnesinde beliren “işçi” veya “çalışan” olarak adlandırılan toplum kesimlerinin, Türkiye’de Batı’daki olduğu ölçüde belirginleşmemesi, anılan kesimlerin siyaset kurumundaki temsilcisi olduğunu ileri süren yapılanmaların da siyasal tutumlarının belirsizliğine ortam hazırlamıştır. Böyle olmasına karşın, Anadolu tarihinde meslek edinme ve iş bölümü düşüncesinin öne çıktığı Fütüvvetçilik ve Ahilik birikiminden de yararlanarak güçlenen düşünsel üretkenlikten gereği gibi yararlanılmamaktadır. Bazı iyileşmeler gerçekleşmesine karşın, bu durum henüz varlığını sürdürmektedir.

Öte yandan, adına ister “çalışan kesimler”, ister “yoksul halk kesimleri” ya da “işçi sınıfı” denilsin, mevcut durumdan zarar görenler, “hak ve özgürlük istemlerini” güçlü ve kalıcı biçimde dile getirememektedir ve bu, siyaset kurumuna yeterince yansımamaktadır. Dolayısıyla, söz konusu istemler, toplumu yönetenlerce veya egemenlerce çoğunlukla görmezden gelinmektedir.

ELEŞTİREL YAKLAŞIM, İLERLEMENİN VE SOSYAL DEMOKRASİNİN GELİŞİM KAYNAĞIDIR

Türkiye toplumu her bakımdan çokluk özelliği taşımakla birlikte, bazı toplum kesimleri somut olarak varlığını sürdüren söz konusu çokluğun siyasal bilince dönüşmüş hali olan çoğulculuk düşüncesini içselleştirmekte zorlanmakta, hatta tolerans eksikliğinden dolayı, bunu “tehlike” olarak görebilmektedir. Siyaset kurumu ise, ne yazık ki bu konuda yol açıcı ya da gösterici bir işlev görememektedir. Güncel toplumsal gerilimlerin ve sorunların önemli kaynaklarından biri de bu yetersizliktir.

Öte yandan, geleneksel anlamda “çalışan” olarak adlandırılan toplum kesimleri ile daha önce de var olan, ancak son yirmi yılda iyice belirginleşen toplumsal yeniden yapılanma sürecini biçimlendiren, dinciliği ve etnik yaklaşımı öne çıkaran AKP yönetiminin üreten toplum kesimlerinin çıkarlarını gözetmemesi, toplumun alt katmanların dayanışma bilincini zayıflatmaktadır. Böylece, hem çoğulculuk, tolerans ve demokrasi bilinci, siyaset kurumunda başatlaşamamakta, hem de yaşam koşullarının insancılaştırılma uğraşı, yeni sosyal boyutlar kazanamamaktadır.

Bu durum, Anadolu kültüründe belirgin olarak bulunan çoğulculuk, demokratik özgürlük ve adalet gibi kavramların, siyasal tavır alışlara ve gelecek tasarımlarına yön vermesini zorlaştırmaktadır. Söz konusu zorluk, toplumun ezici çoğunluğunu, yaşam koşullarını değiştirmeye yönelik özgün tasarımlar geliştirmeye değil, kendileri dışında tasarımlanan siyasal seçimi benimsemeye itmektedir. Öte yandan, geleneksel siyaset kuramlarının açıklamakta zorlandığı bu toplumsal-kültürel yapılanma, yeni bir toplumsal bilinç yaratmakta ve yeni örgütlenme modellerini geliştirmektedir. Siyaset kurumunun, özellikle de ilerici veya sosyal demokrat partilerin anlaması ve siyasal söylemlere yansıtması gereken başlıca olgu budur. 

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta şudur: Toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin bu aşamasında tümel ideolojilerin sunduğu kalıp öneriler artık gereksinmelere yanıt verememektedir. Söz konusu yetersizlikten ötürü, çoğulculuğu ve toleransı, siyasal bilince dönüştüren, insanın özerkleşmesi ve özgürleşmesini temel alan, dayanışmacı bir toplum düzeninde, üreten insanın öz-belirleyimine olanak sağlayan bir siyasal anlayışa duyulan gereksinme artık göz ardı edilemeyecek ölçüde belirginleşmiştir. Eleştirel bir yaklaşımla ayrıştırmak koşuluyla, hem Anadolu kültür birikimi, hem de insanlığın kazanımları, tüketilemez bir kaynak olarak tüm siyasi partileri ve kuruluşları kapsayan siyaset kurumunun önünde durmaktadır. 

