Son Dakika



Ergenlik yıllarımdı, on altı yaşındaydım. Metin Oktay’ın “Taçsız Kral” filmini izlemiş ve kesin kararımı vermiştim; futbolcu olacaktım! Böylece Metin Oktay gibi, hem insanlardan alkış alacaktım hem de Ajda Pekkan kadar güzel kadınlar tanıyacaktım.

O yaşlarda insan yaşamdan başka ne beklerdi ki…

İple çektiğim gün nihayet gelmiş, Ankaragücü’nün altyapı seçmelerine katılmıştım.

Deneme maçının sonunda aklımda kalan iki şeyden biri iki devre sahada kalmış nadir adaylardan biri olmanın verdiği avuntuydu; diğeriyse sıradan bez spor ayakkabımla abandığım gerçek futbol topunu bir türlü istediğim uzaklığa yollayamadığım...

mustafa bilgin

Beton zeminlerde, sokak aralarında plastik topla oynadığımız mahalle maçlarımıza geri dönmüştüm çaresiz...

Her hafta evimize giren “Tarkan” ve  “Gırgır” dergileri, ileride asıl mesleğim olacak çizerliğe giden yolun taşlarını döşüyormuş, henüz farkında değildim.

O günlerden yaklaşık 5 yıl sonra, 1983 yılında, Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu’nun düzenlediği “Spor” temalı karikatür yarışmasında, ‘futbol’ içerikli karikatürümle ‘Başarı’ ödülüne değer görüldüm.

Bu sevinçli ilk karikatür ödülüm sayesinde mesleğimi de kesin olarak belirlemiştim.

Tam da o günlerde, futbol dünyasında başka bir ‘Metin yıldızı’ parlıyordu artık: Metin Kurt

mustafa bilgin

Futbol borsada değil arsada güzel” diyen, futbolcuların da birer emekçi olduklarının bilincine varmış, hak aramak için arkadaşlarını sendikal mücadeleye davet eden, hatta

“Söyler mi Sam amca topun / Çizgiyi geçip geçmediğini / Kimin çaldığını bu gol düdüğünü / Söyler mi ülkemin kaybettiğini (…)* gibi şiir dizelerini dilinde gezdiren bir öncü futbolcu…

Belki onun futbolcu olma hayali de adaşı Metin Oktay hayranlığıyla başlamış, fakat benimki gibi başlamadan bitmemişti. Başarısını Milli Takıma kadar yükseltmiş bir büyük yetenekti Metin Kurt…

Bu büyük yetenek, Galatasaray yönetiminin patronlarınca derhal harcansa da, o yıllar futbol adına yine de gelecek yıllardan çok daha güzeldi.

mustafa bilgin

O zamanlar rakip takımın taraftarları maçlara kale arkasında hapsedilmiş olarak sayılı biletle gitmiyorlar, iki takımın bütün taraftarları bütün tribünlerde iç içe oturuyorlardı.

Arada ufak tefek sorunlar, itiş kakışlar çıksa da, futbol seyir zevki olan bir şenlikti.

“Ufak tefek” deyince, burada karikatürist Zeki Beyner’i sevgiyle anmalıyım. Beyner'in yakın arkadaşlarından karikatürist Tonguç Yaşar'dan dinlemiştim aşağıdaki öyküyü. 70’li yıllarda bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında, seyircilerin karışık olarak oturduğu o günlerde, koyu Galatasaray taraftarı Zeki Beyner aşırı heyecanlı anlarda arada bir küfür kaçırıyormuş ağzından.

 

Futbol maçı bu... Günlük hayatında en büyük küfrü “Pis şey” olan bu beyefendi karikatüristi, ezeli rekabetin coşku dalgası 90 dakikalığına başkalaştırıyor olmalı ki, küfrün derecesini birazcık artırınca, yakınındaki bir Fenerbahçeli taraftar dayanamamış, “Kes artık be!” diye bağırmış. “Sana ne! Bana ne!..” derken tartışma büyümüş. İyice öfkelenen Zeki ağabey, “Çık ulan dışarı!” diye haykırmış. Davete icabet eden Fenerbahçeli taraftarın birkaç yakını da hareketlenip “Hadi gel lan!” diyerek çıkmaya başlayınca duralamış Zeki ağabey. Serde karikatüristlik var; hemen yeni komut eklemiş: “Galatasaraylılar da çıksın!”

Her ezeli rekabetteki küçük itiş kakışlar gibi bu olay da tatlıya bağlanmış sonunda.

mustafa bilgin

1981 yılında, benim de izlediğim bir derbi maçında taraftarlar, tepeden aşağıya iki sıra oturan, o yıllarda “fruko” denilen beyaz kasklı toplum polisleriyle; Fenerbahçe tribünü ve Galatasaray tribünü olarak ikiye bölünmüştü artık.

Gel gör ki gerçek futbolseverler o günleri bile mumla arar oldular bugün…

Hele yasal ya da yasadışı bahis şirketlerinin mantar gibi çoğaldığı son yıllarda, benim için futbolun bütün masumiyeti, güzelliği kayboldu, tadı tuzu kaçtı ne yazık ki…

“Uzatma dakikalarına girdiğimiz” şu satırlarda, (antropoloji) insanbilim ışığında futbolu analiz eden bir yazıda okuduğuma göre insanların futbolu bu kadar sevmelerinin kökeninde “avcı-toplayıcı” olduğumuz çağlardan gelen izler varmış. Tuttuğumuz takımın attığı her gole çılgınca sevincimiz, meğer “avı” başaran atalarımızın sevincinin bugünkü yansımasıymış.

Doğru mudur, bilemem; ben insanbilimcilerin yalancısıyım...

Bildiğim şu ki bugün futbol dünyasındaki gelişmelerden hazzetmiyorsak, hepimiz “Metin” olmalı, “hakemi de yenip” maçı mutlaka kazanmalıyız…

İşte o zaman tribünlerde yine iç içe oturur, bir şenlik izleriz yeniden…

(*) İlyas Tunç – 'Yüzleşme' adlı şiirinden…

Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)