Bir 'Harf cini' şair: Hüseyin Ferhad / Cemil Okyay
MİTOLOJİ VE MİSTİSİZM ODAĞINDA HÜSEYİN FERHAD’ “Söylence (mitos) düşünen kişinin kendini doğa ile özdeşleştirmesidir, bir yaratmadır, onun da kaynağı doğa karşısında düşünmek soru sormaktır, söylence varlıklarında kişiyi anlatan, açıklayan bir öz saklıdır” diyerek bilgeliğin, usa dayalı düşüncenin, soru sorup karşılık aramanın kaynağında söylence varlıklarının etkisini vurgulayan İ. Zeki Eyüboğlu, şunu belirtir: ”Bilgelik, söylence birbirinin içinde erimiştir. Teokritos’un, Vergilius’un, Ovidius’un şiirlerini, sanat alanındaki başarılarını işledikleri söylence konularından ayırma olanağı yoktur. Hind’e gidersek karşımıza Krişna çıkar, onun iki yüz bin beyitlik destanında, inancın, şiirin, söylencenin bütün verilerini buluruz. Ünlü ozan, Firdevsi’ye ölümsüzlük kazandıran Şehnâme'si baştan başa söylenceleşmiş konuları, olayları içerir.”(1) Batı yazınında, Dante, Goethe, Shakespeare, kutsal ya da dindışı söylencelerden etkilenen Aragon, “İyonya’ya Özgü, Anna Dalassini, İthaka” gibi şiirlerinde mitik kentleri yer edinen Kavafis, "Kutsal Kâse” mitinden etkilenerek ünlü ”Çorak Ülke” (The Wast Land) şiirini yazan T. S. Eliot. Bu örnekleri düşünen Behçet Necatigil, modern şiirin Batı yazınının da Hıristiyan ya da Yunan mitoslarından yararlandığını, Avrupa ve Batı şiirlerinde mitos imajlarına rastlandığını belirtir ve sorar "bizde niye olmasın bu?”(2) "GİZLİ AYİNLER" Hüseyin Ferhad’ın önceki yapıtlarında olduğu gibi Toplu Şiirleri’nde (“Kılıç İpekte Sınanır”) yer alan kitaplaşmamış "GİZLİ AYİNLER”(*)deki şiirlerini mitolojik ve mistik ögelerle ördüğü görülmektedir. GİZLİ AYİNLER’de Halk söylenceleri/hikayeleri ile karşımıza çıkan ”abdal” yapıtın bütününe yayılan bir gösterge olarak dikkat çekmektedir. Söylencelerde, 7 abdal 7. yıldızdaki tanrısal gizi yansıtır ki 7, şiirlerde mitik/mistik değer olarak zaman zaman karşımıza çıkması nedeniyle anlamlıdır. Örneğin tasavvufda abdal yedi veya kırk kişidir. Bir abdal olan Nesimi ki dizgelerde doğrudan ya da göndermeyle yer alır; alevi/Bektaşi inancındaki yedi ilâhi şairden biridir. Abdalların yağmur yağdırmak (yağmur ve suyun türevleri mitik ve mistik çağrışımlarıyla liriklerde işlevseldir) afetleri önlemek vb. özellikleri vardır ki bunlara iyilik ve cömerlikle ulaşırlar. Hurûfîlik’te varoluşun sırrında harf vardır. Varlığı ve evreni ses/harf aracılığıyla açıklayan ”Hallac-ı Mansur”, “İbn-i Sina” dizgelerde yer alırlar. "Harf, harf-i tarif, bir harf eksildi” vb. sözcelere de birimlerde rastlanır. Hüseyin Ferhad bir harf cinidir. Nesimî “ruh ikizi”(6)dir. AŞKIN KAÇ SURETİ ÇIKAR MÂN MÜHRÜNÜ SÖKSEM 2’de mistik aşkın simgesi olup yaşamı söylencelerle bezenen Davut ez Zahirî’nin fetvasıyla yakalanarak