Psikiyatrist Dr. Mutluhan İzmir: Salgın sürecinde yaşadıklarımız ruh sağlığımızı tehdit etmektedir
Yeni yayınlanan Psikanalizin Temel İlkeleri kitabı entelektüel alandaki yoğun üretkenliği çok sayıda disiplinin yararlandığı zengin bir kaynak oluşturan Jacques Lacan’ın Écrits adlı kitabından çevrilmiş iki metni içeriyor. Türkçe’ye ilk kez çevrilen bu metinlerde, Lacan’ın psikanalize ilişkin kavram...
Öznenin Diyalektiği, Lacancı Psikanaliz ve Karakter Çözümleme, Anti Depresan Tuzağı gibi kitaplarınızın yanına bu kez Lacan'dan çeviri kitap eklediniz: Psikanalizin Temel İlkeleri. Niçin bu kitabı çevirdiniz? Ne eksik gördünüz Türkiye'de bu alanda ya da... Mutluhan İzmir: Bu kitaptaki iki makale psikanalizin üzerine oturduğu temel kuramsal yapıyı ve bu yapının nasıl saptırılmış olduğunu anlatan makaleler. Bu açıdan doğrudan okurlara Türkçe olarak ulaşmasını önemli buluyorum. Kitabın bölüm başlıkları neler? Mutluhan İzmir: Kitapta Lacan'ın Ecrits adlı kitabından “Le stade du miroir comme formateur de la fonction du Je”(Ben işlevinin kurucusu olarak ayna evresi) ve “Fonction et champ de la parole et du langage en psychanalyse” (Psikanalizde söz ve dilin etki alanı ve işlevi) adlı makalelerin çevirileri bulunmaktadır. Psikanalitik kuram ve uygulaması, kurucusunun temellerini attığı noktadan uzağa nasıl savruldu? Belki şaşırtıcı olabilir ancak bu savrulmadaki en büyük pay ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişmelerdir. XX. yüzyıl, kentlere yönelik büyük bir nüfus akının ortaya çıkmasının sonucunda, giderek büyüyen burjuva-kentli nüfusunu yönetmek iddiasında olan iki siyasi-ekonomik sistemin birbirleriyle rekabetine sahne olur. Birbirleriyle kıyasıya mücadele içinde olan bu sistemlerin ikisi de insan kişiliğini şaşırtıcı biçimde aynı noktadan okumuşlardır. Biri sosyalist sistem, diğeri de serbest piyasacılığa dayalı özgür demokratik sistem olarak bilinen bu iki sistem birbirlerine zıt olarak konuşlanmış olsalar da, insanın öznel yapısını dışlayarak kişiliği mükemmel egoya temellendirme zorunluluğu konusunda kaçınılmaz bir ortaklığın içindelerdi. İki sistem de mükemmel ego kavramına oturmak zorunda kalmışlardır. Özgür demokratik sistemin hâkim olduğu alanda yaşayan ve psikanaliz çalışmalarını sürdüren Lacan, bu sistemin mükemmel egoya temellenmesinin psikanaliz çalışmalarına olan etkisini ayrıntılarıyla anlatır. Sanki kuramsal bir ayrım gibi görünen bu çatışmalar, sosyo-ekonomik modelin savunucuları olarak kalmak zorunda olan psikanalistlerle aralarındaki, aslında siyasi olan, bir ayrılıktan kaynaklanmıştır. Niçin Lacan diye soracaktım ama değiştiriyorum: Bunun için mi Lacan? Lacan psikanaliz kuramının hür iradenin olmadığını vurgulayan yanının özgür demokratik sistemi huzursuz ettiğini belirtir. Böyle bir psikanalizi benimseyemeyen özgür demokratik sistem psikanalizi sığ bir hür irade masalına dönüştürmeyi amaçlamıştır. Halen psikanaliz topluluklarına hâkim olan anlayış, psikanalistlerin mükemmel ego kavramının dışına çıkmasını engelleyecek biçimde, bilgi içeriğini zenginleştirmekten çok, katı kuralların korunmasının öne çıkartılmasıdır. 'Özgür demokrasi' söylemi zemininde işleyen serbest piyasa sistemini benimsemiş olan blokta sistem, bireylerin etki altında kalmadan karar verebilmelerini sağlayan 'hür' bir iradeye sahip oldukları yanılgısının üzerine kurulmuştu. Öznenin hür iradesini kullanarak doğruyu seçmesini sağlayacak mükemmel bir zihne sahip olduğu inancı, onun ne ekonomik, ne toplumsal sistemlerdeki yanlışlıklardan etkilenmeden doğru yolu bulabileceği kanısının bu blokta yaygın bir zemin bulmasını sağlar. Freud temelinde sosyalist-kapitalist sistemde psikanaliz kuramı aynı mı? Bu nedenle hür irade diye bir şeyin olamayacağını ortaya koyan Freud’un bilinçdışı ve öznellik üzerine ortaya koyduğu kanıtlar bu blokta