Amerika'dan, yıllardır İlhan Başgöz Hocamızın eli ayağı, gözü kulağı olmuş Balım Sultan Yetkin’den, bugün bir mektup aldım.

Birkaç gün önce bu konuda Facebook’ta yapmış olduğum bu paylaşımımla ilgiliydi.

Mektup, İlhan Başgöz’ün Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili çaba gösterenlerle ilgili, emeği geçenlerin adlarının yer almadığı konusunda bir uyarı girişiyle başlıyordu.

Yaptığım açıklamamı da yeninden düzenleyip, mektubu da, kimi yazım hatalarının dışında, noktası virgülüne dokunmadan aşağıya alıyorum. Bundan ötürü de yazı uzun oldu.

İlhan Başgöz

PROF. DR. İLHAN BAŞGÖZ’ÜN CENAZESİ

Dünyaca ünlü halkbilimcimiz Prof. Dr. İlhan Başgöz’ü, ölümünün birinci yılı nedeniyle Ankara’daydım 12 Nisan’da. Saat 13:00’da, Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki mezarı başında, meslektaşları, öğrencileri, dostları, sevenleriyle birlikte andık. Ertesi günü İstanbul’a döndüm.

Öğretmen yazar Umut Özkan, Whatsapp’tan bana İlhan Başgöz’ün ölümün ardından, Yaşar Umut Abat, Facebook’taki sayfasında bulunduğu bir paylaşımın resmini gönderdi (ilgili görsel yazının içinde) bana.

ilhan başgöz

Güya, İlhan Hoca'yı özel bir uçakla (!) Türkiye'ye getirtmiş.

Başkalarının, herhangi birsini yalancılıkla suçlamalarına tanık olduk, hem de çok.  Ama insanın kendisini, önce yalancı olarak ilan edip ardından bunu yazılı olarak sosyal medyada kendi hesabından paylaşmasına da ilk kez tanık oluyorum.

İLHAN BAŞGÖZ’ÜN TÜRKİYE’YE GETİRİLİŞ ÖYKÜSÜ

İlhan Başgöz’ün Türkiye’ye getirilmesi konusu, böyle yalancı birilerinin sulandırmalarına izin vermeden, hikâyenin aslını, birinci elden gelen açıklamalarla birlikte ayrıntılarıyla yazmak artık kaçınılmaz ÖDEV, GÖREV VE SORUMLULUĞUM oldu.   

EMEGE SAYGI

Şöyle diyor Fuzuli:

"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil."

Edebiyatın ustaları gidince, emeğe saygı duymayan, edepten hayadan anlamayan adamlar, "Kör ölür badem gözlü olur" hesabı, mezarlık kumarcısı kesilip, bir ölünün üzerinden kendilerine paye biçer oldular. İlhan Başgöz’ün, birinci elden Türkiye’ye nasıl getirildiğini bilmesem, aşağıdaki paylaşmışı yapan vatandaşa şapka çıkaracağım.

İşte, Balım Sultan Yetkin’in bugün bana gönderdiği mektup:

"Merhaba Ali Ekber,

‘Edep Yahu!” yazının anafikrine çok katılıyorum fakat o süreçte yaşadıklarımız hakkında -burda kaç yıldır nasıl yaşadığımız neden yolculuğun bu kadar zorunlu olduğu vb.-, Hocanın kanserle mücadele sürecinde yaşadığı hayati krizlerden ve asıl emeği geçenlerden (bu tarafta en azından) hiç ya da eksik bahsetmişsin bence.