MUHALİF DEVİNİMLER, UYGARLAŞMAYI VE SOSYAL DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİRİR

‘Yeni toplum tasarımları’ ve bu tasarımları gerçekleştirmek için yürütülen etkenlikler/eylemler,  egemen kültüre göre ve tüm kültür içerisinde ‘karşıt akımı’ oluşturur.  Toplum ve kültürde yeni tasarımlar sürekli bastırıldığı ve etkisizleştirildiği takdirde, özgürlük, adalet ve demokrasi istemleri bir yana bırakılır; toplumsal istemler, ‘gereklilik’ ve ‘zorunluluk’ kavramları ile açıklanır. Bu tutumun sonucu olarak ta toplumsal-siyasal uygulamalar ve edimler, özgürsüzlük ve baskıcılığa dayandırılır. Böylece, bütüncül kültürün geleceğe dönük yanı olan ‘özgürlük’ ve ‘demokrasi’ gibi açılımlar büyük ölçüde önlenir ve kültür tek boyutlu bir yapıya indirgenir.

Öte yandan, dünyanın hiçbir yerinde ‘egemenler’ veya ‘seçkinler’, emeğiyle ya da bilgi ve uzmanlığıyla varlığını sürdüren toplumsal kümelere kendiliklerinden ‘öz-gerçekleştirim’ olanağı vermezler. Böyle olunca da insanlar veya sosyal sınıflar, dünyanın her yerinde öz-gerçekleştirim istemlerini dile getirirler ve bunun için savaşım verirler. Bu nedenle, tarihsel ilerlemenin temel taşıyıcı gücü, insanların ‘öz-gerçekleştirim’ savaşımlarıdır ve bu etkinlik veya uğraş, asıl olarak çalışanlarca, bedensel ve beyinsel üretim yapanlarca yürütülür.

HAK ARAMA VE ÖRGÜTLÜ SAVAŞIM, HER TÜRLÜ İLERLEMENİN KAYNAĞIDIR

Çalışanların birliktelik ya da örgütlenme bilinci her yerde, her ülkede aynı değildir ve olamaz; burada da kültürler arasındaki farklılıklara yol açan ‘eş-zamansızlık’ ilkesi geçerlidir. Bir kültürde/ülkede örgütlenme ve hak arama bilinci yüksek, öbüründe düşük olabilir. Bu nedenle, çeşitli ülkelerin insanlarının örgütlülük bilinci ve düzeyi doğal olarak birbirinden farklıdır. Sanayileşme, kent(li)leşme ve işbölümünün geliştiği yörelerde bedensel ve zihinsel anlamda çalışanlar, kendi başlarına ve kendileri için bir güce dönüşürken, bu gelişmelerin belirleyici olmadığı yörelerde çalışanlar/üretenler "güç" oluşturamayabilirler.

Öte yandan, üretenler, güç oluşturamasalar da ‘çalışan insanın öz-belirleyimi’ne katkı yaparlar. Kaldı ki, şimdilerde toplumsal sınıf, emek ve güç kavramları, yeni nitelikler kazanarak dönüşmekte, yepyeni yapılara bürünmektedir ve bu yeni yapılar, irdelenmeyi ve siyasal söyleme yansıtılmayı beklemektedir. Bu durum, Türkiye demokrasisi için, özellikle de çoğulcu demokrasiyi önemseyen tüm siyasi partiler için geçerlidir.

Öz-belirleyim, insanın öz-yapısal ve toplumsal niteliğidir. İnsan, tekil ya da birlikte, nerede ve nasıl yaşadığından bağımsız olarak, öz-yapısal ve toplumsal niteliğine uygun davranır; özgür ve özerk bir birey ve uygar bir yurttaş olmaya uğraşır. Eleştirel bilincin daha gelişkin olduğu kimi yerlerde özgürleşme ve özerkleşme başarımı doğal olarak daha yüksek ve kalıcı olmasına karşın, bu bilincin gelişmediği yerlerde başarı düşük ve geçici olur.