sosyalist bloktakine göre çok daha fazla hoşnutsuzluk yarattı. Hatta Freud öznenin bırakın hep doğruyu-iyiyi bulan gelişkin zihinsel bir yapıya sahip olmayı, çoğunlukla ilk 8-10 yaşında oluşan dünya algısının üzerinde biçimlenen sorunlu bir zihinsel yapıya dayanarak davranışlarını belirlediğini ortaya koyuyordu. Freud’un keşifleri, her şeyin doğrusunu yanlışından ayıran mükemmel egoya sahip olmak bir yana, insanın her an için öznelliğin pençesinde kıvranan ve özgür bırakıldığında seçimleri daha da sorunlu hâle gelen bir yapıya sahip olduğunu göstermesi nedeniyle özgür demokratik dünyada pek coşkuyla karşılanmadı. Psikanalitik kuramın acilen mükemmel egoya dayanan bir zeminde yeniden biçimlendirilmesi gerekiyordu ve bilinçdışı sadece bastırılmış çocukluk anılarıyla dolu bir yapı olmanın dışında öznenin üzerinde etkili olan bir kavram olmaktan çıkartılmalıydı. Bu doğrultuda, her an yanı başında özneye eşlik eden bilinçdışı kavramının yerine zararlı haşerelerle dolu karanlık bir bodrum katına benzeyen bilinçaltı kavramı öne çıktı. Bu pek kullanılmayan bodrum katına inmeye çok da gerek yoktu, oraya kapatılmış olan şeyler talihsiz olayların etkisiyle yukarıya doğru hareketlenirlerse onları yeniden bodrum katına geri yollamak ya da haşere ilaçlarıyla yok etmek gibi önlemler alınarak evin üst katlarının düzenli, temiz ve gösterişli olarak kalması sağlanabilirdi. Sosyalist sistem nasıl baktı bu duruma? Sosyalist sistem ise şehirleşen insanın artan psikolojik sorunlarının nedenini üretim ilişkilerinde buldu. Buna göre, üretimin artı değerinin kontrolünün üreten kesimin elinden çıkmış olması, insanın varoluşunu ve dolayısıyla kendilik algısını sorunlu duruma getiriyordu. Toplumun değer belirleme sisteminin öznelliği öne çıkartacak biçimde bozulduğu sonucuna vararak onu düzeltmeyi hedeflediler. Artı değerin kontrolünün üreticilerin elinde tutulmasının, öznelliği ve öznellikten kaynaklanan psikolojik sorunları önlemeye yeterli olacağı iddiasındalardı. Materyalist sisteme göre zaten insanlar düşünerek her şeyin en doğrusunu bulmalarını sağlayan mükemmel bir zihne sahiptiler. Bu noktaya insanı evrimsel süreç getirmişti ve insan evrim basamaklarının zirvesine ulaşmış bir canlıydı. Bu mükemmel yapıyı aksatan etken olarak artı değerin sömürülmesini önleyecek bir ekonomik toplumsal sistem, insanların mükemmel zihinlerini kullanabilmelerine olanak sağlayacak ve sorunlarını kendi kendilerine çözebilmeleri için yeterli olacaktı. Bu sistem, mükemmel işleyen somut bir algı-bilinç yapısını temel alıyor ve bu mükemmel yapının kendi dışındaki somut dünyayla ilişkisinin “normal koşullarda” sorunsuz yürüyeceği inancında temelleniyordu. Materyalist sistem, mükemmel egoların sistem tarafından güvence altına alınmış olacağına inandığı için psikanalizi gereksiz ve hatta zararlı görerek yasakladı. Bu yasaklamada aşağıda anlatılacağı gibi psikanalizin karşıt ideolojik bloğun bütünüyle etkisi altına girerek neredeyse siyasi bir akıma dönüşmesinin de etkisi olmuştur. Materyalist blokta toplum için yaşamak, diğer bireylerle işbirliği yapmak ve özgecilik mükemmel egonun başat özellikleri olarak görülürken diğer blokta ise özgeciliğin ve başkaları için yaşamanın değersizleştirildiği, “kendisini gerçekleştirme” ve “hakiki kendilik” kavramlarını öne çıkaran bir bireyci özgür ego efsanesi yaratılmıştı. Bu efsane, insanlarda kendilerine dayatılan kurallara karşı kışkırtıcı bir eğilim yaratıyordu. “Bireyci mükemmel ego” doktrininin benimsenmesinin düzene karşı ayaklanma eğilimini arttırmasını kendi düzenine karşı bir tehdit olarak gören sosyalist blok, birbirini yıkma çabası içindeki iki bloğun bir tarafı olarak kendisini koruma refleksiyle psikanalize kapılarını kapatarak toplum çıkarlarını kendisininkinden önde tutan “toplumcu mükemmel ego” kavramına sarılmıştır.
