Halit Çelenk’in yüreği 5 Mayıs 2011’de durdu.

6 Mayıs 2011’de Karşıyaka’da,

6 Mayıs 1972’de toprakla kucaklaşan “Denizler”in yakınında toprağa verildi.

Trajik bir kavuşma bu!..

İnsanlık tarihi, böyle trajik kavuşma ve kopuşmalar üzerinden yürüyor biraz da.

Tarihin yüküyle yorgun toprak Çelenk’iyle buluşurken, yine bir mezarlıkta verilmiş,

eski, ama eskimemiş bir söylevden parçalar yankılanıyordu kafamda.

Victor Hugo’nun 30 Mayıs 1878’de, büyük yurttaşı Voltaire’in ölümünün 100. Yılında

gömütü başında yaptığı o konuşmayı Karşıyaka’dan dönünce bulup okudum bir kez daha… Ü.S.


Victor Hugo, yurttaşı Fransız düşünür Voltaire’in ölümünün 100. yılında, 30 Mayıs 1878’de gömütü başında bir söylev verir.

Usta yazar, konuşmasına “Yüz yıl önce bir insan ölüyordu. Ölümsüz olarak ölüyordu.” Diye başlar: “Bir insandan fazlaca bir şeydi, bir yüzyıldı o. (…) Bu adamın yaşadığı seksen dört yıl, doruğundaki monarşiyi, seherindeki devrimden ayıran arayı doldurur. Doğduğunda XIV. Lui hâlâ iktidardaydı, öldüğünde XVI. Lui hüküm sürüyordu; öyle ki beşiği, büyük tâcın son ışınlarını görebildi ve tabutu ise büyük uçurumun ilk aydınlığını.” Hugo, Devrim öncesi Fransa’sı toplumsal yapısından verdiği çarpıcı örneklerle büyük Düşünür’e seslenerek şöyle sürdürür konuşmasını:

“İşte o zaman ey Voltaire, bir tiksinti çığlığı attın sen ve ebedi şanın olacaktır bu senin!

O zaman geçmişin tüyler ürpertici davasına başladın; tiranlara ve canavarlara karşı, insan soyunun davasını savundun ve kazandın onu. (…) Voltaire, tekrar edeyim, yalnız başına, bu dev ve korkunç dünyaya karşı savaş açtı ve çatışmayı kabul etti. Pekiyi neydi silahı? Bir rüzgâr gibi ağırlıksız ve bir yıldırım kadar güçlü olan bir şey: Bir kalem! Bu silahla savaştı; bu silahla yendi.

Baylar, bu anıyı selamlayalım.

Voltaire yendi, (…) tek bir kişinin herkese karşı savaşıdır bu, yani büyük bir savaş. Düşüncenin maddeye karşı savaşı, aklın önyargı ve boşinana (dogmaya) karşı savaşı, haklının haksıza karşı savaşı; ezilen adına ezene karşı savaş, iyiliğin savaşı, tatlılığın ve yumuşaklığın savaşı. Bir kadının sevecenliği ve kahramanın kızgınlığı vardı onda. Büyük bir zekâydı ve dev bir yürek. Köhnemiş yasayı ve eski dogmayı yendi; feodal senyörü, gotik yargıcı, Romalı rahibi yendi. Kalabalığı halk düzeyine yükseltti; öğretti, yatıştırıp yola getirdi ve uygarlaştırdı. (…) bütün tehditleri, bütün sövgüleri, bütün zulümleri, iftirayı, sürgünü göğüsledi. Şiddeti gülümsemeyle, despotluğu sarakayla, yanılmazlığı alayla, inatçılığı direnmeyle, bilgisizliği gerçekle yendi.

Gülümseyiş dedim. Bunun üstünde duruyorum. Gülümseyiş, Voltaire budur. Tekrarlayalım onu, baylar, çünkü yatıştırma, büyük yanıdır filozofun. Voltaire’de denge yeniden kurulmakla sonuçlanır hep. Haklı kızgınlığı ne olursa olsun geçer; ve öfkelenmiş Voltaire, yerini yatışmış Voltaire’e bırakır sürekli. O zaman, bu derin bakışta gülümseyiş belli eder kendini.

Bu gülümseyiş, bilgeliktir. Bu gülümseyiş, tekrar ediyorum, Voltaire’dir.” (…)

Voltaire hep gülümsedi mi? Hayır. Başlarda da söylediğim gibi, çoğu kez öfkelendi de. Baylar, kuşkusuzdur ki ölçü, sakınma, oran, aklın yüce kurallarıdır. Denilebilir ki, ılımlılık, felsefesinin soluk alıp vermesidir. (…) Israrla söylüyorum, hiçbir bilge, adaletle umudu, sosyal çabanın bu iki yüce dayanağını hiçbir zaman sarsamayacaktır; ve herkes, adaleti temsil ediyorsa, yargıca saygı duyacak; umudu temsil ediyorsa, rahibi kutsayacaktır. Ama yargıçların adı işkenceci, kilisenin adı da engizisyon olursa, o zaman insanlık onun karşısına çıkar ve yargıca şunu der: Kanununu istemiyorum! Ve rahibe de şunu söyler: Dogmanı istemiyorum! Yeryüzünde odun yığını üstünde yakmanı, gökyüzünde de cehennemini istemiyorum! O zaman öfkelenmiş filozof doğrulur ve yargıcı adalete haber verir, rahibi de Tanrıya!

Voltaire’in yaptığı da budur. Büyüktür o.

Düşüncesi ve insanlık düşüncesine açtığı çevrenle, yalnızca çağımız düşüncesini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda onu biçimlendirmiş de olan Voltaire’i anlattığı konuşmasının bu yerinde, Hugo yeni bir başlık açar:

“Voltaire ne idi söyledim; yüzyılı ne idi, onu anlatacağım şimdi.”

Aydınlanma çağının “zekâ ormanı”na getirir sözü. Bu çağın düşün çınarlarına. Karşılaştırmalar yapar. Rousseau ile Diderot “insanlara düşünmeyi öğrettiler,” der. Beaumarchais, Moliére’in de ötesine geçerek “sosyal komedi”yi buldu, Montésquieu “yasalar alanında öylesine derin kazılar yaptı ki, sonunda hukuku bulup çıkarmayı başardı.” Sonra da, “Rousseau halkı temsil eder; Voltaire, daha geniş olarak İnsan’ı. Bu büyük yazarlar ortadan çekildiler; ama ruhlarını bıraktılar bizlere, Devrim’i yani.” Diye sürdürür konuşmasını. Çağlara adlarını veren tarihsel adları anarak; Perikles yüzyılı, Augustus yüzyılı, XIV. Louis yüzyılı ardından Voltaire yüzyılı der, büyük düşünürün yaşadığı çağa:

“Voltaire, bir devlet başkanından da fazla bir şeydi, düşüncelerin başkanıdır o. Voltaire’le yeni bir dönem başlar: İnsan soyunun yüce yönetici gücünün düşünce olacağı sezilmektedir artık. Krallık asası ile kılıcın kırılması ve yerlerine ışığın geçmesidir bu. Halk için kanun ve birey için de vicdandan başka hiçbir egemenlik yoktur bundan böyle. Her birimiz için, ilerlemenin iki yüzü açıkça bellidir ki, o da şudur: Hakkını kullanmak, yani bir insan olmak; ödevini yerine getirmek, yani bir yurttaş olmak. (…)

Voltaire yüzyılının anlamı budur. Fransız Devrimi’nin anlamı da bu.”

Sonra şu sözleri Hugo’nun, söylevinin sonuna doğru:

Voltaire’e, Rousseau’ya, Diderot’ya, Montésquieu’ye bir kez daha selamla, 'Bu saygıdeğer mezarlar önünde eğilelim. (…) Sözü bu büyük seslere verelim: İnsan kanının akışını durduralım. Yeter! Yeter despotlar! Ah! Barbarlık sürüyor; pekiyi, felsefe protesto etsin. Kılıç azgınlaşıyor, uygarlık tiksinsin. Onsekizinci yüzyıl, ondokuzuncu yüzyılın yardımına gelsin; öncellerimiz filozoflar, gerçeğin havârileridir, bu ünlü hayâletleri yardıma çağıralım; savaşlar düşleyen monarşilerin önünde, insanın yaşam hakkını, aklın egemenliğini, emeğin kutsallığını, barışın iyiliğini ilân etsinler, ve taçlardan karanlık çıktığına göre, mezarlardan da aydınlık çıksın!..' (*)

Böyle bitirir sözlerini.

(6 Mayıs 2011, Ankara.)


(*) Server Tanilli’nin Hugo’nun 100. ölüm yıldönümünde (1802 - 22 Mayıs 1885) yayımladığı,

Victor Hugo / Bir Dehanın Romanı adlı kitabından, Say Yayınları, İstanbul 1985.

ÜMİT SARIASLAN

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)