HER İNSAN, ÖZ-BELİRLEYİM İÇİN UĞRAŞIR

Bir tanım yapmak gerekirse; öz-belirleyim ilkesi, yaratıcı ve eleştirel aklın taşıyıcısı ve geliştiricisi olan insanın, kendi toplumsallığı içerisinde varlık nedenini sürekli arama ve anlamlandırma uğraşıdır. Bu ilkenin gerçekleşebilmesi için, kişilerin yaşam koşullarının eşit biçimde düzenlenmesi belirleyici bir öneme sahiptir. Yaşam koşullarının toplumsal olanaklar bakımından eşitleştirilmesi, yaratıcılığın önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını kolaylaştırır. Toplumsal koşulların eşitleştirilmesi, toplumsal birlikteliği sağlamanın güvencelerinden biridir ve her insana öbür insanlarla birlikte özerkleşme ortamı yaratır.

Bu anlamda toleransa dayalı demokratik siyaset, insan yaratıcılığının taşıyıcısı olan ve bireylerin tekilliğinin toplamı olan çoğulculuğun, diyesi, çoğul kişiliklerin özgür biçimde kendilerini ifade etmelerinin olanaklarını ve ortamını yaratmaya çalışır. Toplumsal yaşam koşullarının eşitleştirildiği, kişiliklerin çoğulculuğunun kabul edildiği ortam, ‘doğrunun tartışıldığı’, yeniden anlamlandırıldığı, yerelin evrensele eklemlenebildiği, evrenselin yerelleşebildiği, insanların özgürlük ve yaratıcılıklarının güvence altına alındığı toplum düzenidir.

Ahi Evran Veli Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli

ÇOĞULCU VE EŞİTLİKÇİ DÜŞÜNCE, ANADOLU KÜLTÜRÜNDE DE GÜÇLÜ BİR KÖKTÜR

Tarihsel gelişme sürecinde çoğulculuk, tolerans, adalet ve bireysel özgürlük kavramları çeşitli toplum kesimleri tarafından benimsenmiş paylaşılmış ve giderek sınırlarını genişletmiştir. Bu kavramlar, dünyanın çeşitli ülkelerinde içerik bakımından değişik yoğunlukta belirginleştirilerek ve yetkinleştirilerek,  evrensel demokrasi düşüncesi yaygınlaşmıştır. Aynı düşünsel katkılar, Anadolu’da da geliştirilmiştir. Dolayısıyla, çoğulcu demokrasinin, toleransın ve sosyal adaletin tarihsel referans kaynakları, Anadolu kültür birikiminde yeterince vardır.

 Bireylerin ve toplulukların her türlü hak ve özgürlük istemi, çoğulcu demokrasinin kökeni, taşıyıcısı ve geliştiricisidir. Nitekim muhalif ya da karşıt kültür birikimi de öncelikle hoşnutsuzların, dışlanmışların, güçsüzlerin ve baskılanan sosyal kesimlerin yürüttükleri kapsamlı savaşımların bir türevi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, çoğulculuk ve tolerans idesini de içeren “karşıt kültür” birikiminden sorunların çözümünde, demokrasi ve özgürlük alanlarının genişletilmesinde yararlanılması, hem tarihselliğin ve demokrasi kültürünün, hem de akılcılığın gereğidir.

Bu yaklaşım çerçevesinde evrensel anlamda demokrasi düşüncesi, yönetim anlayışı ve güncel parti politikaları açısından irdelenmekte ve siyaset kurumuna öneriler yapılmaktadır. Var olan toplumsal düzenin sürmesinden yarar görenlerin ve çağa ayak uyduramayanların her türlü engelleyici uygulamalarına karşın, çoğulcu demokrasi, giderek daha büyük toplum kesimlerince adaletin, özgürlüğün, dayanışmanın ve toplumsal barışın başlıca güvencesi olarak görülmektedir. Bu yönüyle çoğulcu demokrasi ve sosyal demokrasi, Willy Brandt’ın deyişiyle ve Weber'in aktarımıyla, devlette, ekonomide ve toplumda demokrasiyle, hukuk devletiyle, siyasal ve düşünsel özgürlükle, insanlık, insancılık ve dayanışma ile ayrılmaz bir biçimde bağlıdır.