gövdesi parçalanan Hallâc-ı Mansur, Pir Sultan Abdal anıştırmayla yer alır. Zulmün geri adım attıramadığı Nesimî’nin direncini ve kararlılığının yüzünü, bir buyruk edasıyla tanımayı öğütlediği ZEYL'de Hz. Ali’nin Bedir savaşında gökten indiğine inanılan Alevi/Bektaşi şiirinin güç simgesi, 40 arşın uzaklığa ulaştığı söylenen kılıcı “zülfikâr” söylence ögesi olarak görülür. ŞEYTAN DİYE BİR MELEK’te ”Ayna”, Ay, Güneş, ateş”gibi mitik/mistik ögeler önemle simgeleşir.. Soğuk yüklü olan ay, kızı; güneş, erkeği, sevgilileri simgeler mitolojide. Ateş ise Şamanizm’de tanrı Ülgen’in getirdiği aile ocağıdır. Dizgede yer alan söylencesel aşk hikâyelerinin göstergeleri “Mem(ü Zin) ve ”Kerem(ile Aslı) ile yer alan ”yeşil avaz” Adonis mitine değin uzanır. Mitolojide, acının, kederin üşüten sesidir “yeşil avaz”; genç âşıkların şevkini kırma gücüne sahiptir. Mitolojide yeşillikler, soğuk yerler ve zamanlarla karşılaştırılır. Lirikte geçen ”Rüstem”, babası Zal tarafından Alburz dağına bırakılan (bu dağ, AVAZ’da da geçer: "elburz") daha sonra Simurg’un büyüttüğü mitolojik bir kahramandır (İran mit) Devlere esir düşen Keyhüsrev’i 7 büyük engeli aşarak kurtarır. Efsanevî Saka hükümdarı Alp Er Tunga (Efrasiyâb) ile savaşır ve kardeşlerince tuzağa düşürülerek öldürülür. Bu simgesel açılımlar izleksel açıdan dolayısıyla ?örneğin trajik sonlar? dizeleri anlamlı kılar; "yeşil avazlı o çocuk kikimdi/ bildimdi Mem di, Keremdi, Rüstem di/..” Rüstem liriklerde, aykırı, marjinal, dengeyi değiştiren, bir düşün peşinden koşmanın resmini çizen “grotesk” bir figür, halkın sesi olur. 7, Rüstem söylencesinde onun Keykâvus için çıktığı seferde, 7 durakta kurdurduğu 7 sofrayı da imler. “Nerde kesişir? Ve hangi nehir/hangi nehirle çiftleşir/onların zifaf döşeğinde/../kalbimde kesişir ve nerde/seviştiyse Aslı’yla Kerem/..”, ”ipek ve baharat, hayâl ve hakikat” birimleriyle GEL DE ANLAT”ta söylencesel ögelere yakalanırız. ”Çöl, step”le birlikte "İpek Yolu" da düşünüldüğünde “baharat” en çok güneş alan yerlerde ve en sıcak bölgelerde yetişen bir ürün olarak anlam kazanır. Hoş kokusu ve aromasıyla baştan çıkarıcı özelliğiyle bilinir. Adonis üzerine araştırma yapan Marcel Detienne (Fransız Klasikçi) mitolojide anlamı, olay örgüleri arasındaki eytişimsel ilişkide görür. Mekânlar, karakterler, dönemler önemlidir. Eytişimsel ilişki, besinsel bitkisel, mevsimsel vb. alanlarda bulunur. Belirlemelerine göre Adonis’in baharatlarla olan ilgisinin kökü serbest cinselliktedir. Baharatla ilgisi ”mür” ağacına dönüşen annesi Smyrna ile aracılığıyla kurulur. Adı kötüye çıkan Adonis şenliklerini baharat kokularının kaplamasının rastlantı olamayacağını vurgular.