Son Dakika



Türk ve Rus akademisyenlerin, iki ülke edebiyatının geçmişini ve günümüzdeki gelişmelerini ele aldığı uluslararası sempozyum Rusya’nın St. Petersburg şehrinde yapıldı. 

Kıbrıs Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu (KİBATEK), St. Petersburg Devlet Üniversitesi, St. Petersburg Yazarlar Birliği ve St. Petersburg Rus-Türk Kültür Merkezi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği “Doğu ve Batı arasında zarif bir köprü: Türk ve Rus Edebiyatları” konulu Uluslararası KİBATEK edebiyat sempozyumuna 50 akademisyen katıldı.

St. Petersburg Devlet Üniversitesi'nde gerçekleştirilen sempozyumun açılışında konuşan Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı Sahibi Rus Türkolog Prof. Dr. Viktor G. Guzev, üniversite bünyesindeki Türkoloji bölümünün tarihi hakkında kısa bilgi verdi. Fakültede aralarında; Arapça, Farsça gibi dillerin yanı sıra Türkçenin de öğretildiğini ifade eden Guzev, Göktürk ve Uygur Türkçesinin de fakültede ders olarak öğretildiğini söyledi.

St. Petersburg Yasama Meclisi Dış İlişkiler Sorumlusu Yagya Vatanyar kültür ve edebiyatın iki ülkeyi bir birine yakınlaştırdığını, 500 yıllık ortak bir tarihe sahip olduklarını söyledi.

Toplantının açılış konuşmacılarından Metin Turan'ın konuşma metnini yayınlıyoruz:

I.

Burada gerçekleşmesini sağladığımız  bu sempozyum, büyük bir çoğunluğun ortaöğretim yıllarından başlayarak coğrafya bilgisine duyduğumuz ‘açık güvenin’ dışında bir algı ve entelektüel bilginin zemininde şekilleniyor.

Çünkü,  Doğu, Batı, Doğulu ve Batılı kavramları bundan yüzyıl, iki yüzyıl önce olduğundan daha  ihtiyatla ele alınması, üzerinde konuşulması gereken kavramlar. Çünkü bu kavramlar üzerinden, bizlerin yaşadığı coğrafyada olduğu gibi, dünyanın başka coğrafyalarında da  edebi, kültürel, askeri, ekonomik, siyasi çıkarlara göre bir dolu tartışma ve hatta çatışma yapıldı, yapılmakta ve  görünen o ki yapılacaktır da.

Biz, edebiyatçı ve edebiyatbilimciler olarak, dinleyeceğiniz ve sonrasında da okuma olanağı bulacağınız bildirilerden/konuşmalardan da anlayacağınız üzere, bu denli komplike bir başlığın içerisinde elbette haddimizi bilerek, tartışmasız iki büyük edebiyat dünyasının, Türk ve Rus edebiyatlarının biribirleriyle örtüşen yanlarına,  etkinliğimize başlık oluşturan kavramlar ekseninde oluşturulan auraya dikkat çekmeye çalışacağız.

Çünkü edebiyat yapıtları doğrudan yaşamadığımız muhtelif dönemleri anlamanın yanında,  bugün yaşadıklarımızı anlamlandırmak bakımından da bizi  aydınlatan ve elbette bütün karmaşıklığı içerisinde hayatta olanlar karşısında donatan bir özelliğe sahiptir. Bizi böylesi kavramlar üzerinde konuşmaya cesaretlendiren de  Tolstoy, Turgenyev, Maksim Gorki, Lermantov, Dostoyevski, Puşkin, Anton Çehov, Bakunin, Çernişevski, Aytmatov, Muhtar Şahanov, Yunus Emre, Mevlana, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sait Faik, Orhan Kemal, Enver Gökçe, Tanpınar, Yaşar Kemal, Sezai Karakoç, Ahmed Arif, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk ve sayamadığım daha bir nice  ustanın var ettikleri estetik/sanatsal birikimdir.

Bu yaşlı dünyada, edebiyat yapıtlarının komşu dillere aktarımı, öyle uzun bir tarihe dayanmaz. Batı dillerinden Türkçe’ye aktarılan yapıtların geçmişi 17. Yüzyıla, yani Katip Çelebi’nin (1609-1657) çabalarına dayanıyor. Sonrasında  özellikle astronomi, tıp, matematik, coğrafya gibi fen bilimlerine dair kitapların çevrildiğine tanık oluyoruz.

Batı dillerinden tarih alanında yapılan ilk çevirilerin ise Şuvalov’un Rus Memleketi Tarihi (1857) ile Rus Muharebesi Tarihi (1858) adlı kitaplar olduğu, dolayısıyla Türkçeye çevirilere önce Rusya tarihiyle başlandığı belirtilir. Bir parantez açıp şu bilgiyi de paylaşayım ki kaynaklarımızda Şuvalov tarihi adıyla belirtilen bu kitapları gerçekte, Kont Şuvalov değil, Vaoltaire yazmıştır.