ÇOĞULCU DEMOKRASİ, KENDİSİNİ SÜREKLİ SORGULAR VE YENİLER

Her düşünsel birikim ve siyasal doğrultu gibi, çoğulcu demokrasi de kuram ve edim alanında amaçladığı temel değerlerde geçerliliğini sürekli olarak yeniden kanıtlamak zorundadır. Peki, çoğulcu demokrasi bunu nasıl yapabilir? Çoğulcu demokrasi, özgürsüzlük, hukuksuzluk, adaletsizlik, baskı ve zorbalığın her türüne karşı savaşım içerisinde ulaştığı başarı, çevre bilinci ve sivil toplumu geliştirme girişimleri gibi güncel yeni açılımlarla kendisini sürekli yeniden yapılandırabilir. Bu nedenle, yukarıdaki sorunun yanıtı, çoğulcu demokrasinin eylem ve kuram açısından kendisini sürekli sınama ve özeleştirel değerlendirme çabasında aranmalıdır; çünkü çoğulcu demokrasi, toplumsal ve bireysel gelişmenin güncel kazanımlarını ve boyutlarını içselleştirerek güçlenir; etkisini ve verimliliğini yükseltir.

Çoğulcu demokrasi, bir yandan toplumun her kesiminin siyasal yaşama katılımını olanaklılaştırır; öte yandan da siyasal katılım yoluyla kendi gelişmesini sürdürebilir. Avrupa ülkelerinde demokrasinin istikrarını koruması ve güçlenmesi, geniş bir tolerans anlayışı içinde dinsel ve ulusal duyarlılıkları da gözeten muhafazakâr partilerin yanı sıra, ilerici oluşumlar, yeşil ya da çevreci devinim, liberal ve sosyal demokrat partilerin karşılıklı olarak bir birinin varlığını kabul etmesine, olağan saymasına dayanır. Avrupa’da bu siyasal yapılanmalar söz konusu değerleri farklı yoğunluklarda programlarına yansıtırlar. Bunlar arasında özellikle sosyal demokrasi tarihsel olarak çoğulculuk, eşitlik ve tolerans idesini öne çıkarır.

Başta Avrupa’dakiler olmak üzere, bireysel hak ve özgürlükleri, gelir dağılımında ve toplumsal yaşam koşullarında eşitliği temel alan sosyal demokrasi kendi dışındaki çağcıl toplumsal ve siyasal yönelimlerden de yararlanır. Bu açıdan bakıldığında, doğal çevrenin korunması ve geliştirilmesi istemi ve gereksinmesi, geç de olsa ve başka siyasal tutumların; örneğin, çevreci hareketlerin zoruyla da olsa artık salt sosyal demokrasinin değil, tüm siyasi partilerin ‘temel değerleri’ arasında yerini almıştır.

Çoğulcu demokrasi ayrıca, küreselleşmenin toplumsal ve siyasal boyutlarını, demokrasi kültürünün geliştirilmesi çabalarını, insan hakları ve hukukun üstünlüğü tartışmasının düzeyini, kadının toplumsal ve siyasal alanda eşitlik ve özerkleşim uğraşlarını, barış düşüncesini ve sivil toplumu güçlendirmeye yönelik uğraş ve istemleri de gözeterek, siyasal tasarımlarını ve seçeneklerini geliştirmektedir. Ne yazık ki, Türkiye çoğulcu demokrasiyi, bazı siyasal çıkarımlarını ve tasarımlarını, yukarıda sayılan olgu ve olayları gözeterek ve çözümleyerek geliştirmekte zorlanmaktadır.

Bu açıklamalar, çoğulcu demokrasinin gelişmesinde özellikle de sosyal demokrasinin önemli bir işlev görebileceğini ortaya koymaktadır.  Bu bağlamda sosyal demokrasi ve tüm siyaset kurumu, en azından şu ikili işlevi karşılayabilir. Bu siyasal anlayış, bir yönüyle insanlığın düşünsel ve yaşamsal boyutunun genişlemesine uygun ortam hazırlar; öbür yönüyle de insanlığın düşünsel gelişiminden yararlanarak, kendisini yenileyebilir. Bu saptama elbette ki tüm siyaset kurumu veya partiler için geçerli olamaz. Ayrıca, bilgi ve buluşları, yeni açılımları gözetmeyen, değerler dizgesini ve siyaset yapma tarzını eleştirel değerlendirmeyi beceremeyen siyasi partilerin ne duruma düştükleri ya da düşebilecekleri özellikle Türkiye örneğinde yakından bilinmektedir.

Çoğulculuk ve tolerans idesini aramaya yönelik tarihselci yaklaşım, aynı zamanda toplumun tarih içerisinde oluşturduğu "anlamları/içerikleri" kapsayan kolektif bellekten eleştirel bir tutumla yararlanarak, şimdiyi kurmaya ve geleceği oluşturmaya yönelik bilinçli bir yöneliş ile tarihsel gidişin ya da sürecin anlamlandırılmasını amaçlar. Tarihsel birikimin ayrıştırılarak, kişinin özgürleşmesine katkı yapabilecek kültür öğelerinin güncelleştirilmesi, hem tarihsel sürekliliğin sağlanmasına, hem de toplumsal demokratikleşmeye bir katkıdır.

Özellikle çoğulculuk, insancılık ve tolerans ideleri açısından Türkiye kültürünün tarihsel birikimi, yukarıda betimlenen amaçlar doğrultusunda ayrımlaştırıldığında, bu değerlerin, kişinin özerkleşimine, özgürleşimine ve kişiliklerin çoğulluğuna ve toplumsal demokrasiye ivme kazandıracak önemli boyutlar içerdiği görülebilir. Durum böyle olunca, Türkiye’de çoğulcu demokrasinin gelişmesinde payı olan kişilerin ve kuruluşların, tolerans ve çoğulcu demokrasi kavramlarını Türkiye kültürüne yabancı bir öğe, Batı kültürlerinden alınmış, yabancı bir kavram olarak nitelendirmeleri, gerçeği yansıtmaktan uzaktır.

Türkiye kültürünün dayandığı zengin tarihsel birikim, demokrasi, özgürlük, özerkleşme gibi evrensel kavramların içeriğini oluşturan öğeleri bolca içermektedir. Yeter ki, bu kültür birikimi dayandığı geniş çeşitlilik ve taşıdığı özgürlükçü-eşitlikçi öz açığa çıkarılarak, günün koşullarına uygunlukları bakımından ayrıştırılabilsin.

TARİHSELLİK BİLİNCİ VEYA KALICI İLE GEÇİCİ NASIL AYRIŞTIRILABİLİR?

Çoğulculuğu, insancılığı ve tolerans kavramlarını kuramsallaştırarak, bir toplum projesine ve eylem kılavuzuna dönüştürülmesi sürecine katkı yapan birçok filozof vardır. İslam kültüründe İbn Sina, İbn Rüşt,  Hacı Bektaş, Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Bedreddin ve Niyazi Mısri bu bağlamda sayılabilir. Öte yandan, Türkiye'de son yüzyıl içinde çoğulculuk ve tolerans kavramları hakkında kapsamlı bir felsefi tartışma yürütüldüğü de söylenemez.

Buna karşın, Batı kültüründe çoğulculuk ve tolerans idesinin felsefi olarak tartışılması yirminci yüzyıla değin dizgeli biçimde sürdürülmüştür. Bu kapsamda Immanuel Kant, Friedrich Hegel, Karl Marx, Herbert Marcuse, Walter Benjamin, Ernst Bloch ve burada adlarını sayılmayan daha niceleri, söz konusu değerleri felsefileştirmiştir.

Batı'da bazı düşünürler, Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa’nın dile getirdiği çoğulculuk, tolerans ve “kamusal yarar ve ortak yararlanma” ilkesini daha da geliştirerek, üretimin, insan gereksinmelerini eşitçe karşılamak amacıyla yapılması düşüncesini kuramsallaştırmaya çalışmıştır. Ancak böyle bir toplum düzeni içerisinde bireyin özerkleşeceğini ve güçlerini özgürce geliştirebileceğini savlamıştır. Örneğin, Karl Marx, ‘Feuerbach Üzerine Tezler' yazısında, 'edimsel eleştirel insan etkinliğini’, söz konusu gelişmenin gerçekleştiricisi olarak değerlendirmiştir.

Bugün bu kuramsal katkılardan da yararlanarak, çoğulculuk ve tolerans bilinci geliştirilerek, güncel sorunlara yanıt bulunabilir. Yeni toplum tasarımları geliştirilebilir. Bu yeni toplum tasarımları, bir yandan çalışanların hak ve özgürlük savaşımına, dolayısıyla öz-gerçekleştirim ereğine dayanan, öbür yandan da baskı, sömürü ve bireyin özgürce gelişmesini engelleyen her türlü durumun, koşulun, ilişkinin ve uygulamanın kaldırılmasını öngörmelidir.

Tarihsel gelişme, çoğunlukla toplumsal-kültürel alanda eski ile yeninin veya kalıcı ile geçicinin savaşımı sonucu gerçekleşir. Ancak gelişmenin gerçekleşebilmesi için, olgu ve oluşları; nedensellik, karşılıklılık ve çelişkisellik çerçevesinde inceleyip açıklamak gerekir. Böyle bir tutum, ‘değişimin öğretisi’ olarak adlandırılabilir ve yapısı gereği eleştirel ve ilerlemecidir. Bu öz-yapısından ötürü, sorunların çözümünü kolaylaştırır. Özerk ve özgür bireylerin gelişmesine ortam hazırlar.

İlericilik ya da ilerlemecilik, tarihsel süreç içerisinde sürekli ileriye doğru giden düz bir çizgi olarak değil, çoğul kişiliklerin ‘doğru’yu sürekli yeniden tartışarak, anlamlandırarak, yarattıkları özgürleştirici bir kuramsal ve edimsel doğrultu olarak algılanmalıdır.

Toplumsalı ve bireyseli yaratan ve geliştiren başlıca kaynak, insan aklı ve emeğidir. Bu nedenle, çoğulcu demokrasiyi ve toleransı önemseyen siyasi yapılanmaların veya partilerin bir başka niteliği, çok doğal olarak, insancıllık ve akılcılık olmalıdır. Çoğulcu demokratik toplum, insancılığa ve akılcılığa yönelir; çünkü onun insan anlayışı, öncelikle tarihsel süreçte insanın öz-belirleyim çabasından süzülüp gelir ve Kant anlamında Aydınlanma felsefesinin, ‘özerk ve özgür bireyi’ erekler. Özerk ve özgür birey, eleştirel bilince sahip olduğundan, düşünsel güdümleme çabalarına karşı koyar; karşı koymakla da yetinmez; akıl dışı etki kaynaklarını köreltmeye ve toplumsal düzeni ve yaşamı, dünyasal ve bilimsel yaklaşımla biçimlendirmeye uğraşır.

LAİK BİRİKİM, ÇOĞULCULUĞUN VE TOLERANSIN TÜREVİDİR

Anadolu kültüründe eleştirel akıl birikimi, dünyasallaşma veya laik yaklaşım, Türkiye toplum düzeninin en vazgeçilmez dayanağı, modern Türkiye'nin kuruluşunu olanaklı kılan görkemli bireşimin hazırlayıcısı, taşıyıcısı ve geliştiricisidir. Düşüncenin, aklın, bilincin ve ahlakın gelişmesine, özgürleşmesine koşut olarak gelişen laik birikim, özellikle Türkiye kültürünün güçlü bir kaynağıdır. Laik birikiminin bu güçlü kaynağı, her türlü çeşitliliği, insancıl bir yaklaşımla bağdaştıran, yeni bireşimlere ulaştıran ve öznel ve kültürel çoğulluğa ve çoğulculuğa olanak veren Anadolu kültür birikimidir.

Bu açıklamalardan da görüleceği üzere, aklın özgürleşmesi anlamında laik düşüncenin Anadolu’da da güçlü kökleri bulunmaktadır. İslami Heterodoksi ya da Anadolu Müslümanlığı diye nitelendirilen İslam’ın Anadolu’da kazandığı yeni nitelik de söz konusu bu birikimi geliştirmiş ve onun üzerinde yükselmiştir. Çoğulculuğu ve toleransı içselleştirmiş bireylerin, toplumsal kesimlerin ve siyasi partilerin gururla ve üretken bir biçimde değerlendirebileceği bu kaynak, diyesi, laik birikim, dünyasal ve insansal sorunlara, aynı şekilde dünyasal ve insansal çözümler üretebilmenin güvencesidir. Çoğulculuğun ve toleransın hem kaynağı, hem de güvencesidir.

Türkiye’nin çağdaşlaşmasını ve uygarlaşmasını ilerleten de önemli ölçüde bu birikimdir. Laik birikim, dünyasal ile dinsel alanın ayrımlaşmasının ve böylece yazgı denilen ve tarihsizliğe yol açan dış- belirlenmişliğin aşılmasının temelidir. Aynı zamanda kısır döngülerin yol açtığı tarihsizliği alt ederek ve ilerleme yaratarak, tarihlilik ve tarihsellik boyutunu yaratma çabasıdır. Bu bağlamda vurgulamak gerekir ki, laiklik, Türkiye’de özellikle 28 Şubat 1997’den sonra bazı erk odaklarının yaptığı gibi, "başörtüsüne" indirgenemez.

Öncelikle eleştirel aklın bir türevi olan laik birikim, insanın kendi yarattığı bağımlılıkları yenerek, insancılaşmak ve uygarlaşmak çabasının hem ürünüdür, hem de güvencesidir. Bu birikim aynı zamanda, kökenlendiği karşıt kültür ve demokratik çoğulculuk anlayışının vazgeçilmez kaynağıdır. Laik birikim, hem dünyasal, nesnel, akılcı, eleştirel ve çözümleyici yaklaşımın giderek yaygınlaşması sonucu gelişir, hem de bu niteliklerin daha da gelişmesine uygun ortam hazırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, laik birikim etkinleştirilerek, özgür bireylerin ve geniş toplum kesimlerinin yaşam biçimine dönüşmesi sürecinde epey yol alınmıştır. Ama daha alınması gereken uzun bir yol vardır Türkiye’de çoğulcu demokrasiyi ve toleransı önemseyen politik kuruluşlar, kapsamlı bir laik birikim yaratmış olan bir toplum ve kültürü layıkıyla temsil etmek ve onlara yeni açılımlar sunmak durumundadır. Bu açılımı başarabilmenin bir yolu, laikliği bir gizlenme örtüsü olarak kullanmak değil, karşıt/muhalif kültür birikiminden yararlanarak, güncel sorunlara çözüm önermektir.

SOSYAL ADALET VE EŞİTLİK, SOSYAL DEMOKRASİNİN TEMEL İLKESİDİR

Çoğulcu demokrasi tolerans, adalet ve hukukun üstünlüğü gibi değerlere ortam hazırlamıştır ve bu değerler sayesinde gelişmesini sürdürebilir. Etik ve hukuk özlü bir kavram olan ve Anadolu’da karşıt/muhalif kültür içerisinde önemli bir yer tutan adalet, eşit yükümlülüklü, eşit haklı, özgür ve çok-yönlü kişilik gelişiminin, benzer toplumsal koşullarda gerçekleşmesi olarak değerlendirilir. Hak ve sorumluluk bakımından bireylerin (yasa önünde) eşitliği, adaletin temelidir. Bunu tamamlayan bir başka ilke, ‘kişi onurunu’ koruma ve geliştirmedir. Doğaldır ki, eşitlik ve kişi onurunun korunması, kadın-erkek her iki cinsiyet için geçerlidir. Burada konulaştırılan karşıt/muhalif kültürün düşünsel kökleri, bu alanda olağanüstü bir zenginlik sunmaktadır.

Adaletin geliştirilmesi ve yaşam biçimine dönüşmesi, özerk bireylerin, toplumsal gelişmenin sürdürülmesine ve yönlendirilmesine etken ve belirleyici katılımlarıyla olanaklıdır. Sosyal boyutu ile adalet, birlikte ve eşit koşullarda üreten bireylerin, ürettiklerini yetenek ve başarımlarına göre paylaşmalarını gerektirir. Bu nedenle, mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerinin adaleti sağlayacak biçimde düzenlenmesi, adalet istem ve amacını oluşturur. İnsanlar arası ilişkiler de toplumsal adalete göre ayarlanmalıdır. Toplumsal durumların ve bireylerin ahlak yapılarının adalete uygunluğu önemlidir. Ne var ki, ahlaklı bireyler, adalet için önemli olsa da, adalet, ahlaklı bireylerin istencine bırakılamaz. Adaletin gelişimini, dağıtımını ve ondan yararlanmayı, güvenceleyen yasal düzenlemeler zorunludur. Bu da adalete dayanan ve adaleti erekleyen hukuk düzenini ve böyle bir hukukun bu amaca yönelik işleyişini gerektirir.

Alman filozof Wilhelm Leibniz’in deyişiyle ‘dünya düzeninin temeli olan adalet, bireyin öz-gerçekleştiriminin de temelidir.’ Dolayısıyla, çoğulcu demokrasi, bireyin öz-gerçekleştirimi amacıyla eylemli adalet anlayışını savunur. Bu nedenle, yukarıda betimlenen durumları gözeterek, devleti ve kamu yönetimini hukukun üstünlüğü ilkesine göre yapılandırır ve işletir.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik görüşmelerini yürüten Türkiye’de özellikle “Kopenhag Ölçütleri”nin uygulamaya koyulması açısından yukarıda sayılan ilkeler yaşamsal önemdedir. Bu nedenle, her kişi, topluluk ve siyasal parti, tarihsel birikimi, yoğun ekonomik ilişkileri ve en önemlisi dört milyondan fazla Türkiye kökenli insanın Avrupa’da bulunmasından dolayı, Avrupa Birliği’ne üyelik hedefini güncel tutmalıdır.  Bu hedefe ulaşmak için de yukarıda sayılan ilkelerin gerçekleştirilmesinde ısrarlı ve denetleyici olmalıdır. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin bir “değerler birliği” olduğu savını her ortam ve durumda Avrupalılara sürekli anımsatmalı, bunların sözde değil, uygulamada gerçek anlamda “değer” olmalarına katkıda bulunmalıdır.

Türk kültüründe köklü kaynakları bulunan çoğulculuk ve tolerans, demokratik toplum düzeninin de önemli referans kaynağıdır. Dolayısıyla, bu köklü kaynaklardan türetilen güncel siyasal önermeler, Türkiye kültürüne “yabancı” değil, içkindir. Önemli olan, burada sözü edilen görkemli köklerin, öncelikle tarihsel evrim içinde muhalif/karşıt kültür birikiminde var olduğu ve geliştiği bilincidir.

Söz konusu bu görkemli kökleri ortaya, daha doğrusu bilince çıkarabilmek ve dolayısıyla çoğulcu demokrasiyi ve tolerans idesini, öz kültürün birikimiyle gerekçelendirebilmek için, Osmanlı/Türk kültürünün tarihsel birikiminin taşıyıcıları olan yazılı belgelere başvurmak gerekmektedir. Bu yazılı belgelerde saklı olan anlam içerikleri ve anlamlandırıcı gizilgüç (potansiyel) ve söz konusu olası yanıtlar veya yanıt sayılabilecek düşünce ipuçları belirlenebilir. Bunlar, bir araya getirilebilir; tarihsellik ve süreklilik özellikleri gösterip gösteremediklerine bakılabilir. Böylece muhalif/karşıt kültür birikiminin taşıdığı ve güncelleştirilmeye elverişli öğeler ortaya çıkarılabilir.

Son söz: Anadolu kültür birikimi belirgin bir çoğulluk içermesine karşın, geçmişte ve şimdi o belirginlikte ve kapsayıcılıkta felsefi düzeyde bir çoğulculuk ve tolerans düşüncesi ya da bilinci geliştirmekte zorlanmıştır. Birbirini koşullayan çoğulluk ve tolerans kavramları, ne yazık ki bugün de yeterince kapsamlı ve derinlikli bir şekilde tartışılarak, toplumsal bilincin bir öğesine dönüştürülememektedir. Eğitim-öğretim ve bilim kurumları, çoğulluk ve tolerans duyarlılığını geliştirici bir yaklaşım ve çalışma tarzı sergileyemediği için, toplumun ve siyasi partilerin ufkunu genişletici bir düşünsel ortam oluşturamamaktadır. Eğitim ve siyaset kurumlarının çoğulluk ve tolerans bilincinin düşüklüğü, Türkiye’nin güç koşullarda yarattığı değerleri, gereksiz gerilim ve çatışmalarla yok etmektedir. Bu nedenle, Türkiye, toplumsal refahı artırma ve çoğulcu demokrasiyi güçlendirme konusunda zaman yitirmektedir. Bu durumun sorumluluğunu, öncelikle eğitim ve siyaset kurumları taşımaktadır.

Prof. Dr. Onur Bilge Kula
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)