(7) “Mür” motifi GİMEL’de de geçer. Ad kavminin hükümdarı Şeddad’ın Hadramut yakınlarında kurduğu, sütunları altın ve gümüşten, cennete benzetilerek yapılan, fakat Hud’un peygamberliğine inanmadığı için Tanrı’nın gazabına uğrayarak kavmiyle yok edilen Şeddad ile kasırgayla kumlara gömülen “Gülşen-i irem” izleği tamamlar. Bir diğer lirikteki”Lût” söylencesi gibi. Anadolu mitolojisinde yer alan “akrep”, KAYIP DİVANÇE’de zerafetin ve suya düşen hayâlin, dişi suretin söylencesel ögesi “kırk”la sözceleşerek simgeleşen “ipek”le görünür. İlgili söylenceye göre sevgilisi kaçırılmış, kayalıklarda yatan bir delikanlı öfkesinden tanrılara "beni başka biçime dönüştürün" der, tanrılar da onu akrebe dönüştürür. O günden beri de kaya aralıklarında kollarını açar, sevgilisini beklermiş. Biri dokundu mu batırırmış iğnesini. Onun için insanın kötüsüne akrep denmiş.(8) Dolayısıyla şiirde "hicret" (mistik anlamı da içeren "kays (İmr ül), Leylâ, ağu, vehm” gibi göstergelerle, yaşamın katı gerçekliği, insanların acımasızlığı, bekleyiş, dünyevi ve plâtonik aşkın, ayrılığın acısı bağlamında izleği güçlendiren mitik bir ögedir akrep. GİZLİ AYİNLER bölümündeki ZAYİN’de iki kez geçen, TEYT’te de görülen ve MİM TAŞI’nda gönderme yapılan “yada taşı” Türk/Altay mitolojisinde, Tanrının kamlara armağan ettiği, yağmur, kar getirdiğine inanılan bir taştır. Cede taşı da denilen bu taş özel taşlarla yapılan "yet" kehanetinin imidir. Şaman tarafından bir tas içine atılan bu taşın yağmur getirdiği söylenir (Kazvinî, "Acaibül Mahlükât").(9) Kuzey ve Orta Asya şamanlığında canlılar ülkesinin kışına rastladığına inanılır ki “kış” ve “yaz”, mevsimsel döngüler ve dönüş isteği dizgelerde karşımıza sıklıkla çıkar. Yıldırımla ölen kişinin ruhunun göğe uçtuğuna ve ateşin manevi bir yaşam sağladığı inancı(10) lirikteki “soyunurum ruhumu../../seher vakti bir bulut/ha bire çakar kibritini/../ruhum kış uykusunda/..”,”hilal, zifaf postu,vedâ ayini” birimlerini anlamlı kılar. Ruhun soyunulması, kaçması ya da bedene iadesi sağaltmakla ilgilidir. Şiirdeki “aşk cinleri, minel aşk cinleri” gibi, AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM, BEYT, HE, HEYT, DALET(1.,2.)te sözce olarak karşılaştığımız "cin"ler, Kur’an’a göre ateşten yaratıldığına ve Arabistan’da çölde yaşadığına inanılan, insana düşman hayâlî yaratıklardır. İnsanları etki altına alıp kötü işler yaptırırlar. HE’de “Temuçin, Aksak Timur” gibi tarihin zâlimlikle; “Yesenin, Mayakovski” gibi bunalım ve hayâl kırıklığıyla simgeleşen adların yer alması, karanlık, olumsuz bir geleceğe bakışı oluşturur. Dünya kötücüldür; kam yoksa “yanlışlıkla mı çağırmıştır” Sadi’yi, Goethe’yi, Aprınçır Tigin’i”. Burada, A. Tigin’e (11.yy. Mani kültür muhiti şairi) ısrarla duyumsatmak istedikleri ? ki üzerinde durduğumuz mitik ve mistik ögelerinde açılımla bir amacı da bu zaten? bir parantez açılmalıdır. Bugünkü modern şiirin ilk örnekleri sayılacak lirikleriyle, merhameti unutanlara, gözleri aşırı gururla körleşenlere, insanı şuursuzlaştıran ve akılsızlaştıran öfke ve ihtirasa, kin ve fesada kapılanlara, Burkan saadetini, Nirvana’yı anımsatan ve bilgeliğin peşinde olan Aprınçor Tigin, şiirlerin iletisini, özünü somutlaştırır. Talihsizliklerin bir türlü bitmediği bir dünyada, tekrar geleceği bir başka yaşama inanmakta zorlanan, yaşamı olumsuzlayan, dizgede “ne umdumdu!” diyerek vandallığı lânetleyen, barışı arayan Asyalıların simgesi özne için çıkış “ruh ikizi”ni bulmaktır. DALET’te diler: "asura cinlerine inat/mutlu kıl şu aşk yetimini" Hüseyin Ferhad bir söyleşide yanıtlar: "...Sokrates’te tikel bir varlık olan cin, Doğu’ya, Asya’ya gidildikte çoğullanır. Cini öbür dünyanın değil tinsel evrenin habercisi saymakla yetinir. Tinsel evren sanatsal kozmolojinin bizatihi kendisidir. Şair, Sokrates’in içindeki 'ben'dir, şair Hüseyin Ferhad’dır!”(11) Bu açıklamasını not düşelim ki "ben", GİZLİ AYİNLER’de iki lirikte vurgulanır; "harf cinleri”yle şairi imler. Kafdağı’nda yaşadığına inanılan "hüma kuşu” mitik bir öge olarak HEYT’te yer alır. Üzerinden geçtiği insanlara mutluluk getireceğine inanılan bu kuşun kanadının gölgesinin âşığın başına düşmesi, sevgilinin yakınlık göstereceğinin belirtisidir. Sâdi’nin “Gülistan”ında yer alır ki Sâdi ve Gülistân bazı liriklerde geçer. Gülistân’da ahlâk, aşk, yetinmenin erdemi, susmanın yararı, gençlik, yaşlılık,tecelli vb. üzerinde durulması,şiirdeki “bâd-ı sabâ, mahrem, nehir, aşk cinleri, gurbet, harlayan nefs”, yaşam ve ölümleriyle efsanaleşen “Nesimî”, hicivleriyle sonunu hazırlayan keskin diliyle “Nefî, Nedim, Nazım” göstergelerinin izlekteki işlevselliğini kendisiyle beraber ortaya koyar. Nesimî’nin Halep’e geçmeden uğradığı, yakın tarihlerdeki siyasal kaosun ve infazların kenti “Ankara”, "kanamaya başlayan Anadolu’nun ortası”, beşeri ve bâtınî aşkın, idealizmin, ütopyanın, zalimliğe direncin, mutluluk ve memleket özleminin bedelinin, hicran ve acıyla ödenmesinin çağrışımlarıyla göstergesi olurlar;”Dünya bir divan ama müseccel/Aşka münhasır bir sır”dır. ARABİA DESERTA’da,".../akla ziyanbir şeb-i aşk/..” dizesi, “gözyaşı, rind, küllenen müruru zaman” birimleri, beşerî, plâtonik bir aşkın zenginliği olurken, Türk mitolojisindeki Umay’a benzeyen, aşkla ilgili nitemleri üzerinde toplayan "el Lât” güzelliğin simgesi olarak göze batar; dizgede baştan çıkaran sesin imidir. ŞAMANİST TÜRKLER'DE SU HEYT’te, Türkistan sıradağlarıyla birlikte Turan çöküntü alanına dökülen Orta Asya’nın en eski vahalarını sulayan Amuderya’ya ulaşamadan kuruyan bir ırmak olan ”Zerefşan”, DALET’te, “../bir çölden başka bir çöle