İLHAN BAŞGÖZ’ÜN HASTALIĞI

Hoca’nın ilk ve en ciddi hayati krizi 2018’in Ocak ayında başladı. Ocak 17’de artık kanamalara dayanamayan Hoca’yı kendiyle de konuşarak, bir gece, ne olursa olsun Boston’daki doktoruna götürmeye karar verdik, sabahına yola çıktık. Hoca ile Boston da, hastanenin karşısında bize tutulan bir apartman dairesinde tedavi olmayı beklerken (yaklaşık bir ay), Hoca’nın, haftalardır süren ve herhangi bir şey yapılmayan kanama sonucu hayati bir kriz daha yaşadı. Acil olarak yoğun bakıma aldılar. Böyle bir durumda Hoca’nın yaşayabilmesinin, hastane doktorları, hemşireleri, çalışanları dahil herkes çok sıradışı bir olay olarak, bir mucize olarak gördüler. İlhan Hoca’nın kan değerleri çok düşmüştü. Normalde, yetişkin bir insanda bulunması gerekenin çok altındaydı kan değerleri. Hemoglobini 4.6 ya düşmüştü. Yetişkinlerde  bu değer, 9’un altına düştüğünde ciddi, hayatı bir tehlike olarak kabul ediliyor. O sırada ben tek başımaydım. Hem Hoca hem de kendimi ayakta tutabilmekte zorlanıyordum. Hoca’nın öğrencileri, bizim ev arkadaşlarından, başta ve daha Xiaoshi Amdrew Wei ve diğerleri Boston’a geldi. Dönüşümlü olarak destek için geldiler. Hoca, Andrew ve benden, onu “ne olursa olsun memleketine” götürmemizi istiyordu her fırsatta.

İLHAN BAŞGÖZ TÜRKİYE’YE NASIL GETİRİLDİ

Andrew ve ben ulaşabildiğimiz her yerden bunun için destek aramaya başladık. Ablamın eşi Gürkan Büyükturan Türkiye’de, artık bizim bu ölüm kalıp savaşında, gücümüzün tükendiğini de bildiğinden, aileden gelebilecek tek kişi olarak Boston’a, yanımıza, yardıma geldi. Hastaneden çıktıktan sonra Boston’daki tek odalı bir apartman dairesinde İlhan Hoca’yı azıcık olsun, hareket edebilir, oturabilir hale getirebilmek için ölümüne çabaladık. Bu süreçte ben aldığımız portatif bir yatakta, Gürkan dairede kalmış, eski bir kanepede, Andrew  de (Bloomington-Boston arasında mekik dokurken) şişirilen uyduruk bir yatakta, en fazla günde üç-beş saat uyuyarak iki buçuk ay geçirdik. Bir ay boyunca Gürkan ve ben Hoca’yı oksijen terapisine, tekerlekli sandalyeyle götürüp getirdik. Bu arada Hoca’nın kızının yardımcısı olan Levi Tracero da bize yardım ediyordu.

İlhan Başgöz

ŞİKAGO BAŞKONSOLOSU UMUT ACAR

Hoca bu krizi daha yeni atlatmaya çalışırken, tesadüfen, 19 Mayıs konuşması yapması için İlhan Hoca’yla tekrar görüşmek üzere (Hoca’nın iletişim asistanlığını da yaptığım için) o zamanki Şikago Başkonsolosu Umut Acar aradı. Umut Bey’e ben, İlhan Hoca’nın isteğiyle durumu anlattım. O süreçte konsolosluğun yönlendirdiği başka insanlar ve doktorlar da bize destek oldular ve görüşlerini söylediler. Umut Acar’ın o girişimi, Hoca’ya umut oldu, motive oldu ve ayağa kalkmak için adeta savaştı. Süreç böyle başladı…

Daha sonra İlhan Hoca’nın güçlü karakterine, biz öğrencilerinin çabası eklenince Bloomington’daki evimize gelebildik. Burada da bakım süreci başladı. Hemşireler, terapistler, ara ara diğer öğrenci ev arkadaşlarımız, Cengiz Sürücü, değişen profesyonel yardımcıları da dahil, bize hep destek verdiler. Dışardan, İndiana Üniversitesi’nden de Prof. John McDowell, özellikle onun eşi ve arkadaşımız Patricia Glushko, Prof. Kaya Şahin ve eşi Rita Koryan (üniversitenin Uluslararası Halkla İlişkiler Koordinatörleri’nden) her türlü lojistik desteği vererek, bizi bu zor günlerimde yalnız bırakmadılar. Art arda krizlerle Acil servis ve hastane süreçlerinde, tam tükendik dediğimiz bir zamanda, annem Fatma Yetgin buraya gelip üç ay bize baktı ve bizi toparladı. Bu arada Cemil Kurt ve kardeşim Nesrin Yetgin Büyükturan hem buraya gelerek hem memleketten sürekli desteklediler…