Ülkemizde Rusça’dan çevrilen ilk edebi yapıt, St. Petersburg’ta eğitim görmüş, yirmi yaşında Rusya’dan Türkiye’ye göç etikten sonra da Mektebi Mülkiye’de bir süre tarih dersler okutmuş olan Mizancı Mehmed Murad’ın 1884 yılında Griboyevdov’un Akıldan Bela adlı oyununu Türkçeye kazandırmasıyla başlar ve 19. Yüzyıl boyunca, günün koşulları; savaşlar, ekonomik çalkantılar, basım ve yayım alanındaki imkansızlar, sansür dikkate alındığında küçümsenmeyecek bir toplama ulaşarak süregelir.

19. Yüzyıl Rus edebiyatının Türkçeye kazandırılması sözünü etmişken iki  ismi özellikle anmak isterim: Ahmet Mithat ve Kazan valisinin eşi Türkolog Olga Sergeyevna Lebedeva nam-ı diğer Madam Gülnar… Zira,  1889 yılında Stockholm’da  düzenlenen 8. Uluslararası Doğu Bilimcileri Kongresi’nde  tanışmaları neticesinde Ahmet Mithat’ın Lebedeva’yı İstanbul’a davetiyle başlayan bu girişim, özellikle Rus edebiyatının iki  büyük ustası, Puşkin ve  Lev Tolstoy’un yapıtlarıyla Türkiyeli okurun buluşmasını sağlamıştır.

(…)

Çeviri çabalarıyla başlayan bu etkileşim ikliminde bir noktaya daha dikkat çekmek isterim: Rus edebiyatından Türkçeye yapılan çevirilerin (kimileri Fransızca üzerinden olmakla birlikte) doğrudan edebiyat aktörleri tarafından yapılıyor olmasıdır. Bu çok anlamlıdır çünkü, yaratıcı bir yazarın edebiyat yapıtını kavrama ve onu anadiline aktarma gayreti, henüz  günümüzdeki gibi profesyonel anlamda çevirmen azlığının gerçekliği düşünüldüğünde önemli gelmektedir. Örneğin Ahmed Rasim Abdullah Cevdet, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Muhip Dıranas, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdat Anday ve  Reşat Nuri Güntekin’in çabaları  hemen aklıma geliverenlerdendir.

II.

Açılışını gerçekleştirdiğimiz bu muhteşem St. Petersburg Devlet Üniversitesi, binası, Katanof gibi, Radloff gibi Türkolojinin büyük adlarını yetiştirmiş ve bugün de alanında otorite olan isimlerin yer aldığı bir kurumdur. Burada bulunmaktan, bu atmosferi soluyor olmaktan ayrı bir sevinç duyduğumu da bilmenizi isterim.

Bu sempozyum dolayısıyla Türkiye’de Rus edebiyatının  algılanmasıyla ilgili bir  hususa daha değinmek istiyorum; bu söyleyeceklerim biraz da benim öncüllerimin ve  kuşağımın durduğu yerle de bağıntılı.

Türk- Rus edebiyatı tartışma/değerlendirme ve anlama zeminini iki bakımdan ilişkilendirmek  mümkün. Birincisi, özellikle 18. Yüzyıl Batılılaşma bir diğer deyişle “yenileşme”  hareketlerinin boyverdiği, Tanzimat, I. Ve II. Meşrutiyet dönemleriyle şekillenen düşünce atmosferi içerisinde Rus edebiyatı tercümelerinin oluşturmuş olduğu iklim ki bunun içerisinde yirminci yüzyıl başlarında Bolşevik ihtilali ile birlikte özellikle  İstanbul’a yerleşen ve yaklaşık sayıları 200.000 dolayında olan Türkiye’deki adlandırmasıyla Beyaz Rusların etkisini unutmamak gerek.

İkincisi ise,  Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönemidir ki kimi kavramlar içiçe geçmiş, yazarların rolleri değişmiş ve deyim yerindeyse siyasi bir okuma penceresinden edebiyat dünyası şekillenmeye başlamıştır. Ve böyle bir süreçte biz toplu olarak bir Sovyet edebiyatı içerisinde Cengiz Aytmatov’u Avezov’u da, Gorki’yi de, Şolohov, Turgenyev ve hatta Dostoyevski, Tolstoy gibi adları kaba bir yaklaşımla, yan yana okuma fukaralığına düşmüşüzdür.

Ama özellikle vurgulamam gerekir ki, bugün Türkiye’de hayata temas eden, zengin bir edebiyat damarından söz edebiliyorsak, bunda coğrafyamızın çoksesli, çok kültürlü zenginliğiyle birlikte bir birikim olarak Rus edebiyatının da  küçümsenmeyecek payı vardır.

Metin Turan

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)