geçer/../ ki göçüklerin çoğaldı bu kadar/../ develerini savuracağım bir ırmak”; ALEF’te "../ çöle dökülen nehirlerin sesi/..” dizeleri ve Türkistan ile bir özlemin, sevdanın, gönül kırıklığının, acımasızlığn imgesi olur. Fakat bunlarla birlikte GİZLİ AYİNLER’de “Zerefşan, Seyhun, Ceyhun, Amuderya” gibi nehir, göl adlarının;” "Tienşan, Kingan” gibi dağların yer alması, mitik bir temele dayanır. Kaşgarlı Mahmut’a göre Şamanist Türkler, dağa; İbn-i Fazlan’a göre, Başgırtlar kış, yaz yağmur, su tanrılarına taparlardı. Şamanist Türkler büyük akarsulara Tanrı gözüyle bakarlardı, örneğin Ural nehri(Yayık Nehri). Bu açıdan "yunayım o mahrem nehirde” birimi, Sencer’in, TEYT’te "Amuderya’dan taşan kanı” görmesi, VAV’da(2) “Ne zaman bulanır Orhon Selenga”, "tersine akan Seyhun Ceyhun”, kanın bulaştığı, insanlığın günâha bulandığı, tarihsel olguların tanığı olarak söylenceleri de içeren akarsulardır. Bazı Türk hükümdarlarının nehir yataklarına gömülmesi, yine El Birunî’nin yazdığına göre (İbn-i Fazlan) eski Oğuzların bir kısmının ölülerini Ceyhun nehrine gömmeleri, böylece günâhlarından temizlendikleri inancı satır aralarında görünür. Oğuz ve Moğollarda “su” da kan gibi yaşamsal ve büyülü güçlerin bulunduğu tabu idi. Türk mitolojisinde yeri olan Orhun ve Selenga ırmakları şiirlerde “çiftleşen nehirler” olarak geçer ve birlikte yer alır, birleştikleri yerde gökten inen ışıkta türeyişe inanılır. GİZLİ AYİNLER’deki şiirlerin en önemli mitolojik ögelerinden biridir belki de "kuğu”. HERKES BİR BAŞKASININ HAYATINI YAŞAR’da(2kez) VAV, BEYT vd. liriklerde karşımıza çıkar. Türk mitolojisinde kuğu kadınlığın kutsal simgesidir. Kırgızların Manas destanında, Manas’ın nişanlısı tanrısallığıyla kuğuya dönüşerek düşmanlarını korkutur.Yavrularına da tutkun olan kuğular, H. B. B. HAYATINI YAŞAR’da imgeleşeek izleği bu doğrultuda zenginleştirirler”../ bir başkasının rivayetine yazgılı Ferhada göre, bütün kadınlar aynı kuğunun kanıyla beslenirler/..”Ayrıca Moğolların zâlimliği de yine lirikte, kutsal olan kuğuların kanını içmeleriyle yansıtılır: "..ya şimdi konuş Svan, unut” veya “Kuğu kanı içen bir Moğol olduğunu.” VAV’da mistik ve kösnül (“siyah kuğu”) anlam içererek, öznenin,”parçalanmakta olan bir dünya”daki yalnızlığını, aldatılmışlığını, "yas sesi” getiren özelliğiyle elem ve acıyla yanmışlığını, aşktan ümidini kesişini yansıtır. Suskunluğa bürünmenin, kendini korumadaki çaresizliğin; "../ bir tılsım bozuldu, bir meçhulden başka meçhule uçtu abdal. Bir idim eksildim üç oldum..yedi ateşimin yedisi de soğudu..” Kuzey Asya kavimlerinde de görülen kişinin 3’e hatta 7’ye değin ruha sahip olması inancıdır ki ruhun dünyaya kaçması, hastalıkların gelmesidir. Aslında VAV’da(1) olumsuzluğun belirginleşmesi “Merih” ve “Utarit” yıldızlarının görülmesiyle başlar. Türk mitolojisinde gökyüzünün, feleğin kâtibi olarak bilinen gezegen Utarit, zekiliğin ve hilecilik ve vefasızlığın simgesidir… Yanı sıra Merih de Kırgızlarca uğursuz sayılır. HE’de görülen, "Gülüşerek suya girdi/ayısıtlar/ ikindiyin/..” dizeleri, Yakutların koruyucu tanrısı Aysit(Ayızıt) ve zürriyet tanrısının kuğu oluşunu, Hint mitolojisindeki bakire kızların kuğuya dönüşerek Lotus Gölü’nde yüzdüklerine dair antik çağ inanışını akla getirir. Aysıt kadim şamanlıkta kızların ve lohusaların tanrısı kabul edilir. Genç kızlar evlendikleri zaman doğurgan olmak için Ayzıt’ın resmini yataklarının önüne koyarlarmış. Kuğunun, şiirde erotik bir edânın parçası da olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şair “sana benziyordu” derken şiirlerinin mitik/düşsel güzeli Sümbüle’yi anımsıyordu belki de. VAV’da Umay(1.) ve Tomris(2.) söylenlerde yer edinmiş dişil ve tarihsel kişiliklerdir. Alp Er Tunga’nın torunu sayılan, “Saka”(İskit) kraliçesi olup, Pers Kralı Kiros’un kafasını kan dolu fıçıya sokarak söylediği sözle anılan ilk efsanevi kadın hükümdar Tomris; soğuk coğrafyada yetişen İskitler,”ısız ajun”la(2.VAV’da) göndermede bulunulan Alp Er Tunga sagusu , "sion"(Hz. Süleyman tüm yaratıkları buyruğu altın aldığı yüzük, mührü) barbarlığa, kırıma ve inatlaşma bataklığındaki insanlığın göstergeleri olarak izleksel işlev kazanırlar. Orhun abidelerinde de geçen çocukların ve hayvan yavrularının koruyucusu, çocuk sahibi olmak isteyenlerin dilekte bulundukları, anayla simgeleşen mitolojik tanrı Umay’a, AŞK HER ŞEYE RAĞMEN’de de "../ emzikli kadınlara / o kösnül süt bulutu /..” dizeleriyle gönderme yapılır. Umay’ın sütü pıhtılaştığında stepler sararır. Kanla çizilen bir uzamın karşısında barışçıl Tomris’e özne/şair mahçuplukla seslenir:”../ ki kalbin bu kadar uzak bize / kanın en mahrem rüyâlarımdan taşar / İtil’den , İrtiş’ten Akdeniz’e” VAV’da “Kalb Kalesi” ile metinlerarası ilişki kurulan Hüsn ü Aşk’taki Aşk’ın, Hüsn’e kavuşmak için bu kaledeki kimyâ’yı getirmek üzere yola çıktığı çileli yolculuk KALBİM Kİ BİR MÜLTECİ’de varılan menzildir. Bütün bu öykülerin gösterenidir aslında YOD’da(1.) ve ZAYİN’deki “minel aşk”. Mistik bir aşk öyküsü olan Hüsn ü Aşk’ın şairi Şeyh Galib’in, Terci i Bend’indeki “minel aşk” şiiri, çileli bir aşkın ve gözyaşının şiiridir. Özne şehvet ateşinden(“kösnük iksir”), nefs vadilerinden, sabır ve savaşım uğraşı arkadaşlığından geçer sanki;”çıplak mecnundur” (ZAYİN) ,dokunduğu aşka dönüşür(VAV 1.) Minel aşk YOD’da “gözyaşı” ve “ateş”le yer alır. İki tel siyah saçın ateşe tutulup alazının seyir isteği ateşin kötü ruhları kovacağı inancıyla ilgilidir. BEYT’te, Orta Asyada’ki Türklerin, türediklerine inandıkları "dişi kurt” (Asena) Anadolu’ya değin uzanan mitolojik bir inanç simgesidir. Kurdun bir organını taşıyana kötülük gelmeyeceğine "zamanında" insan olup kardeşlerine kılavuzluk yaptığına inanılır. Şiirin dizgesinde işaret edilen yer “Tienşan” etklerindeki “Urumçi”dir. Örneklediğimiz “Gizli Ayinler” ve “Ağıtı Söylenmeyen E” başlıkları altında mitik açılımları bulunan İbrani alfabesine göre sıraladığı bu şiirlerden ALEF, puta tapan İsrailoğullarının Kenan ülkesine gidişini yansıtırken, pişmanlık ve eleştiri izleğiyle dikkat çeker (Çölde bir altın boğa heykelinin imi olan aleph ve “İlyas” göstergesi) İlk harf A’nın karşılığı olan Alef, yan çizgisiyle toprak ve suyu işaret ederken, Tanrı’nın ruhunun suların üzerinde gezinmesini de içerir. Bu şiirin izlerinin duyumsandığı NADİR ŞAH İÇİN G. B. ÇELENK’te ölüm, vahşet, ihanet ve barbarlık süreci, Safevi hükümdarının emrine giren Avşarların başı olan ve zalimleşen “Nadir Şah” ile anıştırılırken(telmih), dizgede yer alan ”sabâ” rüzgârı, İlyas’ın geçişi söylencesini çağrıştırır. Lirikteki mitik öge”kanatlı at”(Türk mitolojisindeki Tulpar, Kazaklar’da Sarat vb.), “Balasagun, Huzistan”’a (hayâli kentler) atılmayı/geçişi içerir.Yanısıra düzyazısal birimde “kanatlı at”, ateşten küheylânıyla göğe çıkan İlyas peygamberle de ilintilidir.”Hızır” ve “âb ı hayat”la anılan Mesih’in habercisi, tansık sahibi “İlyas” peygambere bir kaşılık(nispet), sitem duyumsatılır. Arkadhia çobanlarının panik yaratıcılığı ve kaba cinselliğiyle tanınan tanrısı Pan’ın “lir”i, halk hikayesi niteliğindeki KAL GİDELİM GÖNÜL’de özne Gaffar’ın betiminde geçer. Mitolojik ögelerle bezenen şiirlerde, öznenin elindeki, Hz.Musa’nın Kızıldenizi yaran ve meyve ağacına dönüşen tansıksı asası da unutulmaz. Kaleminde Allah vergisi şiir varken ölümsüzlük otunu arayan, ölümsüzlük ilacının formülünü Ceyhan ve Asi nehrinin sularında yitiren “Lokman”a (Hekim) çabasının boşunalığı yansıtılır AH VATANIM’da. Çeşitli ulusların İlk Çağ kaynaklı mitik kişiliği,ömrü 7 kartal ile sınırlı olan şair Lokman’a biraz da ironiyle değinilir; "../şiir ki Allah vergisidir / arama hiç Lokman şair.” Mistik / mitolojik öge “ayna”,Hüseyin Ferhad’ın anakronik yaklaşımlarının izini taşıyan şiirlerinde rastlandığı gibi ÂŞIK DİOGENES’te yakın tarihin olgularının çağrışımlarına neden olur. Söylenmeye cesaret edilemeyen gerçeklerle yüzleşmenin imgesidir ayna şiirde.