Materyalist sistemin belki de en büyük yanılgısı, teolojik mantığın çocuğun dış dünyayı ilk okuma biçiminden köken alan çok temel bir mantık yapısı olduğunu göz ardı etmekle olmuştur. İnsanın özellikle yaşamının ilk 8-10 yılındaki düşünce-mantık sisteminin teolojik düşünce biçiminin aynısı olduğunu göz ardı ederek, dinin toplumsal yapıdan dışlanmasıyla bu ilk çağların mantık dizgesini yani nevrozun nedeni olarak gördükleri öznelliği yaratan sorunu ortadan kaldırabilecekleri sonucuna vardılar. Oysa egonun bizzat kendisi insanın ilk çağlarının eseridir ve mükemmel de olsa ego bütünüyle dinsel bir yapı olarak kurulur. Yani ateist materyalistler dini toplumsal yaşamdan temizleyelim derken, dinin en kökten biçimde içinde yapılandığı egoyu insanın kişiliğiyle denk tutarak toplumsal yaşama daha da sağlam biçimde dinsel bir yapıyı enjekte ettiklerinin ayrımında değillerdi. Kaşları çatık, hurafelerle savaşma iddiasındaki devrimciler, aslında insanın sağlıklı kişilik temsilcisi olarak gördükleri egoyu koruma altına alıp toplumda diyalektik düşünce yerine inancı öne çıkaran bir etkiye neden olarak kendi zeminlerini oymaya başlamışlardı. Çünkü ego düşünmeye değil inanmaya ve inandığını taklit etmeye eğilimli bir kendilik temsilcisidir. Lacan birbiriyle kıyasıya kavga eden iki dev sistemin dönüştürdüğü Freud’un kavramını yeniden özgün haline sokmak için çabalamıştır. Bu çabası doğrultusunda ego, ayna evresi ve dil gibi temel psikanalitik kavramların doğru anlaşılmasının önemini hep vurgulamış, psikanalizin herhangi bir siyasi sistemin oyuncağı haline gelmesine karşı çıkmıştır. Kitap dışı bir soru sorarsam: Hele de bu salgın günlerinde ruh sağlığımızı korumanın yolları nelerdir. Beslenme mi, müzik mi?.. Ruh sağlığını koruyabilmek öncelikle insanın kendisini güvende hissedebileceği ilişkilerin içinde bulunabilmesiyle olanaklıdır. Ancak günümüzde salgın süreciyle birlikte başlayan ve toplumsal ilişkileri kısıtlamaya yönelik olan süreç ruh sağlığımız da kişiliğimizi sürdürüp geliştirmemizi de tehdit etmektedir. İnsansız toplum olmayacağı gibi toplumsuz insan da olmaz. Freud ve Lacan gibi değerli psikanalistler insanlar için toplumsal yapının ne kadar önemli ve kaçınılmaz bir etken olduğunu bize göstermişlerdir. Toplumsal ilişkiler ortadan kalkarsa bunun yerini ne ilaç, ne gezme tozma, ne de sağlıklı beslenme tutabilir. (Psikanalizin Temel İlkeleri'ni buradan satın alabilirsiniz.) Ahmet Yıldız
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR