Son Dakika



Hem düşünsel hem de görsel tasarımıyla daha özgün bir yere koyabileceğimiz günümüz ressamlarından Ayhan Taşkıran eserlerinde doğayla ve kendi doğasıyla çatışan modern insanın karşısına düş dünyasından aldığı esinle dağı, taşı, yaprağı, çiçeği, hayvanı, insanıyla aynı yıldız tozundan doğan, birbirinin atom kardeşi  

yepyeni bir yaşam evreni yaratıyor. 

İzmir’de Tarkem’in katkılarıyla Kemeraltı Tarihi Akın Pasajı’nda düzenlenen  

Ecn Art Gallery Yüksek Düşler Sergisi 19 Mayıs-19 Haziran 24 tarihleri arasında sanatseverlerin izlenimine sunuluyor. Nuri Abaç ve Ayhan Taşkıran’ın eserlerinden oluşan sergi, İzmir’in en eski alış-veriş yeri olan Havra Sokağı’nda kalabalıkların içinden, balık tezgahlarının, şifalı ot, sebze-meyve satıcılarının ortasındaki büyük, kahverengi, ahşap kapıdan sizi içeriye, tahminlerinizin ötesinde düşler kurmaya ve izlemeye çağırıyor. 

Özge Dönertaş’ın küratörlüğünde düzenlenmiş sergide iki ressamın insanla birleşen, insanın yaşamına ve bedenine eklemlenen hayvan figürleri, imgeleri dikkat çekiyor.  

1960-1970 arası Nuri Abaç (1926-2008) tabloları sergi için ailesinin ve koleksiyonerlerin sanat portföylerinden bin bir emekle derlenmiş. Abaç’ın kendine has tek göz çizimleriyle minyatürü andıran, Türk motifleriyle, geometrik desenlerle bezenmiş taşıma araçları ve üstünde toplumun her kesiminden insan tiplerini bir yerlere taşıyan kuşlar, atlar, karıncalar, ejderhalar çocukluğumuzda izlediğimiz çizgi filmleri anımsatıyor. Nuri Abaç ve Ayhan Taşkıran’ın düş gücünü buluşturan bu sergi, bize gümüş kaplamalı tepside düşsüz bir gelecek vadeden mekanikleşmiş, küresel ekonomik düzende görmeyi özlediğimiz, insanın doğayla, insanın insanla barış ve birliğini vurguluyor 

Hem düşünsel hem de görsel tasarımıyla daha özgün bir yere koyabileceğimiz günümüz ressamlarından Ayhan Taşkıran eserlerinde doğayla ve kendi doğasıyla çatışan modern insanın karşısına düş dünyasından aldığı esinle dağı, taşı, yaprağı, çiçeği, hayvanı, insanıyla aynı yıldız tozundan doğan, birbirinin atom kardeşi yepyeni bir yaşam evreni yaratıyor. Pandemiden önceki çalışmalarında koyu renkleri daha çok kullanan sanatçının çalışmalarında durup soluklanan, kendini onarıp yenileyen, yeşeren gezegenimiz gibi renkleri ve enerjisiyle pembeler, turuncular, maviler, yeşiller kullanarak kurduğu bu düş bahçesinin sakinleri sahne almış. 

 

Doğayla geçişen, var oldukları evrenin keyfini çıkaran, normsuz (standart, alışılmış görüntüde olmayan) bedenlerini dert etmeyen, denizle, sütle, suyla beslenen, sohbet eden, uçuşan, gülüşen, birbirine dolanmış ayakları, bacakları, elleri, saçlarıyla sarmaş dolaş figürler tablolarda görünür olmanın sevincini yaşıyor gibiler. Tam da insanın istediği yaşam alanı değil mi bu? Tertemiz bir havada soluk almayı, ne yediğinden emin olmayı, çevresinde sağlıklı, doygun, gülümseyen yüzler görmeyi uzun zamandır özlemedi mi insanlık? 

Ayhan Taşkıran’ın yarattığı bu düş evreni bir yandan hayvani taraflarımızla “ne kadar insanız?” diye sorgulatırken bir yandan da yaşadığımız gezegeni bizden başka sakinleriyle adil paylaşmadığımız gerçeğiyle de yüzleştiriyor izleyeni. Reklamlarla, medya araçlarıyla toplumsal düzenin dayattığı düşünce kalıplarındaki beden ölçülerini, yapay güzellik yasasını, dışarıdan müdahale edilen fiziksel estetik kaygısını kırıyor sanatçının düşsel ve zihinsel evren tasarımı. İzleyeni daha sınırsız düşünmek için yüreklendiriyor.

Bilim ve Ütopya Dergisi (Eylül 2023) “Sanat, Aydın ve İktidar” başlıklı 351. sayısında  (Sayfa 18-19) tiyatro sanatçısı Murat Demirtaş’ın yazdığı makale, sanatçının yarattığı adeta birbirine aşılanmış insan-hayvan bedenleriyle neşeli, renkli, barışık figürlerin doğum nedeni olan tasarım felsefesini açıklıyor: “Sanat kavramını dönemin şiir ve tragedya sanatı üzerinden Aristoteles “Poetika” adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Başlangıçta mimesis (taklit) kavramını merkeze koyduğu sanat kuramında doğayı taklit etmenin kurallarını belirlerken akıl (us), gerçeğe benzerlik, ölçülülük gibi kavramları kullanırken amaç kısmında ise toplum düzeninden, ahlaki sorumluluktan ve bilgelik düşüncesinden bahsediyor... Daha sonra doğayı taklit etme kavramı, doğayı bir anlamda yeniden üreterek yaşamı yetkinleştirme bilincine yükseliyor. Sanatın gerçekle kurduğu ilişki ve yaşamı yeniden üretme amacıyla kullanılan yaratıcılık onun devrimci dinamiği oluyor. Doğayı kavramak, onu yeniden üreterek anlamlı kılmak ve tanrısal olana (iyi, güzel, doğru) yani ahlaklı olana evrilterek yetkin insan hedefine ulaşmada onu başat aktörlerden biri haline getiriyor.”  

Rant sağlayarak konforunu arttırmak için yüreğini de çevreyi de kirleten, atmosferde delikler açıp iklimleri değiştirecek etkiler yaratan işler yapmaktan çekinmeyen insanlık, farkındalık kazanması için sanat aracılığıyla tasarlanmış, bedensel ve düşünsel böyle bir metamorfozu hak ediyor. Sanat görevini yapıyor, insana, hırsı yüzünden yakıp yıktığını düşünmeden, pahalı ve gösterişli bir hayat yaşamak uğruna feda ettiği hayvanla, dağla, taşla, toprakla, denizle, ağaçla empati kurdurarak, yaratılan yeni dünyada onları insanla eşit kılmayı başarıyor. “Bana ilham veren gördüklerimden çok görmediklerimdir” diyen Ayhan Taşkıran eserlerinde görünen, kendini evrenin merkezi, sahibi zanneden, çizgiyi aşmış insanı başrolden alıp dünyanın öteki sakinlerine hakkını teslim ediyor. 

İnsanla karışmış hayvan figürlerinin yanında katmanlı, üst üste geçmiş gözler, ağızlar, nereden bakarsan başka bir şekle dönüşen, her köşesinden beklenmedik bir başka göz, yüz, el, kol çıkan, bütününde bir tane gibi görünen eserler de dikkat çekiyor. Yapboz parçaları gibi birleşmiş bir kafadan uzanan uzuvlarla resmedilmiş eserler günümüz postmodern insanın portresini çağrıştırıyor. Yadırgayarak izlerken bu açıdan bakınca aynaya bakıyor hissi uyandırıyor insanda. Başındaki algı antenleriyle hem taç gibi duran beğeniler, mesajlar, çok konuşulan olmanın yalancı hazzı, hem de dikenli tellerle çevrilmiş gibi görünen düşünceler, yasaklar, sınırsız iletişim kaynaklarından her an veri sağanağına tutulmuş zihin, kafanın içinde susmayan ağızlar, gerçeği duymak istemeyen olmayan kulaklar, bütün bu karmaşada görmeye çalışan tek bir göz. Kendine yapay güzellik sunuyor, bir dal çiçek tutup uzatan el, çiçek metalik, cansız, soğuk. Sayılarıyla ve varlıklarıyla belli olmayan organlar, makineleşmiş, kafası karışık insanı ve yaşadığımız çağın çıkışsızlığını anlatıyor. Ressam karmaşanın da ritmini hissettirdiği eserlerinde postmodern dünyanın karanlığını yine postmodernist araçlarla eleştiriyor. Özellikle Terminatör’ü de andıran “Çiçekli” adlı eserinde sanatçının bu karşı duruşu daha çok fark ediliyor. 

Ayhan Taşkıran’ın eserleri kadar eserlerinin isimleri de bir o kadar ilginç. Tabloyu izlerken merakla yaklaşıp bakıyorsunuz tablonun adına. Eğlenceli, şaşırtıcı, absürt... “Yerimiz Dar Geldi”, “Ne Filmler ve İnsanlar”, “Filler Fareden Korkar”, “Mor Salkım”, “Elma Yiyen Eşek”, “Yorulduk Kendimizi Taşımaktan”, “Az Kaldı”, “Kat Karşılığı Verilir” “Tripod”, “Ot Değiliz”, “Gök Bize Yaklaştı”, “Zümrüt Kulaklı”, “Zevk Şekeri”, “Perdelendik”, “Aaarı Vız Vız Vız”, “Çikolata Arabası”, “Güzel Sesliler”, “Çiçek Gibiyiz”, “Ağzı Bozuk”, “İkizler ve Altızlar”, “Su İçtik, Süt İçtik, Deniz İçtik” ... 

“Kat Karşılığı Verilir” ile “Yorulduk Kendimizi Taşımaktan” adlı eserlerinde farklı bir çalışmayı deneyen sanatçı çoğunlukla doğayı mekân seçerken bu kez insan ve bina figürlerini resmetmiş. Mimari çizgilerin öne çıktığı bu tarzıyla da zaman ilerledikçe el değiştiren evlerle bozulan aile ilişkilerini anıştıran parçalanmalar, kırıklıklar, daralan yaşam alanlarını anlatıyor.

 

“Oyun alanını daima sınırsız tutmalı.” diyen Ayhan Taşkıran’ın adları gibi eğlenceli, pozitif enerjili eserleri güçlü bir dirimselliğin yanı sıra tiyatral unsurlar da taşıyor. Oyun alanında çocukların ve çocuksu figürlerin konuşmaları, gülüşmeleri duyuluyor, “Çikolata Arabası”ndan müzik sesi, “Az Kaldı”dan ayak sesleri geliyor. Durup dururken eğlenmeye bahane bulanlar, mutluluktan kanat takıp göklerde uçanlar, zamansız, kökleri yıldız tozuna kadar gidebilen bu evrende her şeyin birbirine geçiştiği varoluşu kutluyor, kutsuyorlar.  

Her şeye rağmen... 

“Gördüklerimiz zihnimizi, zihnimiz gördüklerimizi şekillendirir” Sanatçının dediği gibi İnsan beyni gördüklerini meşrulaştırıyor zihninde. Yüksek Düşler sergisini deneyimlediğinizde belki sizin de zihninizde doğaya hükmeden insanın haklılığı törpülenecek, belki de siz de düş bahçesinin bahar renkli, keyifli, barışık, umarsız sakinlerinden taraf olacaksınız. 

Sanatçı burada ne demek istemiş diye sorarken her izleyenin başka bir anlam katacağı sınırsız seçenekleri olan sergiyi gezdiğinizde, üzerinde düşünün, tartışın. Hem eseri hem kendinizi çoğaltın. 

Yaşamı çoğaltan sanat iyi ki var.  

Güldem Eczacı 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)