İnsanın görüşünü, anlayışını değiştiren “mürşid bakışı”, bir “şimyâ”dır ayna. MİM TAŞI’nda iki kez geçer, görünmeyeni görünür kılar, gönlün ve Tanrısal tecellînin imgesi olur; "nerede bir bir ayna kırılsa / sırları kalbimedökülür”. Türklerde, mitik Ülgen Erlik ataların oğulları arasında karanlığı isteyenle, ışığı ve hayrı isteyen arasında daima bir çekişme olduğu söylenir. Zerdüştlükte de karanlık ve aydınlık söz konusudur. “Hz. Ali”’nin posta oturduğu gün Nevruz’da, ateşperestlerin Buhara’da ateş evinde toplanması, Siyavuş’un kanıyla günün ilgisi,Muharrem ayında “Seyyid”(Gazi) abdallarının Seyyid Battal Gazi tekkesinde toplanmaları düşünüldüğünde”..Abdal kanatılmadıkta elbet postunda küs oturur..grotesk dövmeler..Nicedir benim içimde bir damla ateş soğur /..” "Seyyid… Her şair önce Ali diye tesmiye olunur, ..haset ve inkâr.. kehânet” izleksel olarak bizi DENGBEJ’e götürür. Birhan Keskin’in şaire sözüyle noktalayalım: "Susmayı isterim. Bin cümle de kursanız, varacak mısınız o çöle, hey, size sorarım? Yazdıklarımız çoğaldıkça, onun şiiri 'yüzey'e dönüşecektir. Korkarım”(14) *Hüseyin Ferhad, Kılıç İpekte Sınanır (Toplu Şiirler 1982-2007) YKY (Genişletilmiş 2. Baskı) İstanbul-2008 Dipnotlar: İsmet Zeki Eyüboğlu, ”Anadolu Mitolojisi”,(Söylence Üstüne),Toplumsal Dönüşüm Yay.,İst. Mayıs-1998,1. Baskıs.12,17 Hilmi Yavuz ,”Kara Güneş”,Can Yay., 1.Baskı İst.-2003 Robert Segal,”MİT”, Dost Yay., Mart,Ank.-2012,s.153 Kubilay Aktulum, “Metinlerarası İlişkiler/Göstergelerarasılık”,Kanguru Yay. Ank.,Şubat-2011, s.223 Edward Said,”Geç Dönem Üslubu”, Metis Yay., İst.-2008, s146 Gülağ Öz, “Nesimi” Ank.,Kasım-2006,s.143 Robert Segal (a.g.e.), s.163 İ.Zeki Eyüboğlu(a.g.e.), s.248 Prf. Dr. Yusuf Ziya Yörükân, “Şamanizm”, Ank.-2005, s.76 Ramazan Şeşen , İbn i Fazlan Seyahatnamesi, Bedir Yay., İst.-1975, s.37 www.şiirakademisi.com/index.php./...(Hilmi Haşal’la söyleşi) İbn i Fazlan (a.g.e.), s139 Şeyh Galib,” Hüsn ü Aşk”(Hzr.Abdülbaki Gölpınarlı) Altın Kitaplar Bas., İst.-1968 “Hazer İçin Birkaç Gül Odağında Hüseyin Ferhad Şiiri”, Altın Portakal( Antalya Kültür Sanat Vakfı Yay.) Antalya, Şubat-2003, s.104 Cemil Okyay GERCEKEDEBİYAT.COM
Hz. İbrahim’le, lânetlenme sonucu söylencesel yıkılıştan kurtulmak için Kenan ülkesine geçerek, tuz biçimli steplerin yükseldiği Sodom’a yerleşen “Lût” anıştırmayla iki kez DALET’te geçer; "mutlu olmak isteyen aşk yetimi” öznenin, insanlığın felâketlerden ders almayışının, sapkınlığının ne zaman sona ereceğinin, akıl almaz yanlışlıklar süreci tarihin sorgulanmasının dizgesel devamıdır birimler. Örneğin "uzunluğu, gökle yer arası; eni, doğu ile batı arası kadar olan, olacak şeylerin yeri ve zamanının yazılı olduğu” levha "Levh i mahfuz” (LXXXV.Sure 22. Ayet)(13) ALEF ve TEYT’te yer alan içrek bir simgedir. Levh i mahfuz, iz bırakan şairleri, yapıtları ve edimleriyle incelediği, mistisizm ve mitolojiyle kadim bir coğrafyanın toplumsal yazgısını sorgulamayı içerdiği ve sergilediği liriklerde, zenginleştirici bir izleksel ögedir. Dolayısıyla sıraladığımız dizgeler kıssadan hisseye çağrı gibidir; alımlama ve düşünmeye…
YORUMLAR