Son yıl (Hoca’nın düşüp kaburgasını kırdıktan sonra) Fatoş Bennet ve kızı Sarah Bennet her türlü yardım ve desteklerini verdiler, canla başla Hoca’yı ayağa kaldırmak için hep birlikte uğraştık. Bu süreçte Serpil Hoca, Folklor Edebiyat’ın 100. Yılı  için ve Öcal Oğuz Söküm için Hoca’dan konuşmasını rica ettiler ve bir şekilde bunlar gerçekleşti. Daha sonra Güre Yaz Okulu online görüşmesindeki ilham veren muhabbet gerçekleşti. İlhan Hoca bu coşku ve motivasyonla inanılmaz biçimde hayata tutundu. Bu konuşmalar bir şekilde yapıldıktan sonra, Serpil Hoca AÜ ile ilişkili süreci ve Başgöz dostları Grubu’nun dayanışmasını organize etti, yönetti. Öcal Oğuz Hoca, İlhan Hoca’nın memlekete getirilmesi için elinden gelen her şeyi yapacağını söyledi.

İLHAN BAŞGÖZ KABURGASINI KIRDI

Bütün bu gelişmelerin ardından, Ağustos ayında Hoca düşüp de kaburgasını kırınca, tekrar en zor, en çileli zamanlar başladı bizim için yeniden. Burda, pandemiden ötürü yer olmadığı için on gün başka bir şehirdeki hastaneye yatırdıktan sonra, kendi şehrimizin hastanesine ambulansla geldiğimizde,  İlhan Hocayı karantina odasına “attılar”, beni dışarı! Hocanın sağlık temsilcisi olmama rağmen benimle bile, üç gün boyunca görüştürmediler. Aç, susuz orda yatmış. Hoca bana telefonda; “Balım nasıl yaparsan yap, kiminle konuşursan konuş ne olur beni burdan kurtar, ben burda bir gün daha kalırsam ölürüm” demesi üzerine ben burda ya da memlekette kimlere nasıl ulaşabilirsem ulaşmaya çalıştım.

Öcal Hoca’yla konuştuktan sonra, o zamanki Şikoga Başkonsolosu beni aradı ve İlhan Hoca’yı Türkiye’ye götürmek niyetinde olduklarını söyledi. Bir şekilde ben, İlhan Hoca’ya tekrar telefonla ulaşarak bu bilgiyi verdiğimde Hoca “Yaşasın memleketim, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti !!!” diye sevinç çığlıkları attı.

Üç günlük hastane işkencesinden sonra Hoca’nın isteği üzerine, eve neredeyse “yarı ölü” olarak getirebildik. Ondan sonra hemşireler, terapistler, bakıcı yardımcılar vs., Hoca’yı biraz iyileştirmek için uğraşırken, bir yandan da yapabildiğimiz kadarıyla kimlere ulaşabildiysek ulaşmaya çalıştık. Bunun üzerine Şikago Başkonsolosu Engin Türesin geldi ve sosyal medyada kamuoyu desteğinin önemli olduğunu söyledi. Bu bilgiyi Serpil Aygün Cengiz Hoca ve bugünkü İlhan Hoca’nın dostları grubumuz ile paylaştık. Sonrasında İlhan Hocayı seven dostları, öğrencileri, meslektaşları, yazarlar, eğitimciler gazeteciler inanılmaz kampanya başlatmışlar ki, bunun bizim memlekete geliş sürecimizde dönüm noktası olduğunu biliyorum.

Emeği geçen herkesin görülmesini, hiçbir emeğin görmezden gelinmemesini isterim. Türkiye'den sürekli "emaille", telefonla, mektupla bir şekilde bize, İlhan Hoca'ya ulaşan, arayıp soran, bir omuz veren birçok dostumuzun (çoğu İlhan Başgöz Grubu'nda), vicdanı olan, vefa duygusu olan birçok insanın desteği desteği sayesinde İlhan Hoca ve biz birgün memleketimize kavuşabilme inancımızı, motivasyonumuzu koruyabildik. İsmini şu anda yazamadığım birçok insan sayesinde, sağ olsunlar, eksik olmasınlar İlhan Hoca'nın da inandığı gibi 'Dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor'. Unutmadan, son zamanlarımızda destek olan hocalarımız oldu: Prof. Dr. Nazif sahranı ve Dr. Shahyar Daniskar, Dr. Tom Hrisomalos'u da eklemek isterim. Ayrıca, Eren Ceylan ile Hasan Şen (her hafta telefon ediyordu) bir de Hoca'nın yeğeni 84 yaşındaki Solmaz Teyze'yi Unutmamak gerekir.

Bunlar buzdağının görünmeyen yüzleri. Hiç kimseler duymadan, sakin sakin, yıllarca bizi yalnız bırakmadılar. Senin Hoca'ya ulaşma çaban gibi, görünmez kalmış ama çok kıymetli…"

20 Nisan 2022

BALIM SULTAN YETKİN

Bloommington

Son olarak şunları söyleyeyim ben de:

Aşağıda, İlhan Hoca’nın uçakta çekilen fotoğrafı Metin Turan tarafından bana gönderilince hemen Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya'ya ilettim ve Cumhuriyet bunu aynı gece baskıya vererek ertesi güne haberleştirdi. Umut Özkan'ın haber vermesinin ardından Doğan Hızlan 'da köşesinde yazdı. O sıra Enver Gökçe kitabım(ız)la ilgili de kendisiyle sürekli telefon görüşmelerimiz oldu. İlhan Hoca’nın Türkiye'ye gelmek istediğini köşesinde paylaşında teşekkür ettim kendisine. Sohbetimiz sırasında Sağlık Bakanı ile görüştüğünü ve Bakanlığın cankurtaran uçağını Amerika'ya göndereceğini söylemişti. Telefon görüşmemiz sırasında Sağlık Bakanı ile daha önceden, bakan olmadan, bir uçakta yan yana seyahat ederken tanıştığını, bir doktor olduğunu ve hastanesini bulunduğunu söyleyip kendisine kartını verdiğini, ilk kez, Bakanı da İlhan hoca için aradığını söyledi. Ankara Üniversitesi DTCF Halkbilim Dalı Bölüm Başkanlığı'nın da yoğun çabaları oldu bu süreçte. İlhan Hocayı tanıyan, tanımayan herkes, soyla medya üzerinden onun Türkiye'ye getirilmesi konusunda sürekli paylaşımlarda bulundular. Ve nihayet İlhan Hoca 05 Ocak Salı 2021 tarihinde cankurtaran uçakla Türkiye'ye getirildi...

***

Şimdi, bunca adı geçen insanın emeklerini, çabalarını, girişimlerini görmezden gelip, bir ölümün üzerinden kendine paye çıkarmaya çalışanlar için kullanılabilecek her sıfat KİFAYETSİZ kalacaktır.

Yaşar Umut Abat, hangi olanakları vardı da "Amerika'dan Türkiye'ye özel bir uçakla getirtmek için biz Ankara'da çok uğraştık.. GETİRTTİM AMA...." diyebiliyor, akıllara ziyan.

EDEP YAHU, EDEP...

Kendisine özelden şunları yazdım:

"Umut Bey, İlhan Başgöz ile ilgili bu paylaşım size mi ait?

İlhan Hoca'nın Türkiye'ye getirilmesi konusundaki bu paylaşımınızın içeriğine bakınca, İlhan Hoca'nın Türkiye'ye getirilmesinde oldukça güçlü ve etkili bir konumda olduğunu anlıyorum. Bu konunun ayrıntısını yazarsanız sevinirim. Ben İlhan Hocanın Türkiye'ye getirilmesi ile ilgili bir çalışma yapıyorum. Bunu da kitaplaştıracağım. Lütfen bildikleriniz ve nerelere, kimlere ulaştığınızı, kimlerle bu konuda yazılı görüşmeler yaptığınızın belgelerini de bana iletmenizi rica edeceğim..”

Bana verdiği cevap da şu oldu:

"Ben kendim  bu konuda yazıyorum... Size de iyi çalışmalar diliyorum"

Edep yahu Yaşar Umut Abat, edep.

Ula insan yalan söyler de bu kadar kuyruklusuna da başvurmaz. Pes!..

 

 

BU DOSTLUĞUN SENFONİSİ

[Enver Gökçe, İlhan Başgöz’ün sonsuz anısına.

Bir de yeni bir dosluk  senfonisini

yazmaya başladığımız dost Cemil Kurta]

I

parasız iki çıplak bir hamam günleriniz

 

on bir yıl arayla başlamıştınız

uzun ince bir yolun bitmeyen umuduna

sen gemerekten enver çit köyünden eğinin

cizlavet lastikten potin ayakkabıya iskarpinlere

tozlu köy yollarından arnavut kaldırımlarına

asfalt caddelere şose yollara ziftlenmiş şehirlere

ekmeğin unun şekerin 2. dünya harbinin karneli günlerine

 

biriniz ulus biriniz samanpazarı’nın

iki ayrı şubesiydiniz züğürtlüğünüzün

talebeydiğiniz üstelik fukaralığınız da cabası

parasız iki çıplak bir hamam güzelleyen günleriniz 

böyle geçti bütün öğrencilik yılları enver'le

 

arada bir üç beş kuruş görmüşlüğü olurdu 

meteliğe kurşun sıkan gıpgıcır cepleriniz

ola ki birinizin cebinde mangırla buluştuysa elleriniz

şangırtılarını duyar duymaz soluğu samanpazarı’nda…

 

sağda köşebaşındaydı on beşinci yıl karargâhınız

yanında meşhur tatlıcı bir günün beyliği beylik… 

keşküllü dondurma ziyafetine arada bir 

bütün zevkiniz buydu enverle

bundan ibaretti sade bu zenginliğiniz

 

sene 946 mevsim 30 ağustos som baharında

tren kaldırılırdı ankaradan kurtuluş dünlerine

afyon zafertepe ordan 9 eylül izmire

böyle bir mevsimde yazıldı enverin

dost dost ille kavga şiirleri

 

II

angora hikâyeniniz

 

köyden köklerinizden kopup da gelmiştiniz

büyük umutlar sınırsız hayallerle enver çocuktu

sen bir delikanlıyken başladı angora hihâyeniz

 

940 senesi dil tarihte kesişti yollarınız

türkülü yanlarınız vardı gurbetçi halleriniz

zamanın izinde söylendi sosyalizm dönüşünüz

zamanda yolculuğunuz ülkü’de bileylendi

 

dil tarihin ikinci katı türk dili bölümü

kapı önünde tanışmıştınız ilk kitaplığın

sonra işte ülkü’de buluştuğunuz o dünde yazıldı

zamanı mülk edinen bu dostluğun senfonisi

koşardım geçip gitti okul yıllarınız

sen dil tarihte doktora öğrencisi

aklı fikri büyük davasındaydı enverin

bütün bu yaşanmışlıkların masal tarifindeyiz şimdi

 

sene 946 mevsim 30 ağustos som baharında

tren kaldırılırdı ankaradan kurtuluş dünlerine

afyon zafertepe ordan 9 eylül izmire

böyle bir mevsimde yazıldı enverin

dost dost ille kavga şiirleri

 

III

milli emniyetin en komik adamı fahri

 

emperyalizmin dünyaya armağanıydı

sosyalizmin devriye güçlerine karşı

şansölye aldolf hitleri almanyanın

avrupada ölüm timleri toplama kampları

hiroşimada bin turna kuşu hikâyesi sadako sasakinin

yerli sürümüydü o günleride besleme ruhların turan düşleri

üniversitede turancılar dışarıda polisler ensenizde solukları

 

dil tarih'in kapısında hazır kıta nöbetteydi polis fahri

emekliliği çoktan geçmiş kırk kanaat bir maaşla

oğlunu okutma derdinde oturduğu ev de satışta şimdi

size de eğlencesi kaldı işin yokuş yukarı yollar bulup

arkanızdan tıknefes koşturup durdunuz polis fahriyi

 

ertesi gün okulda yalvar yakar peşinizde

bari siz yapmayın çocuklar emir bu neyleyim

genç de değilim ki artık ardınızdan koşturmaya der

dert yanıp ince damardan girince yelkenler suya inerdi sizde

yaşlıcaydı üstelik ışıklı günlere daha çok vardı

 

sene 946 mevsim 30 ağustos som baharında

tren kaldırılırdı ankaradan kurtuluş dünlerine

afyon zafertepe ordan 9 eylül izmire

böyle bir mevsimde yazıldı enverin

dost dost ille kavga şiirler

Ali Ekber Ataş
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)